Düzen siyaseti sağa çekerken, ‘globexit‘ ve soldaki linççi aktivizm

ABD-NATO’nun geçmişteki emperyalist suçları, askeri yayılmışlığı bir yana, bugün Haiti’den, Filistin’e, Yemen’den Solomon adalarına dünyanın dört bir yanında devam eden emperyalist-halk düşmanı-iki yüzlü politika ve uygulamalarına gözlerini kapatanların konforları, düzenleri, yaşam standartları sürsün diye sergiledikleri bilinçli suç ortaklığı insanı pek çok bakımdan dehşete düşürüyor. Almanya örneğinde bu emperyalist siyasetin bayraktarlığını yapan Yeşiller’in, son bir yılda eğitimli genç-orta yaşlı kesimlerin en fazla desteklediği parti konumuna gelmesi bu tespitimizi kalın çizgilerle teyit ediyor.

Neoliberalizmin krizinden beri önümüzde duran kırk satır mı, kırk katır mı ikilemi daha sık karşımıza çıkıyor. Sermaye düzenini liberal demokrasi, bireysel özgürlükler ve güçler ayrılığına dayalı eskinin merkez sağı mı; yoksa haklar ve özgürlükleri sınırlandıracak, saldırgan bir radikal milliyetçi-muhafazakarlıkla kaim bir aşırı sağ mı devam ettirecek. Birincisi, kendisine kadın ve LGBTİ+ hakları, ırkçılık karşıtlığı, yeşil yeni düzen gibi söylemlerle yeni bir makyajla sunarken; ikincisi göçmen-Müslüman karşıtlığı, kürtaj karşıtlığıyla, burjuva ulus-devletin ideolojik “kutsalları” sayılan milletin-“halkın”-dinin-(patriarkal) ailenin saldırı altında olduğuna ilişkin bir mağduriyet-beka ve onun karşıtı olan bir yeniden ihya edebiyatıyla her sene nedeni farklı sunulan kapitalizmin dünya ölçeğindeki krizinin kaybedenlerini yanına çekiyor.

Yeni aşırı sağın pek çok ülkede aynı zamanda emperyal konumu yeniden tahkim etme, geçmişteki emperyal üstünlüğün yeniden sağlanacağı hayallerine seslendiğini, kadın-LGBTİ+ haklarının korunmasında, ekoloji duyarlılığının gelişmesinin arka planında “komünist” bir tehdidin yattığını söylediğini görüyoruz. Yalan ve demagojiden ibaret bu komplocu politik söyleme post-Truth deniyor. Ücretlerin, tarımın, emeklilik haklarının, sağlık ve iş güvencesi haklarının, sosyal-sınıfsal bölüşümün finans kapital ve teknoloji tekelleri lehine bozulmasının yani neoliberal kapitalizmle ilintili sorunların siyasetin tali konusu haline geldiği günümüz burjuva siyaset alanında radikal muhafazakarların kimlikler üzerinden kutuplaştırma siyasetinin Kıta Avrupasındaki vardığı yerin 20 yıldır, nazizmin/faşizmin yeniden ihyası olduğunu da biliyoruz. Arada bir dünya krizinin yaşandığı 20 yılın sonunda faşizm tehlikesi ve neo-faşist rejimler daha fazla yaygınlaşmış bulunuyor.

Son iki haftada İtalya, Brezilya ve ABD’de gerçekleşen seçimler, merkez sağla, aşırı sağ arasındaki salınımın mesafesinin oldukça kısaldığını gösterdi. Kısa sürede ibre bir taraftan diğerine dönüyor. Eskinin sosyal demokrat, yeşil vb. düzen solları, hatta onların daha solundaki partiler, sermaye düzenini zorlayacak sosyal-sınıfsal adalet meselelerinden uzaklaşıp, ABD’li Demokrat Parti hükümetinin “anti-demokratik rejimlere karşı savaş” konseptiyle startını verdiği Rusya ve Çin karşıtı, asimetrik askeri operasyonların arkasına diziliyor. Batı basını ve liberal, demokrat geçinen politikacıların, her gün tekrarladığı “Putin Ukrayna’nın egemenlik haklarını, toprak bütünlüğünü çiğnedi” vaveylasının arka planında, liberal demokrasi oyununun ve onun ifade ettiği göreli zenginliğin sürekliliğinin, ABD önderliğindeki emperyalist tahakkümün tahkim edilmesine bağlandığı bir anlaşmanın olduğu, NATO’yu, emperyalizmi az çok bilen sağ duyu sahibi herkes için gün gibi ortada. Nitekim, dikkatli tüm gözlemciler, ABD ve İngiltere’nin askeri yetkililerin Ukrayna’daki savaşı savaşın uzun süreli ve dünya çapında hedefleri olan bir operasyonun başlangıç hamlesi olduğunu defalarca söylediğini bir kenara yazdı.

BATILI ENTELİJENSİYANIN BİLİNÇLİ SUÇ ORTAKLIĞI

Onlarca yıldır, yüzlerce üniversite kürsüsünde binlerce kez, sömürgeci geçmişle hesaplaşma, ırkçı beyaz adamın ezdiği halklar, madunlar, anti-kolonyalizm tartışması yaptıktan sonra, liberal aydınların bugün vardığı yer ibret vericidir. Çoğunluğu sussa da bunların çalıştıkları kurumlar, okuyup-yazdıkları basın-medya organlarından ve parçası oldukları entellektüel kamudan toplumlara ve dünyaya yayılan şöyle bir mesaj var: “Çok tutarlı ve etik olmasa dahi hepimiz ABD liderliğindeki NATO’nun arkasındayız. Zengin, uygar, gay-kadın-göçmen-renkli haklarını tanıyarak daha da gelişen medeniyetimizi sürdürmenin başka bir yolu yok”.

ABD-NATO’nun geçmişteki emperyalist suçları, askeri yayılmışlığı bir yana, bugün Haiti’den, Filistin’e, Yemen’den Solomon Adaları’na dünyanın dört bir yanında devam eden emperyalist-halk düşmanı-iki yüzlü politika ve uygulamalarına gözlerini kapatanların konforları, düzenleri, yaşam standartları sürsün diye sergiledikleri bilinçli suç ortaklığı insanı pek çok bakımdan dehşete düşürüyor. Almanya örneğinde bu emperyalist siyasetin bayraktarlığını yapan Yeşiller’in, son bir yılda eğitimli genç-orta yaşlı kesimlerin en fazla desteklediği parti konumuna gelmesi bu tespitimizi kalın çizgilerle teyit ediyor.

PROFESÖR GUÉROT OLAYI: SOLDAKİ LİNÇÇİ AKTİVİZM KİMİN HİZMETİNDE?

Son iki haftada, Almanya’da (sol) liberal medyanın başlattığı ve yüksek eğitimli praker, bir kısmı kendisini ultra-solcu veyahut antifaşist diye de tanımlayan entelijensiyanın balıklama atladığı bir olay durumun vehametini tüm açıklığıyla ortaya koyuyor.  Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı ardından Avrupa’yı ABD’nin yeni saldırı konseptinin apartçiğine dönüştüren gelişmeler ve onun derinleştirdiği iktisadi, sosyal ve siyasi sorunlar karşısında, NATO belirlenimli tek sesli liberal düzen korosundan farklı fikir ve tutumlar sergileyenlerin, cumhurbaşkanı da olsa, eski ve mevcut başbakan da olsa son bir yılda yaşadığı itibar suikastleri ortadayken, hafif kalabilecek bu yeni olayı, akademiyle bilimsel-fikri özgürlükle ilişkili olduğu için yine de anlatmak isterim.

NATO’cuların “Yoksa siz de Putin’e anlayış gösterenden misiniz?” yanlış sorusuna yaslanan itibarsızlaştırıp linç etme (Twitter lisanıyla woke’culuk) saldırılarının Almanya’daki son kurbanı Bonn Üniversitesi Siyaset Bilimi Profesörü Ulrike Guérot oldu. Bugüne kadar eleştirel ve düzen karşıtı duruşuyla bilinen ve şimdi bile yıldız akademisyen diye nitelendirilen Guérot’ya dönük linç saldırısının nedeni, yayıncı Hauke Ritz’le birlikte yazdığı kitap oldu. Avrupa Birliği ülkelerinin ABD’nin yeni yayılmacılığına boyun eğmesinin ortak Avrupa projesine büyük bir darbe indirdiğini anlatan kitabın adı “Avrupa Oyununun Sonu”.

Pek ultra-solcu kadınlar ve erkekler, liberal medyanın koordinasyonunda “Putin Trolü” diye yaftaladıkları Guérot’un akademiden atılması için son günlerde yoğun bir itibarsızlaştırma ve linç kampanyası yürütüyor. Bunda da başarılı olmak üzereler. Bonn Üniversitesi bu kadın profesörün görüşlerine tamamıyle karşı olduğu açıklamakla kalmayıp, ondan kurtulmak için soruşturma başlattığını duyurdu. Almanya akademisi açısından olduğu kadar, sol liberal entelijensiya açısından da dört dörtlük bir pespayelikle karşı karşıyayız.

Bu linççi itibar suikastini yapanlar, hükümetlerinin NATO’nun emir eri olmasının aynı zamanda, Polonya başta olmak üzere orta ve doğu Avrupa’nın aşırı sağcı politikacılarıyla kol kola girmek olduğunu umursamıyorlar. Tıpkı, Suriye’de Libya’da cihatçı çeteleri, İsrail’in ırk ayrımcı terör devletini destekledikleri gibi, Ukrayna’daki süper-NATO himayeli Nazi taburlarının zaferi için Avrupa halklarının her türlü fedakarlığı yapmasını destekliyorlar.

TUHAF ZAMANLARIN CANAVARLARI SEMİRİRKEN

Açıktan faşist kimlikli İtalya’nın Biraderleri Partisi yüzde 25’le birinci parti olup, NATO’nun daha coşkulu bir destekçisi hükümetin başı olurken, Avrupa’nın diğer bir köşesinde Rusya-Ukrayna çatışmasının NATO destekçiliğyle değil, müzakereyle çözülmesi gerektiğini söyleyen Alman aşırı sağcıları, yüksek enflasyon ve akaryakıt fiyatlarına karşı protestolara en fazla destek vererek oylarını yüzde 10’dan yüzde 15’e yükseltiyor.

Brezilya’da faşist başkan Bolsonaro birkaç ay önce yüzde 30’larda olan desteğini yüzde 49’a çıkarırken, onu yüzde 1’den daha az oy farkıyla geçebilen eski solcu başkan Lula, faşist bir askeri darbeyle tutuklanmaktan Biden hükümetinin desteğiyle korunuyormuş gibi görünüyor. Çünkü, Ocak ayına kadar hükümeti elinde bulunduracak olan Bolsonaro destekçileri, yıllardır söyledikleri “eğer kaybedersek, seçimlerde hile yapılmıştır” yalanı ve Lula’nın tutuklanması talebiyle, sokakları ele geçirmiş, otoyolları bloke etmiş ve Genel Kurmayı kuşatmış durumda. Binlerce kişilik faşist güruhun talebi yerine getirilmezse, sonraki adımının iç savaş olma ihtimali de yüksek. Yerine getirilirse de Mussolini ve Hitler’in yaptığı gibi kanlı bir devlet terörüyle açık faşizme geçiş olacağına kesin gözüyle bakabiliriz.

Geç kapitalizme özgü pek çok tuhaf çelişki gibi, burada da tutarsızlıklarla dolu karmaşık bir tablo var. ABD ve Avrupa ülkeleri demokratik olmadıkları gerekçesiyle Rusya ve Çin’e savaş açıp, onların ve bir çoğu despotik rejimlerle yönetilen bir adı yükselen ekonomiler, diğeri BRICS* olan ülkelerin karlı çıktığı eski küreselleşme düzeninden fiili bir çıkışa imza atıyor. Bu yönelime globalleşmeden çıkış anlamında ¨globexit¨ diyorum. ABD emperyalizmi ve selefi İngiltere’nin öncülük ettiği, yanlarına NATO ülkeleri ve diğer İsveç, Finlandiya, Avusturalya, İsviçre, Japonya gibi NATO ve AB üyesi olmayan zengin ülkeleri alıp, gerçekleştirdiği bu Çin ve BRICS karşıtı globexit hamlesinin maliyetiyse, AB üyesi ülkelerinin bütçesinden, onların halkları ve özellikle de emekçi sınıflarının sırtından ve Rusya’nın Batı ülkelerindeki dövizleri ve mallarına el konularak karşılanıyor.

Liberal demokrasi ve bireysel özgürlük şampiyonları Çin’e ulaşıp ulaşmayacağı şimdilik belirsiz olsa da Rusya’yı ziyadesiyle yıpratan bu yeni savaş konseptini yürütürken, jeopolitik dengeler gereği bir çok Avrupalı neofaşist veya aşırı sağcı siyasetçilerle, Körfez’in koyu şeriatçı aşiret devletleriyle kol kola girip, BRICS’in yanında konumlanan diğer otoriter hatta faşist siyasetçilerle karşı karşıya geliyor. ABD-NATO emperyalizmi de Çin-BRICS’de kazansa, merkez sağcılar da faşistler de kazansa, bu kanunsuzlar çatışmasının temel kanunu, yani hepsinin ayrı ayrı ve hep beraber tekelci sermaye veyahut finans kapitalin doğayı ve emeği daha derin ve çok boyutlu biçimde sömürme iştahına hizmet ediyor oluşu berbat gerçeği değişmeden ortada duruyor. Yalnızca 2011’den beri tüm hegemonik kapasitesini yitirmiş, neoliberal kapitalizmin berbat gerçekliğini daha da korkunçlaştırma potansiyeli taşıyan yeni bir evreye geçmiş bulunuyoruz. Bu yeni evrenin Türkiye siyasetindeki güncel yansımalarıysa bir sonraki yazının konusu olsun.

* Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika’nın İngilizce baş harflerinden hareketle BRICS diye de adlandırılan bu ülkeler arasına Güney Kore, Türkiye, Meksika gibi ülkeler de dahil edilmektedir.