Bir vizyonerin izinde…

Türkiye sosyalist hareketi ve bir vizyon bildirimi” başlıklı yazıyı anlamak kavramak için söylenecek daha çok şey var...

Yaşamak ve aşmak insan hayatının anahtarlarından ve belki en önemlilerinden  birisidir. Acılar da bu kapsamda yaşanan ve aşılanlardandır herhalde. Acıyı, hüznü, yitirilenin büyük boşluğunu yanınızda taşırsınız ve ama hayata geri dönmek gidenin anısına, size aktardıklarına sahip çıkmak gibi bir göreviniz olduğunu da unutmamak zorundasınız. Peki bu nasıl olacak, sevgili Metin Çulhaoğlu’nun, ansızın giden dostunuzun, yoldaşınızın bıraktıklarına nasıl sahip çıkacak, ondan size geçeni doğru anlayıp anlamadığınızı nasıl sınayacaksınız? “İşte Metin’in eserleri yazdığı yazılar orada duruyor, okuyun” demekle yetinmek yerine kendinizi bu güç işin ortasına atmanız, ne anladığınızı aktararak onun başlattığı tartışmaların sürmesine katkıda bulunma cesareti göstermeniz daha iyi olmaz mı?

Metin’in yazdıklarını okur yeniden kavramaya çalışırken kitapları dışında iki önemli makalesinden söz ederek bu güç işe kendimce girişmek istiyorum. İlk yazı Komünist dergisinin Aralık 2019 tarihli sayısında çıkan “Türkiye sosyalist hareketi ve bir vizyon bildirimi” başlıklı yazıdır. İkinci yazı Bilim ve Gelecek dergisinin 220 sayısında yer alan “2072 yılının dünyası: Ancak bunları görebiliyoruz!” başlıklı yazıdır. Bu ilginç yazıyı değerlendirmeyi sonraya bırakarak Komünist’teki yazıya bakalım. Metin bu yazısında sosyalist hareketin güncel sorunlarından yola çıkar ama asıl meselesi hareketin vizyonudur. En önce de “sosyalist hareket”in niceliği ve niteliği konusunda uyarır bizleri. Alıntıların uzunluğu okuru şaşırtmamalı, nihayet uzun, kapsamlı, derin bir yazıyı anlamaya çalışıyoruz.

***

Şöyle değerlendiriyor Metin sosyalist haraketi: “Siyasetin yerleşik ölçütlerine bakıldığında bugün Türkiyede sosyalizmin gerçek anlamda bir hareket düzeyine ulaştığını söylemek güç görünüyor. Kimi tespitlerin, değerlendirmelerin ve öngörülerin çeşitli kesimlerde yaratabildiği etkiler bir yana bırakılırsa, ‘kritik kütleye’ ulaşmış olma, siyasetin akışı üzerinde belirli bir etki yaratma gibi ölçütler açısından ortada bir hareket olduğu söylenemez.” Bu kritik kütleye ulaşmanın öncesindedir sosyalistler. Ama kütleye ulaşmanın başlangıç verileri konusunda o kadar da umutsuz olmak gerekmez; çünkü sosyalistlerin yaptıkları değerlendirmelerin, saptamalarının en azından bir çıkış noktası olabileceğini kabul edebiliriz. Zaten Metin de cümlenin ikinci bölümünde bu verilerin ışığında daha umutlu konuşur. “Ancak der, eskisine göre sınırlı da olsa dünyaya, Türkiyeye ve sosyalizme ilişkin tartışmaların sürmesi, pek çok çevrenin sosyalistleri her şeye rağmen ‘muhatap’ sayması, en genç kuşakların sosyalizme olan ilgilerinin kesilmemesi, hatta pek olumlu bir durum sayılmasa bile kimi ‘ayrıntılar’ üzerinden yaşanan ayrışmalar belirli bir dinamiğin göstergeleri sayılabilir. Bu nedenle, ‘sosyalist hareket’ denmesinde fazla sakınca görmüyoruz.”

Bu saptamanın önemini vurgulamakta yarar var; sosyalist hareketin varlığını hep yapıldığı gibi hamasetin tuzağına düşerek, olmayan bir gücü vehmederek kutsamak hem bizi gerçeklerden uzaklaştıracak, hem de strateji kurmaya çalışırken verili koşulları yanlış okumaya yöneltecektir.

***

Bu ön kabulle devam edelim. Metin bu önemli yazısında kimi klişeler konusunda uyarılarda bulunuyor: Türkiye sosyalist hareketi, bugünkü durumunu ve geleceği değerlendirirken ‘12 Eylül’ün yarattığı tahribat temasını artık tamamen terk etmeli, ‘liberal virüs’ temasının kullanımına ise belirli sınırlar çizmelidir.”  Gerçekten de sık sık yinelediğimiz ama artık pratik bir anlamı kalmayan klişeyi bırakmak, sonrası ile bağını doğru kurmakta yarar var. 12 Eylül faşist darbesinin solu büyük ölçüde etkisizleştiren uygulamalarının bugünü anlamak ve anlatmak için yinelenmesinin önemi kalmamıştır; çünkü artık o baskı dönemi her anlamda geride kaldı. Başka bir düzeyde siyasal İslam olarak tanımlanabilecek rejim, ideolojik hegemonyasını büyük ölçüde kurdu, o dönemi içererek aştı. 2000’li yılların başından itibaren başka bir düzlemde baskılar süreklilik kazanmış, geçici bir süre için devlete hakim olmuş bir darbeden farklı, devletin yapısını ideolojik olarak dönüştüren ve süreklilik kazanmış bir yapıdan söz ediyoruz artık.12 Eylül faşist darbesinin önemli sonuçlarından birisi, o güne kadar kültür dünyasında egemen olan, siyasette de kendini gösteren solun liberal bir kuşatmayla etkisizleştirilmesi oldu. 12 Eylül darbesi yerini, siyasal İslamcı bir iktidara zemin hazırlayarak baskıcı bir rejimi perdeleyen “parlamenter sisteme” bırakırken, darbelenmiş solun boşluğu, iktidarı ideolojik olarak destekleyen, ona geniş bir alan açan liberallerle dolduruldu.

***

Siyaseti o yıllarda zehirleyen liberal virüsün bugünkü durumunu ve konumunu Çulhaoğlu şöyle tanımlıyor:  Liberal virüs” ise kuşkusuz bu ölçüde aşılmış, geride bırakılmış değildir. Ne var ki bugün ‘liberalizm’ belirli çevreler tarafından Türkiye sosyalist hareketinin fikir ve öneri geliştirme, belirli alanlarda eylemlilik sergileme çabaları karşısında pasifliğin gerekçesi haline getirilmiştir. Başka bir kesim nasıl hoşuna gitmeyen ne görürse bunu ‘Kemalizmden kopamama’ durumuna bağlıyorsa burada da ‘liberalizmden etkilenme’ hali tespit edilmektedir. Böylece, demokrasiden, insan haklarından, kadın hareketinden, çevre sorunlarından, ayrımcılıktan, vb. bahseden kim varsa peşinen ‘liberal’ damgası yemektedir.”

Liberallerin İslamcı iktidarın uygulamaları, baskıların yoğunlaşması karşısında tutumlarının yanlışlığını anlamış olmaları kuşkusuz önemlidir. Ama onların yaklaşımlarında köklü bir değişim olduğunu söylemek de zordur. Çünkü onlar hala Kurtuluş ve Kuruluşun tarihsel koşullarını anlamakta zorlanıyor, bu döneme ilişkin eleştirilerini sola yöneltmekten kurtulamıyorlar. Diğer yandan kendilerini solda  konumlandıran kimi çevreler de kendileri dışındaki tüm hareketleri liberal olarak damgalamaktan vazgeçmiyorlar. Bu kesimler liberallere yönelttikleri eleştirilerinde gerçeklerden uzaklaştıkça rejimle işbirliği konumlarına savrulma tehlikesiyle karşılaşacaklardır; bu da rejim karşısındaki geniş muhalefet cephesinin zararına bir sonuç doğuracaktır. Metin’in de vurguladığı gibi “bu tür ilkelliklere itibar edilmesi” çok büyük bir hata olacaktır.

***

Metin Çulhaoğlu’nun uzun yazısında bir vizyoner olarak günümüzde gündemin ön sıralarına geçen ittifaklar konusundaki görüşleri de bize ışık tutuyor. Metin bu konuyu ele alırken ufuk açıcı bir yaklaşımla ittifaklarla, “kapsama” arasındaki farka dikkat çekiyor. Özellikle “kapsama”yı kavramlaştırırken bu güne kadar siyasal literatürde bu şekilde netleştirilmemiş bir duruma açıklık getiriyor. Aktaralım; “ Dünya ve Türkiye kapitalizminin bugün geldiği nokta, toplumlarda ‘sosyalist olmayan, ama bugünküne göre çok daha iyi bir ülke’ arayışlarına bilince çıkarılması mümkün çok ciddi sınırlar koymaktadır. Bu sınırlar, yeterince bilince çıkarılmamış olsa bile ‘demokrat’, ‘eşitlikçi’ ve ‘özgürlükçü’ arayışları radikalleştirmekte, devrim ve sosyalizm fikirlerine eskisine göre daha fazla yakınlaştırmaktadır. Özetle, ‘devrimci demokrat’ ya da ‘radikal demokrat’ denebilecek bir potansiyelden söz ediyoruz. (…) O zaman, taktik ittifaklar, destekler, vb. dışında sosyalizmin devrimci cumhuriyete giden yolda bugün için örgüt-parti anlamında ‘stratejik müttefiki’ olmadığını, devrimci-radikal demokrat kesimlere ise ittifak değil ‘kazanma’ bağlamında yönelmek gerektiğini söylemiş oluyoruz.” Bu karmaşık konu özünden uzaklaşmadan nasıl anlatılabilir? Belki anahtar özgürlükçü, demokrat, eşitlikçi anlayışların giderek radikalleşmesi, sosyalistlere ve sosyalizme daha yakınlaşması olabilir. Eğer somut durum böyleyse, böyle bir saptama yapmak için eldeki veriler yeterliyse bu kesimlerle ittifaktan daha ileri bir kazanım söz konusudur. Çünkü ittifak farklı olanların bir hedefte buluşmasıysa, kapsama bir ve aynı olmanın yolu olarak daha iç içe bir durumu anlatır.

***

Bu değerlendirme sosyalist partiler, hareketler arasındaki ilişkileri başka ışık altında görmemizi sağlarken, Kürt siyasal hareketi ile sosyalistlerin ilişkisinde yeni bir yaklaşıma kapı açıyor. Çulhaoğlu durumu netleştiriyor; Kürt siyasal hareket ile sosyalistlerin ilişkisini “stratejik ittifak” olarak tanımlıyor. “Bugün ‘Kürt siyaseti’, Türkiyede sosyalizmin ‘stratejik ittifak’ bağlamında ele alabileceği tek özne durumundadır.” Metin burada  kapsama ile ittifak arasındaki farka özellikle dikkat çekiyor. Yazıdaki Kürt hareketinin yapısı ve yaklaşımları ile ilgili ayrıntıları bir yana bırakarak, ittifak ve kapsama ayrımı ile ilgili değerlendirmeyle yetinerek tamamlayalım anlama kavrama çabamızı. Metin ayrımı netleştiriyor: Ne sosyalist hareketin Kürt siyasetini kapsaması ne de Kürt siyasetinin aynı zamanda sosyalizmin de temsilcisi olarak bu ülkede ‘tekleşmesi’ mümkündür. sacası, olabilecek olan, ‘stratejik ittifak’tır.”

2019 Aralığında yazılmış bu yazı günümüzdeki gelişmeleri görebilen ve o hedefler için çalışan bir vizyonere işaret ediyor. Dahası da var ve önümüzdeki döneme ışık tutabilecek öngörüler içeriyor. Kürt hareketinde diyor Çulhaoğlu, “siyasette solculuk, sosyalizme bakış, solla ilişkiler gibi konularda önümüzdeki yakın dönemde hangi eğilimin daha ağır basacağını bilemiyoruz. İkincisi, Kürt siyaseti içindeki sosyalist damarla bu siyasetin dışındaki sosyalistler arasında sosyalizme yaklaşım konusunda kimi farklılıklar vardır. Kuşkusuz, bu farklılıklar ‘stratejik ittifakı’ imkânsız kılan değil tersine bunu gerektiren farklılıklardır. Ekleyip bağlayalım: Türkiyede sosyalistler ‘eski formüllere’ sımsıkı bağlı kalmaktan kurtuldukça, Kürt siyaseti içindeki sol-sosyalist damar da 1991 çöküşünden sonra tüm dünya soluna damgasını vuran ‘liberal’ yönelimlere en azından şerh düşmeye başladıkça tartışmalar daha verimli bir mecraya yönelecektir.”

“Türkiye sosyalist hareketi ve bir vizyon bildirimi” başlıklı yazıyı anlamak kavramak için söylenecek daha çok şey var. Ama şimdilik bu kadarla yetinelim ve bir başka okumada daha farklı yanlarını görebileceğimizi de unutmayalım.