Armudun sapı üzümün çöpü demeden

Geleceği halkın çıkarlarına uygun bir geleceğe dönüştürmek isteyenler koşullar ne olursa olsun gerçeğe ve dayatılmış “zamanın ruhuna” boyun eğmeyi kabul etmezler.

Açık sorulara kabul edilebilir yanıtlar arıyoruz Muhalif bir TV kanalının sahibi yazar araştırmacı Dr. Merdan Yanardağ sudan gerekçelerle nasıl oluyor da tutuklanabiliyor? Son seçimleri kazanan Türkiye İşçi Partili Milletvekili Can Atalay yasanın, içtihadın ve uygulamanın hükümlerine rağmen nasıl oluyor da hâlâ hapiste tutulabiliyor. Yıllardır Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin iç hukuk hükmündeki yüksek mahkeme kararlarına rağmen başta eş başkanlar Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş olmak üzere HDP yöneticileri, iş adamı Osman Kavala, öteki Gezi davası tutukluları ve meslektaşımız Barış Pehlivan ve pek çok gazeteci neden hâlâ hapistedir? Sosyal medyada başlatılan sürek avının amacı nedir? CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu hakkında, orduyla askerlerle değil, kimi askerlerle ilgili iddiaları dile getirdiği için, bugüne kadar 60,71 ve 80’de üç askeri darbe, sonuncusu 2015’te çok sayıda askeri darbe girişimi yaşamış bir ülkede nasıl oluyor da soruşturma açılabiliyor? Bu sorular açık net sorulardır ama hâlâ kabul edilebilir yanıtlar verilmemiştir.

Ama belki de sorular kadar yanıtlar da açıktır, ortadadır. Belki de bu türden soruların tümü için ortak bir yanıt söz konusudur.

'DOST-DÜŞMAN' AYRIMININ YIKICI ETKİSİ

Kapsayıcı hukuki bir yapı iddiasını sürdürmeyi başaran kapitalist devlet yönetme güçlükleri ortaya çıktığında daha açık bir biçimde siyasallaşabilir. Bu durumda egemen güç destekleyicileri ile karşı olanlar arasındaki farkı siyasallaştıracak, Schmittyen tabirle “dost- düşman” ayrımı ile devleti yeniden biçimlendirecektir. Böylece devlet siyasallaşma sürecinin son aşamasında hukukla ilişkisini de yeniden gözden geçirecek, yasaları yeniden yorumlayacak yeni ve duruma uygun hukuki çerçeveyi basılı metinlerin ötesine taşıyacak, zoru hukukun önüne geçirecektir.

Yönetme güçlükleri öncelikle ekonomik sıkıntılardan kaynaklanıyor. Yüksek enflasyon, gelir dağılımındaki olağandışı bozulma, kamu kaynaklarının tüketilmesi iç ve dış borçların zirveyi zorlaması, sıkıntıyı aşabilmek için sıkı para politikalarını, tüketimi sınırlandıracak vergilendirmeleri, tüm yükü halka yüklemeyi zorunlu kılıyor. Ama bu politikaların uygulanabilmesi de olağanüstü elverişli koşullarda ve muhalefetin yanlış politikaları nedeniyle elde edilmiş seçim zaferine rağmen baskı yöntemlerine başvurmadan mümkün görünmüyor. Türkiye’nin son yarım yüzyıllık siyasi tarihi de benzer koşullarda hep aynı yönteme yani devletin baskıyı esas alan bir siyasallaşmaya başvurduğunu gösteriyor. Benzer ekonomik politikayı uygulayabilmek için 12 Eylül’de askeri darbe ile devlet siyasallaştırılmış, siyaset ise tatil edilmişti. O yılların tarihine göz atanlar “dost düşman” ayrımının ağır bir şekilde uygulandığını görebilir, ülkenin uzun sürmüş kıştan çıkışının bir türlü gerçekleşmediğini de saptayabilirler.

Tarihsel olarak şanslı ve fırsatları iyi değerlendiren parti, ekonomide ve siyasette ağır bir kriz dönemine son vermeyi ve demokratikleşmeyi amaçladığı iddiasıyla 2002 seçimlerini kazanmış ve bu iddiasını liberal kesimlerin açık desteğini alarak 2008 -210 krizine kadar sürdürebilmiştir. Daha sonraki dönem takiyenin terk edilmesi, iktidarın açık desteğine sahip İslamcı bir kesimin 2015’te kanlı darbe girişiminin yarattığı fırsatı da ustaca kullanmayı başardığı dönemdir. Sonrası adım adım devletin siyasallaştırılması siyasetin alanının daraltılması ve baskının doğallaştırılması oldu. Bu süreç keskinleşerek devam ediyor.

KORKUT BORATAV UYARIYOR

İlk başta sorduğumuz soruların yanıtları sanıyoruz ki bu tablonun içindedir. Sorular ve yanıtlar böyleyse eğer çıkış yolu da ağır bir travmaya dönüşme eğilimi gösteren yenilgiden bir an önce çıkabilmek için başka sorular ve başka yanıtlar bulmak gerekmez mi? Herhalde Sol’a da tüm ülkenin bugününü ve yarınını hükmü altına alan durumun açık net bir tablosu gereklidir.

Bu tabloyu Hocamız Korkut Boratav Duvar gazetesinde Gülümhan Gülten’in sorularını yanıtlarken çizdi. En önemlisi iyimser olmayı güçleştiren duruma, politikanın üzerinde hareket edeceği zemine dikkat çekti: “Son yıllardaki gelişmeleri, sermayenin istikrarlı tahakkümünü sağlayan bir modelden, giderek vahşileşen bir kapitalizme geçiş olarak da nitelendirebiliriz.” 

Korkut Boratav’ın vurguyla üzerinde durduğu, mücadele edilmezse bir başka boyuta yükselecek faşizm tehdidi tehlikesidir. Son yıllarda siyasetin önemli bir manivelası haline getirilmiş tarikatlar eliyle tırmandırılan tehdit karşısında tuhaf bir strateji nedeniyle kitleleri hareketsizleştirmiş muhalefet yalnızca sessiz kalmakla yetinmemiş kendi meşruiyet alanını tarikatlara terk etmekte sakınca görmemiş, laikliği gündeminden çıkarmıştır. Tehlike büyüktür. Korkut Hoca açık söylüyor, tehdidin amacını, hedef kitlesini ve biricik çıkış yolunu vurguluyor: “Öte yandan toplumsal çürümenin, kapitalizmin vahşileşme konjonktürünün ötesine giden İslamcı faşizm boyutu da var. Emekçi sınıfların saflarında İslamcı faşizmin kök salmasını önleyecek tek direnme gücünün, Cumhuriyetçi ve sosyalist bir muhalefet cephesinde olduğunu düşünüyorum. Bu seçenek, bugün sadece Türkiye'nin birkaç parçaya ayrılmış olan sosyalist, komünist, devrimci partilerinde, örgütlerinde var.  Ve bu partilerin bugün hareketsiz olan geleneksel Cumhuriyetçi kalabalıklarla, örneğin CHP’nin kitle tabanıyla bütünleşmesi gerekiyor. (…) Mayıs seçimlerinde Saray iktidarına karşı çıkan 25 milyon, Gezi hareketinin fiilen ve ana eğilimleri itibariyle türevidir. CHP liderliğinin böyle bir göreve layık olmadığı ortadadır. Şu andaki siyasal algılamaları, platformları itibariyle sosyalist, komünist, devrimci örgütler bu geniş cepheyi sahiplenecek nitelikleri taşıyor. Örgütleri, mümkün mertebe iş birliği, eşgüdüm içinde CHP’nin Cumhuriyetçi tabanı ve birikimi ile birleşerek, Siyasal İslam’ın karanlığına karşı güçlü bir direnme odağı oluşturabilir. Türkiye toplumunun, halkının gönenci, gelecekteki devrimci dinamizmi için kritik bir ilk adım böylece atılabilir.”

***

Boratav Hoca, durumun işçiler emekçiler yoksul halk için, gücünü tüketmiş köylüler, çiftçiler, küçük esnaf için bu günkü durumun ve geleceğin parlak olmadığını anlatıyor bize. Ama geleceği halkın çıkarlarına uygun bir geleceğe dönüştürmek isteyenler koşullar ne olursa olsun gerçeğe ve dayatılmış “zamanın ruhuna” boyun eğmeyi kabul etmezler. Bu nedenle de Solun üzerinde fikir birliğini kolayca sağlayabileceği çıkış yolunun değeri, yaşamsallığı büyüktür. Sol bu kez armudun sapı üzümün çöpü demeden amaca uygun stratejiler kurmalı, siyaseti yönlendirmeye aday olabilmelidir.