Dün gece Habertürk isimli televizyon kanalında İçişleri Bakanı ve beş gazetecinin katıldığı bir program yayınlandı. Yaklaşık üç saat süren yayında sorulamayan sorulara, verilmeyen cevaplara ve birçok hikâyeye maruz kaldık. Toplumdaki genel beklenti verilecek cevaplar açısından olmasa da sorulacak soruların daha etkili, vurucu ve ısrarcı olması gerektiği yönündeydi, olmadı. Peş peşe yayınlanan videolarda bahsi geçen konularla ilgili tatmin edici, açıklayıcı ya da bilgilendirici herhangi bir yanıta da rastlamadık.
Hukuksuzluklar, yolsuzluklar ve bir kez daha ortalığa saçılan kirli ilişkilerle birlikte iktidarın kabaran suç dosyalarının hesabının sorulması için biriken öfke, bardağı taşırmak üzere. Son birkaç haftadır anlatılan olaylar, iddialar ve bilgilerde bahsi geçen suç isnatlarının ağırlığı, çeşitliliği ve sürekliliği organize bir suç örgütünün çok ötesinde bir yapıyı işaret ediyor. Bahse konu suç boyutlarının ülke sınırlarını aşarak uluslararası bir niteliğe bürünmüş olması kamuoyunun ilgisini artıran nedenlerden biri olarak sayılabilir. Uyuşturucu-silah-para üçlüsünün bir arada yer aldığı ve mafya dizilerini aratmayan ilişkiler yumağında babaların oğullarının, oğulların da babalarının arkalarını toparlamakla meşgul olduğu günlerdeyiz. Meselenin merkezindeki diğer bir üçlü ise iktidar-emniyet-yargı üçgeni. Her dönem ve her ülkede var olan mafyatik yapıların devlet mekanizmasının belirli kademeleriyle ilişki içerisinde oldukları, çeşitli çıkar ortaklıklarıyla bu ilişkilerin sürdürüldüğü de herkesin malumu. Ülkemiz açısından ise bahse konu kişi ve yapıların devlet ile kurdukları organik bağ ve rant ilişkileri çoğu örnekte aile ilişkileri üzerinden kurumsal bir yapıya bürünmüş durumda. Bu ilişkilenmenin aileler üzerinden kurulmuş olması devletle önceleri geçici ve sınırlı olan "resmî" bağı artık sürekli ve sınırsız bir formatta karşımıza çıkarmakta. Mafyanın devletli hale gelmiş olması, siyasilerin akraba aracılığıyla "iş bitirerek" rantın mafya-akraba-politika arasında bölüşülmesi, emniyet ile yargı tarafından dosyaların kapatılması, yargılananların aklanması ve cezaevlerindekilerin kurtulması şeklinde tezahür eden bir işleyiş söz konusu.
İğneyi suç şebekelerine ve örtbas edenlere batırırken çuvaldızı da kendimize batırmayı ihmal etmeden devam edelim. Pandemi koşullarının görece daha fazla hareket alanı tanımasıyla birlikte toplumsal muhalefetin yaşananlara tepkisini sosyal medya dışında da güçlü, etkili ve kalabalıklar halinde göstermesi artık yaşamsal önemde. Hayıflanmanın, kızgınlığın ve söylenmenin bir adım ötesine geçilmediği sürece tablonun kendiliğinden değişmeyeceği gerçeğiyle yüzleşerek sesimizi sokaklarda, iş yerlerinde mahallelerde daha gür çıkartmanın tam yeri ve zamanı. Toplumsal tepkinin örgütlenmesiyle eş zamanlı olarak bir yandan adı geçen bakanlar yönünden meclisteki tüm partilerin eşit temsiliyle araştırma komisyonu kurularak yüce divan süreci işletilmeli, diğer yandan ismi geçen herkes yönünden etkili bir savcılık soruşturması yürütülmelidir. Soruşturmanın etkinliği ise görevlendirilecek savcıların insafına bırakılmamalı, baroların öncülüğünde soruşturma dosyasına müdahil olarak her türlü delilin toplanmasına olanak sağlanmalıdır. Delillerin toplanması da aynı şekilde yalnızca İçişleri Bakanlığına bağlı emniyet teşkilatının keyfine bırakılmayıp barolar, hukukçu akademisyenler ve benzeri öznelerden oluşturulacak bağımsız heyetlerce hazırlanacak uzman mütalaaları doğrultusunda soruşturma derinleştirilerek etkili bir şekilde faillerin ortaya çıkartılması ve yargılanması sağlanmalıdır. Meclis araştırma komisyonuyla, savcılığın koordineli çalışması sağlanmalı, delillerin karşılıklı olarak paylaşılması sağlanarak komisyon raporları savcılık dosyalarına ulaştırılarak kamu davası açılmalıdır.
Öneriler elbette geliştirilip çeşitlendirilebilir ancak "meclis aritmetiği komisyon kurulmasına olanak vermez, savcılık zaten sürece bizi dahil etmez" şeklindeki kestirmeci yaklaşımlarla verili duruma teslim olup, "helalleşmeyi" tercih etmeyeceksek, bu gibi yolları sonuna kadar zorlamak ve hesap sorma talebinin arkasına toplumsal muhalefeti yığmak dışında pek fazla seçeneğimiz varmış gibi de görünmüyor.