Devran dönüyor gibi, ama…

Türkiye’de solun yükselişi daha önceleri ağırlıklı olarak “yukarıdan gelen” açılımların kendi tabanını/kitlesini bulmasıyla gerçekleşmişti; bugün ise yükselişin asıl dinamiği, yerel ölçeklerde oluşan hareketliliklerin, örgütlenmelerin ve kazanılan mevzilerin çevreye ve yukarıya doğru yaygınlaşması olacağa benzemektedir. 

Dünyadaki genel değişim dalgaları doğal olarak bütün ülkeleri etkiler. Geçmişe dönüp baktığımızda Türkiye’deki siyasal iktidarların dünya ölçeğindeki değişikliklere hızlı uyum sağladığını görüyoruz. 1945 sonrasında soğuk savaş, Demokrat Parti politikaları, “sosyal devlet” uygulamaları, detant, Turgut Özal dönemi ve Kemal Derviş’in “yapısal uyum” tedbirleri diye gider…

Ülkedeki fikir hayatına baktığımızda da benzer bir durumla karşılaşıyoruz. Düzenin ideologları, aydınları, devlet adamları, akademisi, medyası, “kanaat önderleri”, vb. de küresel değişimlere ayak uydurmakta fazla sorun yaşamazlar. Evet, biraz fazla hevesli, kraldan fazla kralcı, vur deyince öldürücü davranırlar; ama bunu da bize özgü bir durum sayıp geçelim…

Sol fikriyata geldiğimizde ise durum farklılaşır.

Bu fikriyat dünyasında özellikle düş kırıklıkları ve “geç kalmış olma” duygusu savurucu etkiler yaratır. İnsanlar gecikmenin ancak böyle telafi edilebileceğini düşünerek “eskimiş” sayılanlara herkesten daha çok vurma, bir zamanlar savunduklarının tam tersini söyleme, “ezber bozuyoruz” diye çubuk kanırtma yarışına girerler.

Neyse, artık geçiyor gibi…

***

Dünyada kapitalizmin bitmeyen krizleri, ülkeler arası ve ülke içi artan eşitsizlikler, yoksullaşma, bir zamanlar allanıp pullanan “küreselleşmenin” iddia edilenlerin tam tersi sonuçlar vermesi, serbest piyasa fetişizminin inandırıcılığını yitirmesi, göçmen/sığınmacı sorunları ve hepsinin üzerine gelen Covid-19 salgını karşısında yaşanan acizlik bugün ciddi sorgulamalara neden olmaktadır.

Konu hiç kuşkusuz burada ayrıntılarına giremeyeceğimiz kadar çok yönlü; ancak durumu bir genellemeyle ifade etmeye çalışırsak bir zamanlar tu kaka ilan edilen kamuculuğun yeniden yükselişte olduğunu söyleyebiliriz. Bu arada, ülkeler arasında farklılıklar görülmekle birlikte, “kendisi büyüyerek devleti küçülten sivil toplum” gibi tezlerin ve siyaseti kimlik politikalarına indirgeyen yaklaşımların itibar kaybettiğini de ekleyelim.

Yazının başlığında “ama” demiştik; “aması” şu: Bu değişim, yeni bir sol yükseliş için zemin sunsa bile kendi başına sola açılmamakta, kimi yerlerde tam tersine ucu faşizme kadar uzanan sağ eğilimlere güç vermektedir.

Konunun bu yanını son bir cümleyle kapatalım: Fikir hayatındaki yönelimler ve ağırlık kazanan eğilimler ne olursa olsun, sözünü ettiğimiz genel değişimin sola yönelmesi ancak kapitalizmi hedef alan militan bir sınıf hareketinin filizlenmesiyle mümkün olabilecektir. 

***

“Sol” kavramını en geniş anlamda alırsak bugün Türkiye’de sol fikriyatın önemli sayılabilecek değişim sinyalleri verdiği ortadadır.

Başa kakmak için değil, sadece hatırlansın diye söylüyoruz: Devlet/sivil toplum ikiliğine, sadece buna dayalı görüşler artık pek rağbette değildir; “doğrunun parçalılığı” gibi zırvalarla süslenen bilim ve aydınlanma düşmanlığı bugünlerde ses getirmemektedir; özelleştirmelerin “Canım devlet bakkallık yapar mı?” klişesiyle savunulduğu günler geride kalmıştır; tüm beklentilere rağmen devletin hiç de “küçülmediği” ortadadır; Siyasal İslam’ın demokrasiyle telifi konusu akademik-entelektüel cazibesini yitirmiştir; vb. 

Az önce yaptığımız gibi bir genelleme yapacak olursak; zemin kazanmakta olan, kamuculuk, kimilerinin “din” saydığı yurttaşlık ve zaman zaman kulak tersten gösterilse bile sınıf temelli politikalardır.

Dahası, Türkiye’de bu değişimi sola yönlendirmenin imkanları başka ülkelere göre daha fazla gibi görünmektedir.

***

Şimdi konunun can alıcı sorusuna geliyoruz:

Devran dönerken, neleri bir dönemin defedilmesi gereken ideolojik girdileri sayıp bunlara doğrudan “out” denecek, buna karşılık zamanında araya karışan ya da arada kaynayan nelere belirli bir değer verip bunların üzerinden yürünecektir?  

Nelere “out” denmesi gerektiği yukarıda söylenenlerden anlaşılmış olsa gerek.

Neye “in” diyelim diye sorulursa, bizim görebildiğimiz kritik noktalardan biri şu:

Türkiye’de solun yükselişi daha önceleri ağırlıklı olarak “yukarıdan gelen” açılımların kendi tabanını/kitlesini bulmasıyla gerçekleşmişti; bugün ise yükselişin asıl dinamiği, yerel ölçeklerde oluşan hareketliliklerin, örgütlenmelerin ve kazanılan mevzilerin çevreye ve yukarıya doğru yaygınlaşması olacağa benzemektedir. 

Kuşkusuz, “yukarıdan” gelecek girdiler ve merkezi düzeydeki politikalarla birlikte…