Pandemi süreciyle birlikte yediden yetmişe herkes kendini daha önce hiç karşılaşmadıkları bir belirsizliğin içinde buldu. Aynı zamanda bu sürecin içinde, bu belirsizlikle birlikte birçok zorlukla aynı anda baş etmek zorunda kaldılar. En başta sağlık olmak üzere sürece beş yıldızlı şekilde ismini yazdıran başlık “eğitim” oldu. Yıllar boyunca defalarca değişen eğitim sistemi, fırsat eşitliği ilkesinden uzak bir anlayışla özelleşen ve paranın hüküm sürdüğü okullar; bilimsellikten uzak ve gerici uygulamalar… Bunların hepsi aslında yıllardır vardı fakat pandemi süreciyle birlikte net bir biçimde görünür oldu. Tüm bu olumsuzlukları maalesef çoğaltabiliriz. Fakat bu tabloya baktığımızda bugünümüze ve geleceğimize dair bizleri kaygılandıran şeyin çocuklarımız ve onların geleceği olduğu ise açık bir biçimde görünüyor.
Süreç online eğitimin aksaklıklarıyla başlarken, Milli Eğitim’e bağlı kanallarda çocuklara anlatılanlar; eğitimin tüm kademelerinde online eğitime erişim güçlüğü; kopan hatlar, bağlanamayan şebekeler, tarihleri sürekli değişen adeta çocuk oyuncağı olmuş sınavlar, okulların açılıp kapanma tarihlerinin belirsizliği; özellikle çok çocuklu ailelerde yaşanan, canlı derslere erişim sıkıntıları gibi birçok farklı şekilde pandemide eğitimin gerçekleşemediğini bizlere göstermiş oldu. Bunların en temel sebebinin ekonomik olduğunun altını çizmekte fayda var. Ebeveynler ve elbette ki çocuklar, tüm bu olumsuzluklara rağmen bu süreci olabildiğince sağlıklı atlatabilmek için ellerinden geleni yaptılar, yapıyorlar. Geleceklerine tutunmaya çalışırken de olağanüstü bir kaygıyla baş etmek zorundalar.
Pandemi sürecinde hem yetişkinler için hem de çocuklar için, “Bu süreci nasıl verimli geçiririz?” sorusu farklı farklı biçimlerde cevaplandı, üstüne uzun demeçler verildi. Tüm bunlar çok değerli olmakla birlikte çoğu zaman görmezden gelinen birçok şey vardı: Virüsün kol gezdiği sokaklarda çalışmak zorunda kalıp bir de üstüne zabıtadan dayak yiyen 9 yaşındaki çocuğa sosyal medyanın süslü postlarını nasıl anlatacaktık? Veya eğitimde olması gereken zamanda tarlaya giderken yaşamını yitiren Ayşe’nin hesabını kimden soracaktık? Canlı derslerin canımızı aldığı günleri geleceğin yetişkinleri bugünün çocuklarına nasıl açıklayacaktık?
Pandemi sürecinin açtığı boşluk, meydana getirdiği belirsizlik ve kaygı gün geçtikçe büyüyor. Sadece bugünün değil geleceğin boşluklarını da kapatmak artık herkesin görevi haline gelmiş durumda. Anna Llenas ‘ın “Boşluk”1 kitabında anlatılan içimizde durmadan büyüyen ve sahte tıkaçlarla kapatmaya çalıştığımız boşluk ise belki de tam bu süreci anlatıyor. Yaşamın kayıp tarafını ısrarla telafi etmeye çalışırken yaralandığımız, dönüp dönüp kendi içimize baktığımız fakat kendimizin dışında var olan şeylerin de o boşluğa etki ettiği; çabanın ve umuyoruz ki gelecek zamanlar için iyileşmenin hikayesi…
Çocukların rutinlerinin böylesine bozulduğu ve anlamlandırmakta zorluk çektiği bu dönemde, onlara sarılmanın, onlara sarılırken de kendimizi sarmanın, sarıp sarılamayanlar için hesap sormanın, konuşmanın ve tabii ki paylaşmanın çok önemli ve değerli olduğunu biliyoruz. Büyüyen boşluğa, belirsizliğe ve kaygıya inat dayanışmayı büyütmenin ne kadar yaşamsal olduğunu da. Çocuklarımızın vermek istediğimiz geleceği, sadece bir rakamı değişen, “yeni” bir yıldan ummanın yararsız olduğunun farkındayız. Fakat her şeye rağmen “Her şeyin kendince bir başlangıcı vardır… Senfoni ilk nota yazıldıktan sonra, her buluş bir hayalden sonra.” 2 cümlelerini heybemizden ayırmadan, gelecek zamana dair umudumuzu kaybetmeden devam etmemizin gerekliliğini de görebiliyoruz.
Çocuklarımızın boşluklarını sevgi ve umutla doldurduğumuz; geçmişin hesabını unutmadan başlangıçlara sımsıkı sarıldığımız; sarıldıkça iyileşeceğimiz günlere…
1. Boşluk, Anna Llenas, Çev. Sanem Öge, Nesin Yayınevi.
2. Nasıl Başlar?, Silvana Tavano, Çev. Filiz Özdem, Yapı Kredi Yayınları.