Bir tarih yazısı: Uğur Cilasun’u anmak…

Tıp ve eczacılık; tarihi, kadim mesleklerdir.

Prehistorik buluntulardan bile, insanların hastalıklarla mücadelesine dair nice izlere rastlıyoruz. Tedavi için, doğayı nasıl deneyimlediklerine dair bulgular ediniyoruz. Uzun lafa gerek yok; bu mesleklerin geçmişten gelip, geleceğe nasıl kaybolmadan ve daha güçlü adımlarla yürüdüğünü, her geçen gün daha iyi anlıyoruz.

Meslek ve akademi

Bu mesleklerin kazanıldığı iki tür akademi var.

İlki, kuşkusuz mesleklere ilişkin eğitim kurumlarıdır. Bu kurumlarda tıp veya eczacılık öğretisine adım atanlar, sonuçta işlerinde uzmanlık mertebesine ulaşmayı belgeleyen diplomalarıyla hayata atılıyorlar. Hayatın göstergeleri içinde de mesleklerini uyguluyor, yeniden ve yeniden öğreniyor, geliştiriyor ve ilerliyorlar. Bu hayat içinde yol yürüme ikinci akademinin giriş kapısı oluyor. Kimileri ikinci akademide de okuyarak bu işi daha iyi öğreniyorlar.

Öyleyse bu akademi nedir diyelim!

İkinci tür akademi, bilimsel öğretinin dışında ve onu da kapsar biçimde, mesleğin tanındığı ve mesleki uygulamaların insan yararı için yeniden kurulup, biçimlendirildiği meslek örgütleridir. Diplomasını eline alan hekim veya eczacı, mesleğinin ne olduğunu ve insan yararına nasıl çalışılması gerektiğini, ancak meslek örgütlerinin içinde çalıştığı takdirde yeniden ve yeniden daha iyi belleyebiliyor…

Buraya kadar yazdıklarım için cilt, cilt kitaplar yazılmıştır ve yazıla da bilir. Ama burası için, şimdilik hepsi bu kadar.

Meslek ve kendime dair…

Kendi mesleki geçmişime atıf yapacak olursam, her iki akademiden de mezun oldum ve halen her iki akademinin hem öğretmeni ve hem de öğrencisi olmaya devam ediyorum. Yani soluk tükenene kadar, soluk soluğa bir yürüyüşün yolculuğundayım henüz…

Mesleğin bilimsel çerçevesini, Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi'ndeki öğrencilik hayatımda yaşadım. Bu, hiç bitmeyen bir öğrenciliktir. Yaklaşık yarım yüzyıl önceki farmakoloji bilgileriyle, şimdiki arasında bile yüzlerce kat değişiklik ve gelişme vardır. Bilebildiklerimin yanında, bilmem gerekenler devasa kütüphaneler boyutundadır. Bir örnek olsun 1988-2017 yılları arasında dünyada farmakoloji ve eczacılık alanında yayınlanmış 1 milyon 269 bin 593 makale varken, bu sayı Türkiye için 15 bin 446 dır (*). Yani bırakın dünya literatürünün tümünü okuyabilmeyi, Türkiye yayınlarının hepsini okumak bile bir ömür süresidir.

İkinci akademim, mezuniyetimle birlikte başladı. Hemen Ankara Eczacılık Odası'na kayıt yaptırdım ve mezuniyetimi takiben 1976'da yapılan Oda seçimleriyle birlikte, yönetimlerde ve çeşitli kurullarda meslek örgütünde çalışmaya başladım. Kısaca yarım yüzyıldır her ikisinde de halen öğrenciliğe devam ediyorum.

Bu malumata ihtiyaç neden mi?

Çalıştığım bir ömür sürecinde, ne çok insan, meslektaş tanıdım; düşününce hayret ediyorum.

Türk Tabipleri Birliği’nden tanıdıklar: Uğur Cilasun ve…

Size, eczacılık meslek topluluğundan bahsetmeyeceğim. Bir başka kardeş meslek grubundan, hekimlerden ve oralarda tanıdığım, kimi hatırladıklarımdan bahsedeceğim…

Geçtiğimiz günlerde acı bir kaybımız oldu. Türk Tabipleri Birliği’nin (TTB) saygın oğullarından birisi, Dr. Uğur Cilasun, bayram arifesinde doğaya armağan verildi.

3 Ağustos’ta da, Cumhuriyet’teki köşesinde, Erdal Atabek, “Uğur Cilasun’u yazmak” başlıklı bir makale kaleme aldı.

1976-1983 yılları arasında Ankara Eczacı Odası'nda görevli olduğum dönemlerde Ankara Tabip Odası en yakın çalışma, dayanışma meslek örgütü olarak anılarımın içinde yer alıyor. İlk tanıdığım TTB Başkanı, dönemin efsane mücadele adamlarından birisi, bir yurtsever olan Erdal Atabek’ti. Önemli esin kaynaklarımdan birisiydi.

Uğur Cilasun da, o dönem Ankara Tabip Odası'ndan da ilk tanıdığım isimlerden birisiydi. O dönemde daha sonra TTB Merkez Konseyleri'nde de yer alan Nevzat Eren Hoca'yı, Dr. Hüsnü Çuhadar’ı ve kaybına çok yandığımız Ata Soyer’i hiç unutamam. Hepsi devrimci, yurtsever insanlardı. Nevzat Hoca'yla Hacettepe’deki odasında, toplumcu sağlık hizmetleri örgütlenmesine dair ve bu yapının hekim ve eczacı ayağı bağlamında ne güzel çalışmalar da sürdürmüştük. Onları şimdi saygıyla, sevgiyle hatırlıyorum. Hüsnü Çuhadar’la daha sonraları bir yoldaş olarak da kesiştik. En değerli arkadaşlarımdan birisidir.

Uğur Cilasun’la arkadaşlık ve dayanışmamızın bir başka ayağı, benim TEB Genel Sekreterliğim zamanına düşer. 1985 yılı Türk Diş Hekimleri Birliği’nin kuruluşudur.  Birliğin ilk başkanı Yılmaz Bilgin unutulmaz isimlerden birisidir ve ilk Konsey Sekreteri de Eser Cilasun’dur.

TTB, TDB’nin kuruluşuna kuşkusuz en büyük destekçiydi. Aynı dönemde TEB de bir yandan kendisini Ankara’da yeniden örgütlerken, meslek örgütleriyle ve kuşkusuz TDB ile de dayanışma ve destek içindeydi. Uğur Cilasun’u, eşi Eser Hanım'ın yanında en büyük destekçi ve örgütçülerden birisi olarak da tanıdım. Yaptığımız toplantılarda, sohbetlerimizde örgütçülüğünden ve dayanışmacı çabalarından çok esinlendiğimi hatırlıyorum.

TTB içinden başka kimleri mi tanıdım? Kuşkusuz şimdi hatırlayabildiğim kadarıyla…

Tanıdıklarım içinde büyük ekseriyet Merkez Konseyi üyeleridir.

Örneğin, hekimbaşı Nusret Fişek Hoca, sadece TTB’nin değil, Türkiye’nin kamucu sağlık hizmetlerinin en büyük örgütçülerinden birisiydi. 1961 tarihli, “Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirmesi Hakkında Kanun’un” büyük mimarı olmuştu. Yurtsever halk sağlıkçı hekimbaşı olarak son nefesine değin hem akademik ve hem de meslek örgütçülüğü çabalarını sürdürdü götürdü. Ona, Genel Sekreterlik de yapmış olmanın onurunu taşırım. 1987'li senelerde Türk Tabipleri Birliği, Türk Diş Hekimleri Birliği, Türk Eczacıları Birliği ve Türk Veteriner Hekimleri Birliği bir araya gelerek “Sağlık Meslek Birlikleri Kurulu” adı altında, büyük bir dayanışma ve uğraşı vermiştik. Amaç, kimsesizlerin cumhuriyetinde, halk için kamucu sağlık örgütlenmesinin sağlanması ve ulaştırılmasını sağlamaktı. Bunun için yasal ve demokratik yollarda ortaklaşa ne mücadeleler verildi. Kısacası, eşit, parasız ve herkese ulaşabilen sosyalizan bir sağlık hizmeti kurma çabalarının ortakçıları olmuştuk.

Nusret Hoca, o dönemde Kurul Başkanı'ydı; ben de Genel Sekreteri. Diğer Birlik Başkanları Kurul üyeleriydi. Ecz. Haluk Tarım da Kurul Saymanı'ydı. 1988 yılında, Ankara’da Gazi Üniversitesi salonlarında yaptığımız Büyük Kongre’de, dört Birliğin Yasal Büyük Kongre üyeleriyle toplandığımızda sekiz yüzü aşkın delege, Türkiye’nin bütün sağlık sorunlarını masaya yatırarak, halkçı bir sağlık programı yazmıştık. Nusret Hoca da sandalyesinde hepimize ders olan çok önemli bir konuşma yapmıştı.

Tanıdığım TTB Başkanları içinde Ragıp Çam, Selim Ölçer, Gencay Gürsoy, Füsun Sayek, Bayazıt İlhan, Sinan Adıyaman, Türkiye’nin sağlık meselelerinde her zaman kamucu tavırları dillendiren ve mücadele eden insanlar oldular. Yine Merkez Konseyi üyeleri içinde olan Kazım Türker Hocam, Farmakolojide de feyz aldıklarımın başında gelir. Gürhan Fişek Hocam da unutamadığım hekimlerden birisi olarak anılarımda yer alıyor. Eriş Bilaloğlu, Feride Aksu Tanık, Haluk Özbay, Hande Arpat, Nilay Etiler, Metin Bakkalcı, Şükrü Hatun, Cem Terzi, bende yeri ayrı olanlardan birisi olarak Özen Aşut, Yavuz Üçkuyu, Erhan Nalçacı, Altan Ayaz, Ali Çerkezoğlu, TTB içinden önde gelen tanışlarım olarak anılarımda canlanıyor.

Derdim, burada isim saymak değil. O meslektaşlarımın hepsi yakınlık göstermeselerdi, beraberce bir sağlık örgütlenmesi mücadelesinin içinde olmasaydık, şimdi onları bilebilmem mümkün değildi. İçlerinden pek çoğuyla yoldaşlık hukukumuz da oldu. TTB’nin birçok kongresine, toplantısına “İlacın Ekonomi Politiği”ni anlatmak üzere onlardan davet aldım. Kitaplarına, dergilerine yazılar yazdım. Karşılaştıklarımızın hepsiyle hala kucaklaşıyoruz. Kuşkusuz Merkez Konseyi dışından kimi illerden de tanıdığım güzel ve meslek örgütünde mücadele eden hekimler oldu.

Sağlıklı yaşam hakkı…

İnsanın, sağlıklı yaşama hakkı; insan haklarının en başına yazılmış evrensel ilkedir.

Oysa günümüzün küresel diye yutturulan piyasa düzeninde, o sağlıklı yaşama hakkı, cebindeki para ile sınırlıdır. Hastane kapılarına “müşteri memnuniyeti” tabelalarının asıldığı bir düzende, hastanın müşteri olarak görülmesine bakacak olursak, sağlıklı yaşama ulaşma ancak cebindeki para ile sınırlı ve o kadardır.

Oysa hastalıklar geldiğinde, zengin ya da fakir diye seçim yapmaz. Sınıfsal farka bakmaksızın yaşadığımız sayrılıklar, bir ülkenin başkanı için de aynıdır; o başkanın sarayının merdivenlerini ovan temizlikçi için de…

Pandemi bunun ne menem bir olgu olduğunu bir kez daha göstermiştir. Köşe başında evsiz, barksız yaşayan yoksula da virüs bulaşmakta, ABD Başkanı da COVID pozitif olabilmektedir. Yarın bir gün, diyelim ki aşı bulunduğunda da insanları bekleyen en büyük tehlike, fiyatı nedeniyle yoksulların aşıya erişme şansının olmamasıdır.

Kısacası herkesin eşit ve kamusal bir hizmet ve emtia olarak sağlık ve ilaç hizmetine erişmesi en temel insan hakkı olarak her gün kendisini bir defa daha açığa koymaktadır.

Meslek örgütü, bir akademi olarak bana bunları öğretmiştir. Bu öğrendiklerimin hepsi, mesleki hedeflerim olarak, mesleki yaşam mücadelelerimin ayrılmaz parçası ve şiarı da olmuştur.

Yeri ve günü gelir, eczacılık mesleği içinde de toplumcu çabalarını iyi bildiklerimi buradan anlatırım.

Şimdi sıra Uğur Cilasun’daydı ve öyle olduğu için hekimleri konuştuk.

Bırakılan izler suya yazılmadı. Bu ülkenin oğulları ve kızları olarak onları ve mücadelelerini yüreklerimize kazıdık.

Tanıdığım ve göçen bütün güzel mücadele insanlarını anıyorum…

[email protected]