Düzen siyasetinin nabzı nerede atıyor?

“Düzen siyaseti” dediğimizde neyi kastediyoruz?

Kastettiğimiz, iktidarda olsun muhalefette olsun verili düzenin bir şekilde sürmesini isteyen, sermaye sınıfıyla bağlantılı siyasal aktörler arasında sürmekte olan mücadelelerdir, bunun sonucunda ortaya çıkan dinamiklerdir.

Bugün bu siyasetin nabzı nerede atmaktadır? Başka bir deyişle, düzen siyasetinin ana damarında ne vardır, hangi dinamik diğerlerine başattır?

Bu soruya verilecek kestirme yanıt herhalde şöyle olacaktır: Başkanlık sistemi çerçevesinde iktidardaki AKP-MHP ittifakı ile bu ittifakın karşısında duran ve ülkenin başka türlü yönetilmesi gerektiğini ileri süren siyasal aktörler arasında yaşanan mücadeleler…

Biz tam bu görüşte değiliz.

Kestirme yanıt ilk bakışta bir gerçekliğe işaret ediyor gibi görünse bile görünenin geri planında daha asal başka bir dinamik yatmaktadır ve düzen siyasetinin nabzı da orada atmaktadır.  

***

Bugün düzen siyaseti iktidar-muhalefet karşıtlığından çok DGB (devlet-güvenlik-beka) eksenine oturtulmuştur. DGB ekseni, iktidardakileri ve muhalefettekileri aynı anda birlikte kesmekte, muhalefettekilerin muhalefet “dozunu” belirlemektedir. Dahası, hem iktidar partisinin (MHP ile birlikte “partilerinin”) hem de siyasal parti dışı belirli güç odaklarının yer aldıkları, zaman zaman su yüzüne çıkan bir rekabete konu olmaktadır.

“Kanal İstanbul”, gerilemekte olduğu görülen rejimin  DGB ekseninde parlattığı bir güç gösterisi hamlesi, kendi deyimleriyle bir “sükse” projesidir. Yarın ne olacağı belli değildir; ama DGB bağlantılı bir tartışma ortamı yaratmada işlevli olduğu görülmektedir.

CHP’li Deniz Baykal’ın Libya tezkeresini olumlaması, DGB ekseninin CHP geleneğine hiç de yabancı olmadığının göstergesidir. Kaftancıoğlu, Kılıçdaroğlu ve İmaoğlu’nun bir sahne oyununu seyretmeye gitmiş olmalarının bu kadar mesele yapılması “boş iş” sayılmamalıdır; CHP’li DGB’cilere atılmış bir yemdir. 

SADAT kurucusu, Erdoğan’ın danışmanı ve “mehdi habercisi” Adnan Tanrıverdi’nin istifası ile voleybolcu kadınlar hakkında laf eden bir Belediye Başkanının MHP’den ihracı ise bu kez iktidarın kendi içindeki bir DGB rekabeti, ünlü “Türk-İslam sentezinde” Türklüğe doğru küçük bir ayar olarak değerlendirilmelidir.

“Muhalefet” diyorsak eksik kalmasın: Kürt siyaseti ve HDP, yedi yıl önceki “çözüm sürecinde”  gene DGB eksenine zorlanmış ve/ya da kendi görüş açısından bu eksene yönelmişti. Bugün ise DGB bağlantılı denklemlerin hepsinin dışına itilmiştir ve kendisi bir DGB sorunu sayılmaktadır.

“Yeni” muhalefet aktörleri de eksik kalmasın: Davutoğlu’nun partisinin de Ali Babacan’ın kuracağı partinin de türlü çeşitli demokrasi söylemlerine rağmen her kritik uğrakta DGB ekseninden hareket edecekleri kesindir.  Özellikle ilki söz konusu olduğunda, “stratejik derinlik” ile DGB arasında kan bağı vardır.  

İyi Parti’den söz etmeye ise sanırız gerek yoktur.

***

Tekrar söyleyelim: Bugün Türkiye’de düzen siyasetinin nabzı, otoriter (ya da ne derseniz o) bir rejimle onun karşısında görünen liberal-demokrat aktörler arasındaki mücadelede atmamaktadır. Devlet-güvenlik-beka ekseni, iktidarın iktidarlığını, muhalefetin de muhalifliğini baştan aşağı yeniden belirleyip şekillendiren ana motif olarak işlev görmektedir.

Durumun, olası bir erken seçimle ilgisi olsa bile bu ilgi dolaylıdır. Asıl kritik nokta, siyasal aktörlerin herhangi bir seçimden önce belirli bir hizaya dizilmesidir. Bu hizanın, sonraki seçimde iktidarı elinde tutana ve diğerlerinden daha güçlü olana yarayacağı hesap edilmektedir. 

Gene düzen siyaseti açısından dananın kuyruğunun kopacağı asıl yer ise bugünkü iktidar blokunun kendi içindeki DGB rekabeti olacağa benzemektedir. Kuşkusuz ülke dışındaki gelişmelerden ve uluslararası ilişkilerden de etkilenecek olan bu rekabette, dincilikte ve dinselleştirmede daha ne kadar yolun göze alındığı, buna karşılık laiklik sosuna bulanmış bir milliyetçiliğin bir “ayar veren” olarak ne ölçüde kullanılacağı belirleyici olacaktır.

Her birinin, diğerine ayar vermeye niyetli figürleri vardır…

“Gerisine” gelince: Sosyalistler, bu DGB ekseninin tamamen dışındadır; HDP ve Kürt siyaseti de bu eksenden çıkmıştır; CHP’de ise “tabandaki” diri ve ileri kesimlerin yanı sıra bir de DGB şantajına teslim olmayacak kimi “öncü” unsurlar yer almaktadır.

“Düzen siyaseti” dışında başka bir siyaset daha olacaksa, bu siyasetin yolunu açacak olanlar yukarıda sayılanlardan çıkacaktır.

Ve yol açılacaksa, sosyalistlerin bu yoldaki etkilerinin bugünkü nicel ağırlıklarının çok ötesine geçeceği de kesindir.