Canı değil, malı koruyan devlet
Siyasi iktidar ve yargı, bir yandan mağdur ailelerin sorumluların yargılanması taleplerine kulaklarını tıkayarak katliamı örtbas etme çabası içerisindeyken diğer yandan da adalet mücadelesi veren aileleri soruşturmalar ve davalarla sindirmek için ayrı bir çaba içerisinde.
2018 yılında Çorlu’da yaşanan tren katliamının üzerinden 1416 gün geçti. Adalet, dört yıldır sıkıştığı rayların arasından bir türlü çıkartılmıyor ve yetkililer de hiçbir şey olmamışçasına hayatlarına aynı şekilde devam ediyor. Sanki yirmi beş yurttaşımız yaşamını yitirmeyip yüzlercesi yaralanmamış gibi sanki ailelerin yaşamları karartılmamışçasına gamsız ve umursamazca, sanık sandalyesinde oturması gereken sorumlular makam koltuklarını işgal etmeye devam ediyorlar.
Katliamdan bir yıl sonra sadece alt düzey dört görevlinin yargılandığı ilk dava açıldı. Üç yıldır süregelen yargılamada gerçek sorumluların kim oldukları ortaya çıkmasına karşın hala o kişiler hakkında düzenlenmiş bir iddianame bulunmuyor. Devletin göstermelik olarak “feda” ettiği dört kişiyle süründürülen yargılamanın sıradaki duruşması 25 Mayıs’ta yapılacak. Bu duruşmanın önemli gelişmesi ise mağdur ailelerin avukatlarından biri olan Can Atalay’ın geçtiğimiz haftalarda Gezi davasında tutuklanmış olması. Can’ın tutuklanmasının yazılı olmayan sebeplerinden biri de elbette toplumsal davaları takip eden, güçlünün değil haklının, adalet arayışındaki yurttaşların yanında saf tutmasıydı. Çorlu tren katliamı davası da bu davalardan biri olup tutuklama kararıyla Can ile birlikte mağdur aileleri de cezalandırmak istediler.
Siyasi iktidar ve yargı, bir yandan mağdur ailelerin sorumluların yargılanması taleplerine kulaklarını tıkayarak katliamı örtbas etme çabası içerisindeyken diğer yandan da adalet mücadelesi veren aileleri soruşturmalar ve davalarla sindirmek için ayrı bir çaba içerisinde. 9 yaşındaki oğlu Oğuz Arda Sel’i yitiren Mısra Öz’e duruşma sonrasında yaptığı basın açıklamasında mahkeme heyetini “üç maymuna” benzetmesi sebebiyle mahkeme heyetine hakaret ettiği iddiasıyla dava açılmış ve yargılama sonucunda hakkında 8.800 TL para cezasına hükmedildi. Yine anne ve babasını yitiren Esra Araç ile davayı takip eden TİP yöneticisi Birtan Altan hakkında da davanın ilk duruşmasında salon kapısının polislerce kilitlenip, ailelerin içeri alınmayarak darp edildiği arbedede kapıda meydana gelen 15 cm’lik hasar sebebiyle “kamu malına zarar verdikleri” suçlamasıyla dava açıldı.
Dört yıldır gerçek sorumluların ortaya çıkartılmayarak adaletin sağlanmasını geciktiren irade, tam da bu nedenle adalet mücadelesi verenleri sindirmek için insan üstü bir gayret içerisinde. Ölümlere sebebiyet verenlerin hayatlarında hiçbir şey değişmemişken, evladını kaybeden acılı bir annenin feryadını “hakaret” sayarak onu cezalandırıyorlar. Anne-babasının acısını yaşayamadan mahkeme salonlarında adalet arayan bir kadını önce salona dahi almayıp, ardından da ahşap kapı yıprandı diyerek sanık sandalyesine oturtmaktan geri durmuyorlar. Katliam dosyasında yıllarca bir arpa boyu yol alınmamışken, mağdur aileler hakkındaki davalar jet hızıyla açılıp birkaç celsede sonuçlandırılıyor.
Benzer acıların tekrarlanmaması için bu davanın peşini bırakmamak önemli. Tıpkı sevdiklerini yitirip, acılarını yaşayamadan yıllardır adalet aramak zorunda bırakılan aileleri bu arayışlarında yalnız bırakmamamız gerektiği gibi. Devlet, yitirilen canların değil yıpranan ahşap kapısının peşine düşedursun bizler adaletin peşine düşenlerin yanında durmayı sürdürelim.