Kamuoyunun fazla dikkatini çekmeyen yedi rektörün, RTE’ce, üniversiteleri başına atanmasını saymazsanız, akademi meselesinde geçen haftanın iki önemli olayı İstanbul Üniversitesinde yapılan rektörlük seçimleri ile sekizincisi İzmir’de toplanan üniversite kurultayı oldu…
Rektörlük seçimleri diye adlandırdığıma bakmayın; 2547’nin ilgili düzenlemesi bir nabız yoklamasından ibarettir ve esasında maskaralıktır…
Önce üniversitenin “öğretim üyesi” denilen ahalisi yani yardımcı doçent, doçent ve profesörleri sandık başına gider. Verilen oylardan ilk altı, listeye girmiş sayılır ve YÖK beylerinin süzgecine gönderilir. İlk üç seçimi yapılmadan önce, bu ilk altı görüşmeye (mülakata) çağrılır. Maskaralık devam eder. Rektör aday adayları projelerini anlatır. Sonra adaylara verilen oylar dikkate bile alınmadan YÖK beyleri ilk altı içinde bir üç kişilik liste tensip eder ve istediğini istediği sıraya getirir. Sonrası malumdur; cumhurbaşkanı önüne gelen listeden istediğini üniversitenin başına “rektör hoca” yapar. Böylelikle maskaralık zinciri tamamlanır. Üniversitesince birinci sıraya değer görülen aday, bir bakmışsını ki, ya YÖK’çe cumhurbaşkanına sunulan listeye girmeye bile değer bulunmaz; ya da listedeki yeri olan birincilik uygun bulunmaz ve “baş müderris” olarak hazreti reisicumhur tarafından, sadaret makamına atanmaz.
Sonra gelsin sızlanmalar. Oysa İstanbul Üniversitesi, bu kez AKP parti-devletinin münasip bulacağı bir adayı değil, Haziran Ruhunun dayanışmasını sandıktan açık ara birinci çıkarmıştır. Ne ki Raşit Tükel’i, YÖK Beyleri ikinci sıraya almıştır ve şimdi perdenin kapanması için RTE’nin son hamleyi yapması beklenmektedir.
Mesele “bilim ve iktidar” meselesidir. Daha önceleri bu konuya dair yazmıştım; 8. Üniversite Kurultayı’nda da aynı başlıkta bir de konuşma yaptım. Kapitalist sermaye düzenini meşrulaştırma ve sistemin kendini yeniden üretim aracı olarak, bilim hem kavram ve hem de kurum olarak sermayeye gereklidir. O bakımdan da, bilimin üretilmesini sağlayacak kurumların başında gelen üniversitede kimin yönetici olacağı da siyasi erk sahibi olan “iktidar”ca belirlenmektedir. Kısacası üniversite ahalisine göstermelik sandık oyunları oynatılmakta ve sonra, siyasi iktidar dizginleri elde tutup kendi bildiğini okumaktadır.
İşin içinde bir kısır döngü bulunmaktadır. Üniversite ahalisi açısından dayanılmaz bir çaresizlik oluşmaktadır. Raşit Tükel olayı da bundan farklı olmadan milletin gözü önünde cereyan etmektedir. Sandıktan birinci çıkarken, RTE’nin önüne gönderilen listede ikici sıraya kaydırılmış bulunmaktadır…
Raşit Tükel olayındaki yenilik, Haziran Direnişinden sonra bir ilk olmasından gelmektedir. Yunus Söylet, üniversiteyi AKP’ye uzun süreli konsolide eden rektör olarak hizmet etmiştir. Sonra hazret, bu Haziran seçimlerinde AKP saflarından milletvekili adayı olabilmek için istifa etmiştir. İşte bir ara dönem örneği olarak, bu rektörlük seçimleri bir zorunluluktan doğmuş ve böylece hem üniversiteye, hem de siyasi iktidara, rektörlük seçimleri bakımından bulundukları mevzileri yeniden belirleyebilmek bağlamında da yeni bir fırsat doğmuştur.
Raşit Hoca’dan başka, kuşkusuz diğer adaylar da bulunmaktadır. Raşit Tükel olayında, olağan süreçte bir değişiklik olmazsa, RTE, YÖK’ün ilk sıraya koyduğu ikinci aday Mahmut Ak’ı rektörlüğe atayacaktır.
Mahmut Ak, seçim öncesi hem Yunus Söylet’in yardımcılığını yapmış ve hem de seçimden açık ara yenik ve ikinci olarak çıkmış bulunmaktadır. Buna karşın, Raşit Hoca’nın destekçi tabanı, üniversitesinin bütün bileşenlerini kapsamaktadır. Sadece öğretim üyeleri değil, asistanlar, öğrenciler ve üniversite çalışanları da bu saflarda bulunmaktadır. Destekçilere tek bir siyasi kılıf atfı yapmak söz konusu değildir. Farklı düşünce ve inanışta olanların Raşit Hoca’nın programatik açılımında bir araya geldikleri görülmektedir. Kısacası, Raşit Hoca girişimi, tam da Haziran Ruhu’na uygun bir “Birleşik Akademi Hareketi” (2) görüntüsü içermektedir. Bu son derece önemlidir. Zira bir taraftan teslim alınamayan bir aydınlanmacı bilim anlayışı, üniversitede tekrardan ayağa kalkabilmiş ve diğer yandan da devletlûlarının bilim anlayışına ve sarayına, üniversitenin teslim olmayacağı bir kez daha gösterilebilmiştir. Kısacası, şeklen ve ruhen İstanbul Üniversitesinde, AKP gericiliği yenilmiştir.
Şimdi bir ümit ışığı doğmaktadır. AKP iktidarının alaşağı edileceği siyasi süreçlerde, üniversitelerde, gericilik iktidarları süpürülmeyi beklemektedir…
Bu başlıkta son söz, aydınlanmacı ve ilerici bir bilimci olarak Raşit Tükel Hoca’nın kendi programatik açılımı ve başlıkları olsun…
- “Üniversitede bilimin ve aklın savunuculuğunu yapmak;
- Üniversitede ki, bilimsel eğitim ve araştırmayı halkın ihtiyaçlarına göre hizmete sokmak;
- Eğitimde ve sağlıkta ticarileşmeye ve özelleştirmelere karşı durmak;
- Demokratik bir üniversite talebinin temsilcisi olmak ve emekçilerden taşeron işçilere, akademisyenlerden öğrencilere kadar tüm bileşenlerin bir aradalığını savunmak;
- Taşeronluğa karşı olduğunu, işçi sağlığını ve iş güvenliğini savunmak;
- Üniversitede öğrencilerin özgürlük ortamını savunmak;
- Üniversitede yönetimde şeffaflık ve katılımdan yana olmak.”
***
Sekizinci Üniversite Kurultayı, Ege Öğretim Üyeleri Derneği (EGÖDER) ev sahipliğinde, 20-21 Mart tarihlerinde İzmir’de toplandı…
Üniversite Kurultayları 90'lı yıllardan bu yana üniversitedeki aydınlanmacı ve ilerici kamuoyunun soluk aldığı toplantılar olarak gerçekleştiriliyor. Ev sahipliğini de, akademinin ilerici öğretim elemanları dernekleri ortaklaşa yürütüyor. Son üç toplantı bu dernekler içinden gönüllü olanının ev sahibi ve önderliğinde yapılıyor. Bu kez de sıra Ege Üniversitesi'ndeydi…
Toplantı hayli zor koşullarda gerçekleşti. Zira öğrenci olayları nedeniyle tam bir sıkıyönetim yerleşkesine dönüşen Ege’de, Üniversite Yönetimi önce Kurultaya izin verip, sonra yapılacak etkinliği akademik saymayarak, hem kendi bilim anlayışına ihanet etti; hem de kurultay iki ayrı gün, iki ayrı otel mekânında yapılmak zorunda kalındı…
Böylece AKP iktidarı döneminde, üniversitelerde aydınlanmacı tutum ve program içeren bütün toplantıların başına gelen, bu toplantı ile bir kez daha gerçekleşmiş oluyor. Şiddetini daha da arttıran baskıcılık ya biat, ya da ortada görünmeme tezahürüne uygun olarak, öğretim elemanı, öğrenci ve üniversite çalışanının katılımına kapanıyor, korku dağları beklediğinden olsa gerek bunlardan hayli etkileniyor.
Yani on binlerle insanın yaşadığı bir yerleşkede, akademi kurultayında, azdık, özdük ve haydi öyle söyleyelim, nitelikli bir kalabalıktık…
Toplantının iki özelliğinden birincisi, “Alpaslan Işıklı Hoca” anısına ve adına düzenlenmiş olmasıydı. İkincisi ise, üniversitenin kendi hocası olan “Rennan Pekünlü Hoca” adının da ilk oturuma verilmesiydi. Ayrıca “Direnen Bilim İnsanı” ödülü de bileğinin hakkı ve örnek oluşuyla ona değer görüldü.
Rennan Pekünlü, akademik gericiliğin, hapishaneye ve esarete kendi eliyle teslim ettiği bir onur abidesi olarak şimdi Foça günlerinin çilesini dolduruyor. Nisan’ın 8’inde tahliyesi var. Kendine ve çevresindeki diğer mahkûmlara, bir aydınlanma kampına çevirdiği hapishane koğuşunun içerideki aydınlığından, dışarıdaki aydınlanma mücadelesine yeniden katılacağı günleri sayıyor…
Yukarılarda da söz ettim. Bu toplantının çağrılı konuşmalarından birisini de ben yaptım. “Bilim ve İktidar” meselesini bir kez daha gözden geçirdim. Burada o ayrıntıları yazmayacağım. Sadece Kurultayın sonuç bildirgesine giren ve "Birleşik Akademi Hareketi"nin ilkesellikleri olarak kabul edilebilecek başlıklara burada yer vereceğim. Meraklısı ayrıntılarını başka adresten okuyabilir …
1. “Üniversiteler ve akademisyenler olarak, susturulmuşluğu ve sindirilmişliği kabul etmiyoruz. Toplumu aydınlatma ve topluma yön verme işlevi, üniversitelerin asli görevidir.
2. Laiklik, aklı ve evrensel değerleri önceleyen çağdaş eğitim ve özgür bilimin, olmazsa olmaz ana koşuludur.
3. Üniversitelerde nitelik, niceliğin önünde olmalıdır.
4. Çağdaş bir yüksek öğretim modelinden söz edebilmek için akademik, mali ve yönetsel açıdan tam bir özerklik gerekir.
5. Üniversite Sanayi işbirliğinde piyasanın değil, toplumun çıkar ve ihtiyaçları temel amaç olmalıdır.
6. Üniversitelere girişte para değil, başarı ölçüt olmalıdır.
7. Üniversitelerde baskı ve şiddet değil, özgür düşünce, özgür bilim ve sağduyu egemen olmalıdır.
8. Bilim ve sanat toplumsal kültürün oluşmasında birbirinden ayrılmaz iki evrensel değerdir.
9. Evrimi dışlayan bir eğitim sistemi bilimsel olmaktan uzaktır.
10. Üniversite rektörlük seçimlerinde öğretim üyesi iradesi tanınmalıdır.
11. “Direnen Bilim İnsanı” ödülü Prof. Dr. Rennan Pekünlü’ye verilmiştir.”
Bildirge şöyle sonlanıyor:
İçinde bulunduğumuz tüm olumsuz koşullara rağmen üniversite öğretim elemanı dernekleri aydınlanma ve örgütlenme mücadelesini sürdürmeye kararlıdır. Kurultaylarımız bu mücadelenin temel araçları olmaya devam edecektir.
“Dağ nice yüksek olsa da yol onun üzerinden aşar”