Bundan iyisi, şimdilik can sağlığı…
Vişnelik toplantılarında yeni bir başlangıca hareketlenebilme adına, sona bir nokta kondu. Bundan böyle sürdürülecek ivmenin adı “Birleşik Haziran Hareketi” oldu.
Geçmişin deneyimi diye şimdiye değin ortaya çıkan ayrışmalar hatırlanırsa, girişimlerin sonu hep bir maluliyet ile sonuçlanmıştır. Bu bakımdan, bu girişim de kimilerince umutla karşılanmayabilir. Ne ki boğazdaki ilmeğin her geçen gün daraldığına da bakılırsa, artık umuda dair şiir okumanın ötesinde bir yere hareketlenmek gerekmiş ve tam da tarihin bu anında, çoğunluk ahalinin belki farkında olmadığı umuda gerçek bir kapı aralamıştır.
Yani ve çok özetle, bu hareket bir halk cephesi olmaya kapı açıyor. Programatik açılım, öyle bir senden bir benden münakaşasına veya sevdasına yer vermeyecek kadar açık, sade kısaca gözlünün de, gözsüzünde görüp anlayabileceği yalınlıkta.
Özetle ne mi deniyor?
“Eşitlikçi, özgürlükçü, demokratik, kamucu, dayanışmacı, laik, bağımsız, toplumcu bir cumhuriyet ve ülke için; gericiliğe, faşizme, emperyalizme, piyasacı yağma düzenine ve bunları temsil eden AKP rejimine karşı birlikte yola çıkıyoruz.”
“Birleşik Haziran Hareketi, anti-kapitalist, anti-emperyalist, anti-faşist ve gericiliğe karşı aşağıdaki ilke ve amaçlar doğrultusunda harekete geçecek bir halk örgütlenmesinin çağrıcısıdır.”
Sadece bu iki cümleye bile bakıldığında fizikçilerin en önemli problematik alanlarından birisi olan “her şeyin teorisi” adeta burada çözümlenmiş görünüyor. En azından şimdilik bu bizim coğrafyamız için geçerli. Baki kalıp kalmayacağı ise becerimize kalmış.
Bu iki cümlede sen - ben, benim örgütüm- benim önderliğim gibi geçmişte ayrışmaya yol döşeyen bir söylem tarzı yok. Yeni söylemle geliştirilen bu olumluluk, şimdi eyleme yansıtılmalı ve hareketin kendisi halkın kendisi olarak ayağa kalkmalı; iktidarı ele almalıdır.
Bu iki cümle, sadece sosyalisti, komünisti falan yan yana/bir araya getirmiyor. Kendine bir sıfat beğenmeden, en insani-yüce değer olan emeğin yanında duran mahallenin bakkalından, üniversitedeki hocaya kadar bütün halk sınıflarına “haydi” diye işaret fişeğini ateşliyor…
Öyleyse daha derin solukla “haydi” demek, kendini bu hareketin bir parçası olarak merkezine yerleştirenler için artık bir boyun borcu sayılsın…
Yeni doğan hareketin adına, bir kez daha değinmem gerekiyor.
“Birleşik Haziran”…
Yani ve kısacası, 2014 Türkiye’si, 2013 Haziranından sonra, Haziransız okunamayacak yeni bir tarihe kapı açmış oluyor… Öyleyse ve artık yeni bir toplumsal coğrafya inşası için şimdi bu kapıdan geçmek gerekiyor.
Yani ve kısacası, “Haziran” tarihin gördüğü önemli halk hareketlerinden ve direnişlerinden birisi olarak hayatın kendisi olduğunu anlayana da, anlamayana da öğretiyor.
Ve Haziran, ontolojik olarak kendisini “halkın iktidarı” yapamamış onlarca, yüzlerce örgüt, önder ya da militana birlik içinde halk iktidarına halkla beraber yürüme iradesinin kaçınılmazlığını öğütlüyor…
Tamam da, kimilerinin aklına şu da gelebilir; bunlar güzelleme falan sayılabilir; ucuz halkçılık, kuyrukçuluk diye düşünenleri çıkabilir. Böyle düşünen ya da düşünecek varsa, bırakalım rahatları bozulmasın; isteyen istediği temcit pilavını yemeye devam edebilir…
Artık işe bakmak gerekir.
Mesela nereden?
Kuşku yok ki, bulunulan yerden…
Deyince aynadaki kendi hayalim gözümün önüne geliyor…
Bulunduğum yer üniversite olduğuna göre, milyonlarla halk çocuğundan benim payıma düşen bölüğe, hayat yolunda öğretmenlik, rehberlik etmeye çabaladığıma göre ve bu üniversiteler halkın yarattığı değer, ödedikleri vergiyle ayakta durduğuna göre, bir halk cephesi de artık akademide açılmalıdır.
Cephedeki yerlerimiz, akademinin tüm verili alanı, birleşik güçleri de hocasından, öğrencisine ve çalışanına dek bütün bileşenleri olmalıdır.
Bu arada, ayrışarak ve küçülerek saflaşma girişimlerinin “Birleşik Haziran Hareketi” ruhu ile uyumsuz, nafile çabalar olduğunu ele, güne ve bunu örgütlenme pratiklerinde sanki marifet niyetine uygulama eğiliminde olan bilhassa dost bildiklerimize anlatma sabrı da atlanmamalıdır.
Buna başlangıç, bir “Birleşik Akademi Hareketi” örgütlemek olsun…
Yılların birikiminden süzülen ve akademi mücadelesinin içinde rotasını “Eşitlikçi, özgürlükçü, demokratik, kamucu, dayanışmacı, laik, bağımsız, toplumcu bir cumhuriyet ve ülke” rotasında tutmuş tüm akademi bileşenlerinin, bilimin ve aydınlanmanın yolunda yeniden kurucu bir birliktelikte örgütlenmesi, “Birleşik Haziran Hareketi” ruhu ile ne denli uyumlu olur.
Böylesi bir akademi, bu ülkede ne “gericiliğe” ya da “faşizme” ve “emperyalizme”, ne de “piyasacı yağma düzenine” ve bunları temsil eden, edecek olan her türlü siyasi “rejim” aktörlerine geçit vermemenin, bilim ve aydınlanma cephesindeki biricik sigortası olur.
“Haziran Direnişi” kendi okumasıyla akademiye de bunları öğretmiş olsa gerektir. Henüz bunun ayırdına varamamış olanları varsa, sabır ve hoşgörü gösterip el uzatmak, mücadelenin gerektirdiği dayanışmacılığı ihmal etmemek sayılır.
Üniversite; tarihsel doğrultusu olan bilim ışığındaki aydınlanmacı içeriğini, gericilik salgıları karşısında çoktan yitirmiştir. Üniversite; piyasacılığın kol gezdiği, eğitim-öğretim işlerinin metalaştırıldığı, siyasi baskı, yıldırma, korkutma ve benzeri olayların adi polisiye vakalar olarak yaşandığı bir kuruma dönüştürülmüştür. Sadece bu kadar mı? Kılık kıyafet işinde, yasaların suç saydığını hatırlattığı için, Rennan Pekünlü’ye, bu memleketin mahkemeleri hüküm giydirmiştir. Rennan, 20 Kasımda cezasını çekmek üzere hapse gönderilirken, akademimiz neredeyse çıtın çıkmadığı bir ölü sessizliğine kendiliğinden bürünmeyi yeğlemiştir.
Asistanlar akademinin modern kölesi kılınmış; kamusal alandaki varlıkları, geçici kadroları ile sınırlandırılmıştır. İtaatkârlık ve koşullara ikna olmuşluk, akademisyenin genel görüntüsüne dönüşmüştür. Her şeyin piyasalaştırıldığı bir akademi dünyasında, sistemden pay kapma, becerinin ve zekânın turnusolü ve akademik başarının ölçütü sayılır olmuştur.
Üniversitenin yeniversiteye dönüştürüldüğü bu süreçte; neredeyse, öğrencinin müşteri ve velinimet sayılması olağan hale gelmiş; sertifika ve diploma ticareti yapmak asıl hedef olmuştur. Adeta aklın uçuklaştığı, bilimsel düşüncenin buharlaştığı böylesi bir akademik ortamda, artık bir kadın rektörün tesettüre girme özgürlüğünü ağzından öğrenmek mümkün olabilmektedir. Kimi hoca taifesinde, ihtiyaca binaen geleceğin sigortası ve iyi bir yatırım aracı olarak hac farizasını giderme neredeyse bir moda olmuştur. Hidayete erişmenin dayanılmaz hafifliğine kapılan hacı profesörlerin hacılık reklamında da hayli yetenek sergiledikleri ayrıca ve kolayca görülebilmektedir. Akademide geriye, artık her türden dinsel dogma ve hurafelerin salgısı ve bunların ortalıkta cirit atması kalmıştır.
Örnek vermenin sonu gelmez; lafı daha da uzatmaya gerek yoktur. Akademi, üstüne giydirilmiş bu cendereden kurtulmak durumundadır. Kendisini yeniden küllerinden var etmek zorundadır. Ülkenin aydınlığını dokumaya başlamak için bu, yegâne ve gerekli koşul olarak ortada durmaktadır.
İşte bu denli yalın bir nedenledir ki, Birleşik Haziran Hareketinin asli unsurlarından birisi sayılacak “Birleşik Akademi Hareketi” burnumuzun dibinde durmakta ve el atılmayı beklemektedir.
Öyleyse şimdi, “Birleşik Haziran Hareketi”nin toplumcu aydınlanmacılık ayağı olacak “Birleşik Akademi Hareketi” için ileri…