Benim son perşembe yazısından sonra gelişen temel olaylar nelerdi? Kendi kendime düşündüm…
Bunları dışta ve içte olmak üzere ikiye ayırabiliriz.
Elbette vurgu yapılacak çok olay var. Türkiye penceresinde en sıcak ve ilgili olarak yaşananlar, dış olaylar. Bunlar, ABD seçimleri ve Rusya’nın müdahalesiyle Dağlık Karabağ savaşını şimdilik bitiren anlaşmadır. İçte ise İzmir depremi, Berat Albayrak istifası ve sembolik yüklemler içeren Cumhuriyet kutlaması ve Atatürk’ün 82. ölüm yıl dönümünde anılma coşkusu.
Yazın ve medya ortamında, her biri üzerinde, sayfalarca yazı, yorum, görüş var…
Türkiye iç meselelerine dair görüş-yorum yazmayı bir yana koyarak, ABD’de dananın kuyruğunun koptuğu yerden devamda da yarar var diyorum…
ABD SEÇİMLERİNİ SEYREDERKEN...
Uzun boylu seçim tahlili yapmak, benim işim değil. Bir patron devlet ve emperyalist-kapitalist sistemin merkez ülkesi olarak ABD seçimleri, elbette dünyada ilgiyle izlendi, izleniyor. Buradan kimsenin, yeni payeler ve ölçek değerlendirmeleri çıkarması esas değil. Önemli olan, tarz-ı siyasetin nasıl cereyan edeceğine dair, mümkün olan doğru okumalar yaparak, yakın geleceğe ilişkin bir kurgu öngörüsünde bulunmaktır.
Türkiye’deki “Trumpçı” ve “Bidencı” aşk sanatına ilişkin ilginç gözlemleri bir yana bırakarak, ''Harika oldu, bize yol açılır'' veya ''Eyvah, mahvolduk'' teraneleri atmak da anlamsızdır.
ABD İMPARATORLUĞU NASIL BİR HEGEMONYADIR?
Önce, ABD’nin dünya üzerinde konumu nedir meselesine bir yaklaşım sağlamak gerekir.
1- ABD, emperyalist-kapitalist sistemin hegemon merkez ülkesidir.
2- Kırılganlıkları büyük oranda yaşamakla beraber, halen dünyanın en büyük ekonomisidir. Dünya ölçeğinde 29,5 trilyon dolarlık bir ticaret hacmiyle, halen zirvede oturmaktadır.
3- NATO, ABD emperyalizminin vazgeçemeyeceği kilit armadasıdır. O, sadece bir askeri pakt değil, siyasi, kültürel ve dolaylı olarak ekonomik bir jeostrateji merkezidir.
4- NATO’nun, ABD açısından bir diğer önemi, sınır ötesi(ci) bir aygıt olarak, ABD ve nüfuz alanlarının savunma, müdahale ve yaptırım aygıtıdır.
5- ABD’nin “establishment”, yani “müesses nizam” kurumları, temelde iki partili ve başkanlık seçimli demokrasisinin, asıl düzenleyici gücüdür.
6- Bu “müesses nizam” içinde var olan kurumlar da resmi siyaset kurumları ve özel girişim merkezleri olarak iki biçimde sınıflandırılabilir. Dışişleri Bakanlığı, Pentagon ve CIA, ana siyaset akımı belirleyicileri olarak, en öne çıkan kurumlardır. İçte, ekonomik olarak üç oligarşik şirketler, holdingler grubundan söz edilebilir. Bunların başında, finans oligarşisi ilk sırada gelmektedir. Bankalar, borsalar ve kredi derecelendirme kuruluşları aracılığıyla, “dolar” imparatorluğunun hükümranlığı kontrol edilmektedir. İkinci sırada ise, sanayii oligarşisi içindeki başat kuruluşların adlarını söylemek gerekir. Bunlar sırasıyla, uzay ve askeri teknoloji firmaları, sağlık ve ilaç sanayi kuruluşları, hidrokarbon-petrol şirketleri ve dünya tarımını kontrol altında tutan tarım ve gıda sanayidir.
7- Bu hegemonya, ABD Başkanı ve ABD Kongresi üzerindedir, belirleyicidir ve son söz sahibidir. Siyaset aparatçıkları (başkan ve yönetim aygıtı, senato ve milletvekillerinden oluşan Kongre); bu çıkar çevrelerinin stratejilerine göre, tüzel kişilik olarak, bir yansıtma ve uygulama aracı işlevini görmektedir.
8- Dolayısıyla, ABD başkanları taşeron olarak gelir, geçer ve fakat ABD çıkarları açısından jeopolitik, jeostratejik bütün kararlar, bu oligarşik kurumsallıkların tayin edici rolüne göre kısa, orta ve uzun vadeli olarak hüküm sürer.
9- Pentagon, ABD’nin esasen askeri bir devlet olmasının ara yüzüdür. Generallerin, ABD için yüksek çıkarlar olarak tayin ettikleri hususlar her ne ise, Kongre ve başkan, bu sınırların dışına çıkamaz. Pentagon, askeri ve uzay sanayi firmalarının resmi devamı ve dünyaya silah satışlarının garantisi olarak sayılabilir. ABD’nin savaş ekonomi-politiğini de bu fasıldan okumak mümkündür. Nitekim, emekli olan generaller, kolaylıkla bu firmalarda danışmanlık görevlerine gelebilmektedir.
10- ABD’nin dış dinamikleri bakımından geliştirdiği politik strateji, esasen “Atlantik Ötesi” bölgelere ve projelere göre şekillenmektedir. Bu, dünya sorunlarını ve savaşlarını ABD sınırlarından dışarıda tutma koduna dayanmaktadır. Bunları sırasıyla, Güney-Doğu Asya ekseni, Çin jeopolitiği, Asya içi Pakistan, Hindistan, Afganistan doğrultusuyla, kaygan Kafkasya’ya uzanan ve oradan Büyük Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’e sıçrayan, Ortadoğu ülkeleriyle beraber, özellikle Kuzey Afrika ülkeleri sınırlarını da tasarlayıp, düzenleyici bir kuşak olarak okumak mümkündür.
11- ABD’nin, iş birliği yaptığı, vesayetçi roller biçtiği, pek çok ülkeden, adı terörle de beraber anılabilecek örgütlere kadar, derin, geniş bir ilişkiler ağı bulunmaktadır. Buna, Avrupa Birliği ilişki-tasarım dinamikleri de dâhil edilmelidir.
12- Bu iş birlikleri çerçevesinde, ABD’nin gerçek olarak iki stratejik ortağı bulunmaktadır. Bunlar İngiltere ve İsrail’dir. Stratejik ortaklık, “ceteris paribus-bütün diğer faktörler sabit olduğunda” bir içsellik ve her ne olursa olsun, dayanışma taşıyıcılığıdır ve vazgeçilmezdir.
13- Son ABD seçimleri, pek çok başka faktörün yanı sıra, seçilmiş ve seçilememiş başkanlar bakımından, adeta ABD’nin, bir “Trump-Çin”, “Biden-Rusya” ikilemi yaşamasına da zemin olmuştur.
14- Büyük Ortadoğu Projesi (BOP); büyük ölçüde İsrail’in güvenliğinin ve Ortadoğu bölgesindeki ABD’nin diğer çıkarlarının korunması bakımından, dün ABD açısından ne denli önemliyse, bugün aynı önemini de korumaktadır.
15- Proje asıl olarak, iki vekâlet devletin ortaya çıkarılması üzerine tasarlanmıştır. İlki Irak ve Suriye’nin bölünmesi ile Türkiye’nin güneyinde ve bu iki devletin sınır bütünlüğünü ortadan kaldıracak şekilde, şimdiki sınırlarının kuzeyinde, Büyük Kürdistan’ın kurulmasını öngörmektedir. Bu fasılda hayli yol alınmış görünmektedir. Projenin ilk ayağının gerçekleşmesi ile nüfuz bölgesi olarak, büyük ölçüde Türkiye’den koparılacak ve nispeten daha dar anlamda İran’dan elde edilecek coğrafyalarla hem büyük Kürdistan sınırlarını şekillendirmek ve hem de daha kuzeyde Kafkasya’ya nüfuz alanı girdisi sağlayacak Büyük Ermenistan’ın yapılandırılması öngörülmüştür. Yani bu anlamda, halen Birinci Paylaşım Savaşı'nın Osmanlı mülkü paylaşım süreci, tarihsel olarak bitmemiştir ve baştan kurgulanmakta ve hedeflenmektedir. Kürdistan’ın Akdeniz’e açılması ve Ermenistan’ın Kürdistan’la birleşen sınırlarıyla görece denizle ilişkisinin kurulması, İsrail’in, mevcudiyet ve sınır güvenliğini sağlayacak, diğer taraftan su zenginliği başta olmak üzere var olan doğal kaynakların ABD açısından kontrolünün de sağlandığı bir ilişkiler ağı olarak öngörülmektedir. Kısaca orta-uzun vadeli bir stratejidir.
16- Ne ki, Türkiye’nin Irak ve Suriye’deki askeri mevcudiyeti ABD çıkarlarıyla ters açı yapmış vaziyettedir. Diğer yandan, bölgede Türkiye-Rusya ilişkilerinin de geldiği nokta, ABD’ye bir pozisyon kaybettirmiş görünmektedir.
17- Arap Baharı ve turuncu devrimler bu büyük projenin parçasıdır.
18- Arap yarım adası, Afrika’dan Süveyş Kanalı ve Kızıldeniz’le ayrılır. Kızıldeniz’in Aden Körfezi'ne ve sonrasında da Hint Okyanusu’na açılan kapısı, Babülmendep Boğazı'dır. Projenin jeostratejisi bakımından, Süveyş Kanalı’nın kontrolü hayli önemlidir. Bunun başında, Mısır ve İsrail arasında bir ittifak oluşturmak ve sırasıyla Körfez krallıklarını bu sürece dâhil etmek, diğer adımları oluşturmaktadır.
19- Yarım adanın diğer tarafı, çıkışı Hürmüz Boğazı olan Basra Körfezi'dir. Basra Körfezi, büyük ölçüde İran kontrolündedir. Hem körfezin ve hem de oradan Hint Okyanusu’na çıkan deniz yollarının kontrolü açısından önem arz eden de Hürmüz Boğazı'dır. Boğaz kapısında o nedenle Amerikan donanması, en büyük uçak gemilerinden birisiyle nöbet tutmaktadır.
20- Bütün bu bölgelerdeki hedef, ABD’nin, kendi tasarımına uyan müttefikleri ile beraberce sağlayacakları siyasal düzenlemelerle, İsrail’in bekasını garantiye almak ve ABD’nin hem bölgesel siyasal çıkarlarını ve hem de petrol üzerindeki kontrolünü önemle sağlamaya yöneliktir.
21- Bu karışık denklemler içinde Türkiye, NATO dolayısıyla bir ABD müttefikidir. Yine Türkiye, NATO şemsiyesi altında “kontrollü bir güç” olarak elde tutulduğunda, sırtı zaman zaman sıvanan “zararsız ortak” sınıfında mütalaa edilmiştir. Bugün ise, ABD çıkarlarına aykırı düşmeye başlayan “kontrolsüz bir müttefike” dönüşmüş durumdadır. Kısaca ne yardan, ne serden konumunda olan ve jeostratejik coğrafyası nedeniyle halen vazgeçilmez ittifak ortağı kabul edilen ve terbiye edilerek, yeniden konsolide edilmek istenen bir resim ve harita konumundadır. Ancak, tahammülde bir son noktaya da gelinmiş gibi görünmektedir. Hem NATO müttefiki ve hem de AB ülkesi olan kimi devletler, Türkiye’yi bir “haydut devlet” olarak niteleme noktasında durmaktadır.
22- ABD’nin Orta Doğu'da düşman gördüğü ülke ise İran’dır. İran’ın parçalanması baş hedefleri arasındadır.
23- Kimi iktisatçılara bakılırsa, ABD ekonomisi 750 trilyon dolarlık yeni bir finans köpüğü biriktirmiş durumdadır. Yeni başkanın, ABD çıkarlarına uygun olarak, dış stratejilere ilişkin sorunları çözme zorunluluk ve zorluklarının yanı sıra, bu köpüğün geçmişteki gibi patlamasına engel olma gibi bir karabasanları daha vardır. Bu mümkün olmadığında, bu kez ABD hem kendi enkazı altında kalabilir ve hem de gerçek bir üçüncü savaşın yolu açılabilir.
Manzara eksiklikleri olsa dahi bu minvaldedir. Ve ABD’nin seçilmiş başkanının Türkiye’ye karşı nasıl tavır takınacağı, kendi ufkuna ve şahsi görüşlerine bağlı olmayarak, “müesses nizam” tarafından kendisine telkin edilecektir. Yani sahnede oynayacağı rolün, okuyacağı tiradın ne olacağını ancak zaman gösterecektir.
BİRAZ DA TÜRKİYE MANZARASI...
Şunlar söylenebilir…
1- Türkiye’nin bir gücü varsa, bu büyük ölçüde jeostratejik konumuna aittir.
2- Bulunduğu coğrafyada, dünyadaki elli yedi İslam ülkesi içinde, batı blokunda yer alan yegâne ülkedir.
3- Tarihsel, coğrafi ve halkının dini inanç kimliği, o elli yedi ülke bakımından da halen beğenerek veya beğenmeyerek dikkate alınan bir düzeydedir.
4- Dünyadaki G-20 ülkeleri arasında yer alabilecek bir ekonomik düzeye erişmiş olmasına karşın, kırılgan bir ekonomiye sahiptir.
5- En büyük dayanağı, güçlü bir askeri kapasiteye erişmiş olmasıdır. Bunun yanı sıra, yükselen bir askeri stratejisi ve savunma sanayi kapasitesine sahip olduğunu kanıtlar düzeye erişmiştir. Askeri platformlar olarak bağımlılıktan kurtulma işaretleri ve kendi göbeğini kendi kesme maharetleri, bölgede yaptığı operasyonlarla tanınır hale gelmiştir.
6- Geçmişte bir ABD kurgusu olarak enjekte edilmiş “Yeni Osmanlıcılık”, bugün kendisini “Mağripten Maşrık’a” diye özetlenebilecek bir bölgesel güç olma heves ve stratejisine terk etmiş vaziyettedir.
7- Jeostratejik olarak, sayılan coğrafyada tarihsel bir imparatorluk olarak hüküm sürmüş olması, halklarla sosyo-kültürel bir ilişkiler ağının da kurulmasını sağlamıştır.
8- Akdeniz’i, Arşipel (adalar) veya Ege Denizi ile ve kendi kontrolünde olan Türk Boğazları vasıtasıyla Karadeniz’e bağlayan ve dolayısıyla, Asya ve Avrupa arasındaki geçiş yolunu kontrol eden Türkiye’nin, AB’ye kabul edilmeme süreci veya ABD çıkarlarıyla ters düşen güven sorunları, NATO ittifakı bakımından da en büyük ikilemdir. Sorunların başında, adanın mevcut durumuna ilişkin, Kıbrıs’ın garantörlüğünü paylaştığı, Yunanistan’la yaşanan problemler kadar, kritik diğer bir başlık da Ege Denizi ve adalar sorunudur. Her ikisinin de Osmanlı’ya dayalı derin tarihsel kökleri bulunmaktadır.
9- Sovyetler zamanında, sınır komşusu olduğu Rusya ile Rusya tarihsel jeopolitiğinde önemle yer alan, “Avrasyacılık” jeostratejisi günümüzün “Dugin” tarafından yeniden ve “Yeni Avrasyacılık” kodlarıyla revize edilmiştir. Rusya ile ilişkiler adeta bu temelde yürütülür görünmektedir. Bu da Türkiye’nin batı bloku içindeki yerini sorgulatmaktadır. Esasen bu pozisyon, bir rüya değilse, Türkiye’ye şimdilik bazı avantajlar da sağlayabildiği izlenimiyle bitiştirilebilir.
10- ABD seçimlerinin sonucuna göre, Ocak 2021'de Beyaz Saray’da kim oturacak olursa olsun, Türkiye ile ilişkilerin nasıl olacağına ve şimdiye değin sağlamış olduğu pozisyonları da dikkate almadan toptancı bir karar vermek mümkün görünmemektedir.
AZICIK DA RUSYA VE ÇİN'E DAİR...
1- Önce Rusya’dan başlamak gerekir. Rusya 20. yüzyılda üç farklı rejimle yönetile gelmiştir. Bunlar Çarlık, Sovyetler ve Federasyon'dur. 2 yüzyılın bitmeye yakın ilk çeyreğinde, eski komünist Putin, Rusya Federasyonu’nun başkanı olarak hüküm sürmektedir.
2- Rusya, geçmişin iki kutuplu dünyasında, diğer merkez ülke olarak, dünya panoramasında koltuk sahibiyken, Sovyetler sonrası, yeniden, eski yerine doğru ilerlemektedir. Ancak, Doğu Avrupa’yı kaybetmiş vaziyettedir. Halen içte de ve hem Kafkasya’da hem de Asya derinliklerinde yer alan muhtemel bir “Turan devletleri” yapılanmasının şekillendiğini de izlemektedir ve bundan dolayı da tedirgindir. Bu manzara, Türkiye ile inişli yokuşlu ve ancak kopmayan bir siyaset tarzı dilini de oluşturmuş durumdadır.
3- Önemli bir ekonomi sayılmasında ölçek olan başlıca sanayi kapasitesi, doğal kaynakları, hidrokarbon yatakları ve yüksek askeri teknolojisidir.
4- Bu kapasite, ona dünya ekonomisi içinde 1,6 trilyon dolarlık bir ticaret hacmi sağlayabilmektedir.
5- Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesinden birisi ve nükleer kapasitesi ile ABD ile aşık atarak, bütün Amerikan başkanlarının halen korkulu rüyası olmayı da muhafaza etmektedir.
6- Rusya’nın Çarlık döneminden bu yana muhafaza ettiği jeostrateji, Avrasyacılık temellerine dayanmaktadır. Bu politikanın günümüzdeki temsilcisi Dugin ise, halen Putin’in danışmanlığını yapmaktadır. Rusya’nın “Yeni Avrasyacılık” jeopolitiğinin sınırları, Avrupa içlerinde Almanya ve Fransa’yı da kapsamaktadır. Bu husus da Rusya’nın Libya’da ne işi var (?) sorusunun yanıtı olabilir.
7- Dugin, Türkiye’ye yönelik olarak, her iki ülkenin kaderinin birbirleriyle beraber olmak olduğunu, 2004'te Türkiye’de verdiği konferansta anlattığı gibi, halen aynı sazı, iki-dört tezene vuruşuyla, terennüm de etmektedir.
8- Türkiye ile Rusya’nın yakın vade ilişkilerine bakarsak, doğal gaz taşıma yollarındaki işbirliği, Türkiye’ye nükleer santral kurulması ve teknoloji verilmesi ve son zamanlardaki S 400 askeri teçhizat satışları, bu jeostratejik ilişkilerin en canlı örnekleri arasındadır.
9- Rusya’nın, sıcak denizlere en kestirme iniş yolu da Türk Boğazları'ndan geçmektedir. Bu da Rusya ve Türkiye arasındaki en kritik yol arkadaşlığı başlıklarından birisidir. Rusya’nın Akdeniz dâhil, Afrika-Libya kıyılarında varlık gösterebilmesi, farklı çıkar ilişkilerine karşın, ilişkilerin faydacı bir biçimde sürdürülmesini bu bağlamada olanaklı kılmaktadır.
10- Rusya’nın, içten olmasa da Türkiye’yi bir bölgesel güç olarak tanıma eğiliminde olmasının en sıcak kanıtı, çeşitli devletlerin Biden’ın başkanlığını kutladıkları gece, Putin ve Recep Tayyip Erdoğan arasında yapılan telefon görüşmesidir. Akabinde Azerbaycan-Ermenistan savaşı sonlandırılmış, Azerbaycan’ın galibiyetini onaylatan bir anlaşma imzalatılmıştır. Şimdi Türkiye ile bölgede gözlemci sıfatı ile devriye ve izleme askeri mutabakatı da ilan edilmiştir. Böylece, AGİT-Minsk grubunun diğer iki gözlemci üyesi ABD ve Fransa, devre dışı bırakılmış olmaktadır.
11- Çin’e gelince, uyuyan bir dev uyanmaktadır…
12- Bugünkü ekonomik gelişkinlik parametreleri dikkate alındığında dünya liderliği tahtına Çin oturacak görünmektedir.
13- 1.5 milyarlık dev bir nüfus ve bugün dünya ticaretinde 12-18 trilyon dolarlık kapasitesi ile bu ulaşmış olduğu yeri bakımından, ABD’nin tam bir korkulu rüyasıdır. Çin’in başkenti Pekin’de uluslararası beş yüzden fazla şirketin birinci ya da ikinci ana merkezinin bulunması, yine bu bağlamdan değerlendirilmelidir.
14- Büyük bir sanayii ve yüksek askeri teknolojisi bulunmaktadır. Güvenlik Konseyi'nin daimi üyesidir ve en büyük nükleer kapasiteye sahip ülkelerin başında gelmektedir.
15- Çin’in kendi coğrafyasından hareketle, “Yeni İpek Yolu ya da Kuşak-Yol” projesi, ABD’nin hem genel ve hem de Orta Doğu-Afrika proje ve çıkarları bakımından, en büyük korkulu tehdit olarak kabul edilmektedir.
16- Çin’in bu anlamda, Türkiye ile olan ve kısmi olumluluk içeren ilişkileri de ABD açısından başka bir tehlike çanı oluşturabiliyor diye de düşünülebilir.
Burada, artık AB’ye ilişkin kördüğümler üzerine başka bir söz söylenmeyecektir. Laf uzamış ve tadı kaçmış olmasın diye bitiriyorum.
Bunca malumat ve değerlendirmeden sonra, ABD başkanlığına kim gelirse gelsin, ABD “müesses nizamı” ve sahip olduğu tüm düşünce kuruluşları, başkanın önüne mutlaka bir strateji dosyası koyacaktır.
Ağlamaya veya sevindirik olmaya gerek bulunmamaktadır.