2011 yazının, 14 Temmuz Perşembe yazısında, bu başlığı atarak soL Portal’da yazmışım.
İlk cümle de şöyle: “Başlık Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın şiirine ait.”
Aynı başlıkla devam edeyim!..
Haydi/ Abartılmasın tasalar yaslar haydi/ Kurtulmak biraz öncesinden haydi/
Haydi sevgide karanlıkta nerde olursan ol/ Haydi bulunulan yerden başlamak
Usta böyle diyor şiirinde...
Hayat devam ediyor; hayat her gün yeniden öğretiyor...
Hayatı doğru okuma becerimize, hayat yeniden ve yeniden kendini katıyor...
O nedenle geride kalmamak ve hiç olmazsa bulunulan yerden yeniden başlamak, hayata, kendimize ve güneşli günlere dair olan inancımıza bir saygıdır ve ancak böylesi yakışır...
Yeni bir başlangıç olduğuna göre önce bu sayfaya dair birkaç not düşmem gerek.
Ne ki, veda yazısı bile koyamadan, ayrılmak zorunda bırakıldığım soL Portal için birkaç sözü öne koyuyorum.
İleri Portal'daki arkadaşlar, soL Portal yazarlığımın yanısıra, bana yer açmak istediklerini bildirdiklerinde, her iki kanaldan da seslenme olanağı bulabileceğim için sevindim. Sevinç bazen kursakta kalırmış; benimkisi de öyle oldu. Evdeki hesap çarşıya uymadı.
Orası bir okuldu. Yazdım, okudum ve çok şeyler öğrendim. Okuyanlarıma, aktarabilmeyi becerdiğim birşeyler varsa, hayat kavgasına ve emek mücadelesine ilişkin inandıklarımızın doyumsuz imecesini, oranın dersliklerinden paylaştığımdandır.
Ve hayat akmaya devam ederken, suyun yatağındaki değişiklik şimdi başka bir vuslata yuvarlandı. Artık, soL Portalın arşivlerindeki kuytulara demir attırılmış görünüyorum.
Lafı eğip, bükmek gereksiz...
Nâzım Ustanın “Veda” sından birkaç satırla soL Portaldaki arkadaşlarım ve okurlara seslenmiş olayım...
Sizi canımda/ canımın içinde,/ kavgamı kafamda götürüyorum.
Hoşça kalın/ dostlarım benim/ hoşça kalın...
Yine görüşürüz.../ ...Beraber güneşe güler,/ beraber dövüşürüz...
Yani hayat devam ediyor...
Ve bir seslenme kanalı olarak; bir mücadele yolu olarak şimdi “İleri Portal”ın bu köşesinden merhaba diyorum...
13 Ağustos'tan bu yana, sayfalarını okuyageldiğimiz “İleri”; Türkiye’nin toplumsal kurtuluş ve ilerleme davasına mutlaka mücadele değeri katacak ve Türkiye ilericiliğinin, aydınlanmasının bir parçası olarak sosyalizme yol döşeme işlevini yerine getirecektir. Ya da getirmelidir...
Umuda dair... ,
Hayatın devam ettiğine, yaşamın birleştirici olduğuna veya hiç değilse bütün bunlara dair umudu taze tutan bir gelişmenin olduğuna, 30 Ağustosta bir kez daha tanık olduk. İyi de oldu.
Haber, “Solda birlik umudu” olarak ertesi günkü çeşitli medya kanallarından geçti. Katıldığım bir toplantı olmamasına karşın, katılımcıların içinde şimdi ayrı cenahlara düşmüş yoldaşlarım, arkadaşlarım var. İsimlerini okudum. Bazılarıyla da, yorumlarını almak için konuştum. Kuşkusuz bir araya gelen toplamın hepsi aynı gelenekten değil. İronik olanı, düne değin aynı gelenek olduğunu söyleyenlerin “birken” önce dağılmaları ve şimdi de ayrılıkları aşma anlamında, birlik umudu ile bir araya gelme zorunluluğu duymaları.
Sözüm yanlış anlaşılmasın; hiç olumsuz değilim. Tam tersi, olanı biteni, eşyanın tabiatı olarak değerlendiriyor ve hayatın birleştiriciliğine örnek olsun diye de bir köşeye not ediyorum.
Türkiye’de soL; ayrılığı her daim bir sayrılık gibi yaşadı ve yaşıyor. Bu durum, yüzü sola dönük toplumsal kesimler indinde, bir önkabul olmaktan çoktan çıkmış, hayatın bir gerçeği haline dönüşmüştür. Dolayısıyla, bu işten şimdi de birşey çıkmaz diye düşünenleri illaki vardır. Hatta ve belki de, toplantıya katılanların içinden kimileri bile, benzeri kanaat sahibi olabilirler. Eğer durum böyleyse, nedenini, solda hangi tür birlik umudu beslediğimizin gizinde aramamız gerekmektedir.
Solda birlik, kendimize atfettiğimiz öznelliklerimizin dışında, sahici bir sınıfsallık içermek durumundadır. Yoksa kendi aramızdaki farkları, ayrılıklarımızın teorizasyonunda başarıyla kullanmaya devam edip gideriz. Solda birlik; kurtuluşu solda gören halk sınıfları içinde solun toplumsallaşmasını içermek durumundadır. Yoksa, hayatın gidişatına alternatif olabileceğini hissettirmeyen ve emekçiyi kendi hayatının yegâne alternatifi kılacak mücadele becerisini onlarla bereber öremeyip, onlara gösteremeyen bir sol, bugün birleşir gibi yapsa da, yarın neden birleşemediğini kendi kendine anlatmakta fazla zorlanmayacaktır. Tabii kendinden başka dinleyen bulabilirse...
Her boydan ve soydan bir çeşitlilik gösteren “Türkiye sermaye sınıfı”, adı üstünde gerçek bir sınıftır. Bir azınlık ve tahakküm aygıtı olarak, çıkarını hem zamanda ve hem de mekânda kollar, kovalar ve yeniden üretir. İktidarın yegâne alternatifi olduğuna, hem müttefiklerini ve hem de boyunduruk altına aldıklarını ikna ve konsolide eder. Sınıf çıkarının ayırdına her koşulda da dikkat eder. Bu bağlamı ile enternasyonalisttir. Sürdürülebilir sınıf tahakkümü adına da, yeri geldiğinde dinci, ulusalcı, etnisite temelli mikro milliyetçi ve sınıfsal ilerlemesi adına gereğinde bir gericilik aygıtı ve manipülatördür.
Emekçi sınıflara bu gerçeği taşıyamayan ve bu sürgite son verecek yegâne mücadele biçiminin de halk sınıflarının örgütlenmesinden geçeceği gerçeğini bir türlü kavrayıp, beceremeyenlere “sola birlik” değil, her keresinde de ancak “ayrılık” aymazlığı yakışır.
Bu laflar, bazılarına naif gelebilir. Kuşkusuz çok daha iddialı ve tumturaklı yazmak mümkündür. Ya da şimdiye değin, bu kabilden yazılanları okumak, meraklısına uygundur.
Lafı uzatmaya gerek yoktur. Solda birlik işi için, karşı saftakilerin, “solculara bırakılmayacak kadar ciddi bir iştir” diye bizi dalgaya almalarına bir daha izin vermemek adına, bu kez sahici ve sınıfsal bir çaba göstermenin zamanı gelip çoktan geçmektedir.
Hayat öğretir ve aynı olanları birbir yan yana getirir.
Haydi bulunulan yerden başlamak...