Kovid günlerinde birinci esneme (normalleşme) paketi açıldı.
Normalleşelim derken, ahali anormal bir biçimde, “KOVID-19 çok yaşasın” moduna girdi. Kovid bunu elinin tersiyle itmezse işimiz zordur…
Bu dramatik pandemi sürüp giderken, Türkiye için hayati önem içeren “Doğu Akdeniz” meselesinin ayrıntılarında, hayli sıcak günler değil, her günün içinde bir yığın sıcak saatler yaşanıyor. Bunun en sıcağı Libya’dır.
Türkiye’nin denizlerdeki Sevr’i
Daha önceleri buralarda, “Türkiye’nin Libya’da ne işi var” meselesini de konu alan “Doğu Akdeniz” tefrikaları yazdım. Tekrar bu konulara girecek değilim. Ancak “Doğu Akdeniz” meselesi, Türkiye’nin denizdeki Sevr’idir. Dolayısıyla es geçilemez bir konudur.
Sevr Muahedesi (antlaşma); hatırlanacağı üzere, 10 Ağustos 1920'de Fransa’da Paris’in banliyösü olan Sevr’de (Sevres) imzalandı. Antlaşmayı, Osmanlı adına Sadrazam Damat Ferit akdetti. Manzaranın ayrıntıları, tarihçiler arasında hala hayli tartışmalıdır.
433 maddeden oluşan bu antlaşma, halen bölgedeki pek çok siyasal olgunun da devam edegeldiğini, yani Osmanlı mülkünün paylaşım meselesinin bir türlü bitirilemediğini bize göstermektedir.
Antlaşma, kritik öneme sahip 12 başlık altında toplanabilir. Bunlar:
Sınırlar (madde 27-36); Boğazlar (madde 37-61); Kürt Bölgesi (madde 62-64); İzmir (madde 65-83); Ermenistan (madde 88-93); Arap ülkeleri ve Adalar (madde 94-122); Azınlık Hakları (madde 140-151); Askeri Konular (madde 152-207); Savaş Suçları (madde 226-230); Borçlar ve Savaş Tazminatı (madde 231-260); Kapitülasyonlar (madde 260-268); Ticaret ve Özel Hukuk (madde 269-414) bölüm ve maddelerinden oluşmaktaydı.
Buna göre, lütfedilmiş bakiye topraklarda, Osmanlı Devleti'nin Ege ve Akdeniz’e denize çıkış yolları külliyen paylaşılmış ve engellenmiş ve Abdülhamit zamanında dahi haritalanmış petrol alanları olan Suriye, Irak gibi eyaletler ise hinterlanttan çıkarılmış durumdaydı. Tabii, Kıbrıs da, üzerinde hiçbir tasarruf hakkı bir daha olmamak üzere Britanya İmparatorluğu'na bırakılıyordu.
Bu emperyalist paylaşıma, Ankara'daki “Büyük Millet Meclisi”, başından beri karşı çıkan bir tavır sergilemişti ve antlaşmayı da kabul etmeyeceğini bildirerek sert bir bildiri ile kınadı. Akabinde Kurtuluş Meclis’i, antlaşmayı imzalayanlar ile Saltanat Şurası'nda olumlu oy kullananları, 19 Ağustos 1920 tarihinde vatan haini ilan etti. 1927’de de 150’likler listesi içinde hepsini yeni Cumhuriyet’in vatandaşlığından çıkardı.
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu belgesi olan Lozan Antlaşması (24 Temmuz 1923); “Kurtuluş” zaferinden sonra, Sevr’i mülga kılan ve 97 yıllık Cumhuriyet tarihi boyunca hem içte ve hem de hala dışarıda uğraşılan siyasi, askeri bütün sorunlara karşı varoluşun temel belgesi olarak önümüzde ve elimizde bulunmaktadır.
O nedenle, bugün Türkiye dış siyasetinde, Lozan’ın çözülememiş konuları, siyaseten, Türkiye’nin hem kozu hem de sorunları olarak gündeme gelebilmektedir.
Milyonlarca kilometrekarelik alandan, bugün Türkiye’ye kalan 778 bin kilometrekarelik “Anavatan veya Karavatan” parçasının, denizlerdeki bakiyesi “Mavi Vatan”, 21. yüzyılın bu ilk çeyreğinde, “Münhasır Ekonomik Bölge”, “Kıbrıs ve Doğu Akdeniz” problemleri olarak önümüzde durmaktadır.
Güney Kıbrıs ve Yunanistan’ın girişimiyle, Fransa, İtalya, İsrail, Lübnan, Mısır ittifakında gerçekleştirilen “MEB” anlaşmasına cevaben verilen en kritik siyasal manevra, Libya’nın BM’ce de tanınan “Ulusal Mutabakat Hükümeti-UMH” ile yapılan Kasım 2019 mutabakatıdır. Libya’nın, “Arap Baharı” ve Kaddafi sonrası, istikrarsızlaştırılan bütünlüğüne karşı, UMH, Türkiye’den, kendi topraklarında askeri olarak da bulunmasına meşruiyet sağlayan bir MEB anlaşması imzalamıştır. Bu durum, her iki tarafın meclislerinde onaylanarak BM'ye bildirilmiş ve siyaseten de geçerlilik ve gerçeklik kazanmıştır.
Darbeci Halife Hafter
Adı darbeciliğe çıkmış Hafter, UMH’ye karşı, Libya hükümranlığı bağlamında, bir vesayet savaşı sürdürmektedir. Hafter ardında, şimdi görünür olarak Fransa, Mısır, BAE, Rusya, Yunanistan ve olayların başında, başta İtalya olmak üzere bölge jeopolitiğini yeni baştan düzenleyecek bir mali, askeri destek ittifakıyla, başkent Trablus’un etrafını ablukaya almış ve bitirici son darbe vurma telaşında idi.
Olayları yakın zamana kadar bir televizyon dizisi gibi izleyip duruyorduk. Halen de Türkiye’nin bölgedeki mevcudiyetinin hangi tür olayları bozduğunu da izleyip duruyoruz…
“Türkiye-Libya mutabakatı”, Libya’nın hem denizde ve hem de karadaki zengin petrol ve doğalgaz kaynaklarının pay edilmesine ve bu bağlamda, Türkiye’nin de Doğu Akdeniz’de, neredeyse Antalya Körfezi'ne sıkıştırılmasına engel olmuştur.
UMH, Türkiye destekli önemli askeri zaferler kazanıyor. “İHA’lar, SİHA’lar” ile “Pantsir” roketatarlarını, tankları ve uçakları vuruyor. Hafter’in BAE tarikiyle Afrika ülkelerinden derlediği lejyoner taburlarını hedef alıyor. Trablus ablukası kırıldığı gibi ve Hafter’i püskürterek, çok önemli askeri ve ekonomik petrol alanları, yeniden geri alınıyor.
Türkiye’nin yardım, destek olarak gönderdiği askeri platformların hiçbirisi, NATO platformları değil, yerli olanaklarla üretilmiş malzemeler. Dolayısıyla, NATO başta kınama mesajları yayınlamış olmasına karşın, şimdi çark etmiş Türkiye’yi ve UMH’yi destekliyor. Bu platformların varlığı hem UMH’yi canlandırıyor ve hem de Doğu Akdeniz’deki emperyalist Yeni Sevr’in önüne geçen bir müdahale alanı oluşturuyor.
Türkiye, Doğu Akdeniz’deki deniz alanlarını haritalandırarak BM’ye bildirimle, bu sınırlara siyaseten geçerlilik kazandırıyor. Geçerli alanların başında, Türkiye ve Libya’nın birbirine sahildar ülke olma konumu var. O nedenledir ki, Güney Kıbrıs’ın, ittifak ülke sondaj şirketlerine verdiği ruhsatlara rağmen, başta İtalya, Fransa ve ABD şirketleri bölgeyi terk etti. O nedenle de Türkiye şimdi Girit’in hemen güneyinde hidrokarbon araştırmaları için sondaj gemisi gönderebiliyor.
Navtex-Navteks
Bu başlık, “Navigational Telex” sözcüğünün kısaltması. Öz olarak, “Maritime Safety Information - Deniz Emniyet Bilgileri”ni yaymak için, orta frekanstan yayın yapmak için kullanılan bir sistem. Bu haberleşme sistemi ile deniz seyir emniyeti ve meteoroloji ile ilgili ayrıntılı ve kapsamlı bilgiler, ticari gemilere ulaştırılabiliyor. Gerektiğinde, devletler kendi karasuları veya MEB alanlarındaki askeri girişimleri için de uyarı veya bilgilendirmelerde bulunabiliyor. Örneğin donanma tatbikatı şuradadır diye; alana girmeyin diye…
Navteks, süreli olduğu gibi, süresiz bilgi bildirimlerini de kapsayabiliyor. Bu şu demek; seyir sırasında dikkatli olun veya o bölgelerde bulunmayın.
Neden mi bu ayrıntı!
Girit’in güneyine sondaj gemisi gönderildiğinde, Türkiye dört kod (NMTD-Ne Mutlu Türküm Diyene) taşıyan bir “navteks” ilan etti. Geminin sondaj bölgelerini bildirdi ve gemiyi koruyan askeri platformların bu bölgelere yaklaşılmasına izin vermeyeceğini söyledi. Nazik dille, donanma gemilerinin top, roket lançırları ve torpido yataklarına sürülmüş mermiler var; yaklaşan, tehdit unsuru olarak algılanırsa, sonuçta bu sistemler kullanılabilir; yani vururum diyor. Bir süre de verilmedi.
Yunanistan’ın savaş ilan ederiz gürültüleri bundandır. Eski Yunan Başbakanı ve şimdi ana muhalefet partisi başkanı Çipras ise, verdiği demeçte, hükümetine, savaş değil, Türkiye ile oturun ve bir çözüm yolu araştırın önerisinde bulunuyor.
Belki bir sondaj çalışması yapılır veya yapılmaz; ne ki bu navteks, Libya ikmal yollarını hem açık ve hem de kontrol altında tutmak içindir. Üstelik bu alan, birbirine sahildar ülke olan Libya ve Türkiye arasındaki eni 29,5 kilometre olan alan içinde. Yani Türkiye bu hamleyle, Doğu Akdeniz’de güneyden ablukaya alınmasının hem önüne geçti ve hem de Girit tarikiyle Yunanistan’ın Ege denizinden çıkışını ablukaya almış oldu.
Şaka gibi ve nefesler tutulmuş, bundan sonraki satranç hamlesi nasıl olacak diye uzmanı ve farkında olanları, durumu izliyor.
Hafter’in, UMH’ye üstünlük sağlaması, Türkiye-Libya mutabakatını bitirme tehlikesini içinde barındırıyor. Oysa Tarzan Hafter şimdi zor durumda ve Mısır’la beraber 8 Haziran ateşkes isteğini de hem bundan yaptı ve hem de en baştan UMH bunu reddetti. ''Meşru ve BM’ce tanınan benim ve Hafter muhatabım değil'' dedi. Oysa düne kadar ateşkes girişimlerini hep Hafter reddediyordu.
Türkiye’nin eli şimdilik güçlü pozisyonda görülüyor. Tıpkı, Suriye’deki Rusya’nın pozisyonuna benzer vaziyette. BM, Suriye’de Esat rejimin tanıyor ve Esat da, Rusya’yı, Suriye’ye davet etmişti. Libya’da da Sarrac, Türkiye’yi ülkesine davet etti. Yani ayna hayali benzerlikler işte...
Kimin eli, kimin cebinde…
Güney Kıbrıs ve Yunanistan, geçtiğimiz günlerde, Kıbrıs’ın MEB alanlarıyla ilgili “acaba ne yapabiliriz” mealinde yeniden bir konferans düzenledi. Fransa, Mısır, Lübnan aktör olarak destek verdiler. Bu sefer, daha önceki iki aktör ise ne toplantıya katıldı ve ne de açıklanan bildirgeye imza koydu.
Kimler mi? İtalya ve İsrail.
İsrail Levant bölgesinde çıkardığı doğal gazı, Akdeniz altından bir boru hattıyla ve Yunanistan, İtalya üzerinden Avrupa’ya satmayı umut ediyordu. Şimdi elinde seçenek kalmadı ve Türkiye-İskenderun vanalarından başka ticaret yolunun olmadığını görüyor. Yani yakında Türkiye ve İsrail’in bu konuda anlaştıklarına dair haberler duyulması olası…
Bu neden mi önemli? Eski bir müktesebat bakımından…
Türkiye ile İsrail arasında, Necmettin Erbakan’ın Refahyol hükümeti döneminde ve Ağustos 1966'da imzalanmış bir “Savunma-İşbirliği Anlaşması” var. İki ülke arasındaki savunma işbirliği anlaşmasının üç temel ayağı bulunuyor. Birinci ayak, karşılıklı liman ziyaretleri, sonrakiler ise, ortak tatbikatlar ve bazı özel birliklerin ortak eğitimi gibi askeri eğitim alanlarını kapsıyor. “Güvenilir Denizkızı” ile “Anadolu Kartalı” ortak deniz tatbikatlarından başka İsrailli askeri pilotların, Konya ve Eskişehir’deki merkez ve üslerde eğitim faaliyetleri de gerçekleşmişti. Bu anlaşma on beş yıl kadar yürürlükte kaldı. Halen, kâğıt üstünde yürürlükte ve fakat “Filistin’e destek ve Mavi Marmara” olayından sonra Ahmet Davutoğlu’nun başbakanlığı döneminde, rafa kaldırıldı. İsrail sonradan Türkiye’den özür dileyip, tarihinin ilk tazminatını ödemesine karşın, ilişkiler hiç düzelmediği gibi, şimdilerde Kudüs’ün başkent ilan edilmesi sorunların üzerine tuğ dikti. Ancak, örtülü yürütülen görüşmelere bakılırsa, İsrail yeniden ilişkileri normalleştirmeyi öngörüyor. ABD’nin tavsiyesi de o meyanda. Diğer taraftan, Trump’ın Libya’da UMH’yi destekleme açıklaması da İsrail’e önerisinin başka bir sayfadan okunması olarak anlaşılabilir.
Kısacası bölge tam bir cadı kazanı ve barut fıçısı…
Dün Hafter güçlerinin, başkanlık uçağı olarak kullandığı bir jet, Venezuela’ya inmişti. Önce Hafter’in içinde olmadığı ifade edildi. 10 Haziran itibarıyla henüz teyit olmayan haberlere bakılırsa, Hafter’in Libya’yı terk ettiğinden bahsediliyor. Hatta yerine Bingazi’deki Meclis başkanının adı telaffuz ediliyor. Türkiye de bu aktöre itirazı olmayacağını söylüyor. Çünkü o zat, nihayetinde seçilmiş bir aktör. Yani şekil şartını sağlıyor.
Yani satrancın farklı hamleleri, an ben an değişerek oynanıyor.
Bağlarsak;
Henüz ortada zaferle sona gelinmiş bir nokta yok. Ancak Libya ölçeğinde, UMH adına ciddi bir pozisyon düzelmesi ve kabul edilebilirlik ortaya çıkmış vaziyette.
Türkiye içinse, “Mağripten Maşrık’a” denkleminde bir ara basamak… İşin Mağrip yamacında, daha Cezayir, Tunus var…
Rusya’yı, Almanya’yı konuşmaya yer kalmadı.
Rusya’nın, Türkiye ile hem çatışan ve hem de ortak hareket etme mecburiyetinde olduğu örtüşen çıkarları var. RTE, Putin’le konuşacağını açıkladı.
Almanya şansölyesi, eski Türkiye karşıtlığından, örtülü bir destek aşamasına geçiş sürecini yaşar gibi. Türkiye’nin Libya’daki varlığı, ona “ölümü görüp, sıtmaya razı olma” seçeneğini sunuyor. Rusya’nın, Libya’da, Suriye benzeri bir askeri üsse sahip olması, AB’nin güneyden tam kuşatılması anlamına gelecektir. Bu Almanya’nın hiç işine gelmiyor. İtalya da bu nedenle büyük ölçüde aynı korkuları yaşıyor. Burnunun dibinde Rusya ile komşu olma tehlikesi var. Ve üstelik şansölye, Türkiye’nin neredeyse, Akdeniz’i İHA-SİHA’ları ile kontrol altına almasından da etkilenmiş vaziyette. Tabii bu etkilenmenin iki ayağı olduğu söylenebilir. İlki olumlu varsayılabilecek ayağıdır ki, Almanya ile Türkiye arasındaki diyalog daha kolay ve açık kanallara sahip. Yani duygusal olarak Türkiye ile altmış milyar euroluk bir ticaret hacmine sahip. Diğer ayağı ise, Libya’daki sığınmacı göç yolları üzerinde, Türkiye’nin kontrol sahibi olmasının, AB’ye nasıl yeni sorunlar oluşturabileceğinin bilinmezlik sıkıntılarını kapsıyor.
Kısaca, Doğu Akdeniz, bütün aktörleri ve olayları ile KOVID’den beter nice olaylara gebe.
Türkiye, sabırsız ve ileri hamlelerini tahmin edemeyeceği bir adım atarsa, şimdiki başarıları sadece bir “Pirus zaferi” olarak anılır.