Kapı ile sokağı ayıran ya da ikisini birbirine geçirgen kılan, eşiktir. Her kapının bir eşiği, her eşiğin vardırdığı bir son vardır. Ya kapıdan içeri gireriz ya da çıkar gideriz…
Her ikisi de ayrı bir dünyadır…
Eşik, hem bir engeldir hem de bir özgürlük. Eşiği aşma gücümüzün başarı oranına göre, zor eşikler vardır; çekingenlik, korku yaratır. Eşik aşmayı kolaylaştırdığımızda özgüven pekişir, hayata asılmanın deneyimi enginleşir.
Kısacası, eşik aşmak devrimci bir eylemdir.
Hayat kendi ömür çizgimizde, bir yığın eşikle doludur. Her eşik birer birer ve sırayla geçilmek ister. Kimi de aynı sıraya girer, birden çok eşik belki de farkında olmadan geçer, gider…
Eşik, bir hareketin başlangıcıdır. Hareket itkisi, eşik değere ulaşmadan mümkün olmaz. O eşik değer yakalandığında da hareketsiz durulamaz.
Yeni doğanda yürümenin başlangıcı, iki eşiğin geçilmesini gerektirir. Önce emekleriz, sonra iki ayak üzerine dikilmemiz gerekir. İlk adımlar tay tay ve sarsak olsa da yürümeyi beceren bebeğin coşkusunu ve heyecanını bir hatırlayın. Düşe kalka, çarpa devire, nasıl güzel bir özgürlüktür kendi ayakları üzerinde durmak ve koşmak.
YAŞAM GEÇİŞLERİMİZ VE EŞİKLERİMİZ TÜKENMEZ
Hangi eşikten sokağın neresine çıktığımız, hangi pencereden dünyaya baktığımız ve hangi şeritlerde başka eşiklerle yollara aktığımız, adeta baştan ve bilinçli irademizle çizilmiştir. Kimisi bunu kader diye de anar. Öyle ya İngiliz kraliyet ailesinden olabilmek için, o ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmek gerekir. Yoksa sekiz milyarlık dünyada, saray eşikleriyle donatılmış bir hayatı yaşayanımız olacaksa, ancak doğumdan olacaktır. Bu da kader değil, olsa olsa o da şans (mı?) işi olup, emeğin yarattığı koca dünya üzerinde, tahtta bağdaş kurup oturuyor olunsun…
Eşik işi doğaldır, doğuştandır, biyolojiktir. Bedenimiz hareket eder. Hareketlerimiz ya istemsizdir, öyleyse mesela, kalbimiz bir ömür boyu durmaksızın çarpar ya da iradeye tabidir, sabah uyandığımızda yataktan kalkmamızı, giyinip sokağa çıkmamızı sağlar. Bunların hepsi, bir uyarıya ihtiyaç duyar.
Uyarı olmadan, onun bilincine erişmeden, eşik atlanamaz. Bedende harekete tahvil olan itki, hareketi sağlayacak organlarda bulunan özel bir algaç ile algılanır ki buna reseptör derler. Reseptörde oluşan, elektriksel değişmeye de “aksiyon potansiyel” denir ki işte bu eşik değerle oluşur. Uyarı böyle başlar. Eşik değer arttıkça, uyarının şiddeti de yani reseptör potansiyeli de artar. Uyarının şiddeti, hareketin ya da iletimin hızında artışı değil, uyarıya olan tepkinin şiddetini etkiler. Yani diyalektiğin temel kurallarından birisi ve Newton’un hareket yasalarından üçüncüsü olan “her etkinin, bir tepkisi olduğu” meselesi esasen biyolojiktir.
HAYATIN TÜREV VE İNTEGRALİ
Küba devriminin büyük önderi Castro, 2016 yılının 25 Kasım'ında yaşama veda etti. Bugün, yani aynı günde, Arjantin’in futbol efsanesi, Diego Armando Marodona da doğaya armağan gitti.
Yaşam, doğumla ölüm arasındaki bir ömür sürecini betimliyor. Matematiksel olarak, bu iki eşik arasındaki geçirdiğimiz zaman süreci, türev ve integral ile formüle edilebilir.
Matematiğin bu çok önemli iki başlığı, ne de sevimsiz belletilmiştir. Anlamı kavratılmadan, türev ve integral almak için bir yığın formül içinde boğulup gelmişizdir. Oysa hayatın doğallığını matematiksel modellemek de onu anlamsızlaştırarak yapılmamalıdır.
Basitçe türev, herhangi bir zaman aralığındaki değişim miktarını gösterir. İntegral ise, Yatık bir “s” harfi ile şekillendirilir ve belli bir zaman aralığındaki toplam değişimi ya da biriken değişim miktarını gösterir. Örneğin, ömür toplamında uykuda geçirdiğimiz zaman bir biriken değer olarak uyku süresinin, yaşam süresine oranlanan bir integralidir.
Ömrümüz içinde geçirdiğimiz her olgu, örnek olsun, mutluluklarımız, haz ve acılarımız, başarı ve başarısızlıklarımız, değer bilinen haklılıklarımız, uğradığımız haksızlıklarımız, hastalıklarımız ve akla gelen gelmeyenleriyle, yaşam eğrisi altında kalan ömür alanımız, yaşam içindeki integrallerden başka bir şey değildir.
Castro ve Marodona, yaşam integrallerinin bütününü devretmişler ve başka bir eşiğe, yani enerjiye tekrardan dönüşerek, bir titreşim (rezonans) ve onun sıklığı (frekans) boyutuna erişmişlerdir.
Sadeleştirdiğimizde, doğaya armağan verilmek, işte bu denli anlaşılır ve basittir.
Castro ve Marodona, bakarsanız birbirine benzemez hayat alanlarında rol sahibi olmuşlardır. Birisi toplumsal yaşamın kuruculuğunu, devrimci yollarla aşmış; ötekisi, insanın metalaştırıldığı bir spor-eğlence pazarının emekçisi olarak ve en yüce değerin emek olduğunu, emek iş gücünü satarak, yoksul halk sınıflarına, hem anlatıp hem de bunun için var olduğunu vurgulayarak, yaşamını kazanmıştır.
Devrimci eylem, yaşamı yeniden kuruşun eşiğidir. Topluma eşitlik, özgürlük, emek kardeşliği ve dayanışma şiarları ile hediye edildiğinde ve toplumdaki bireylerin özgür insan haline gelmesinde, yaşam kanallarını böyle zenginleştirildiğinde, “yaşam geçitlerinin” insana en değer olanının kapılarını açar ve topluma eşik atlatır.
Kısacası, Castro ve Marodona, ikisi de devrimci olarak yaşamıştır.
Kısacası, ikisi de hayatta nerede duracakları eşiğini, bilinçli devrimci tercihleriyle sürdürmüşlerdir.
Hayatı sade tarafından yaşayan, bizler de böyle değil miyiz? Yaşamı, insanlarla beraber kazanma ve paylaşma biçimlerimiz, bu anlamda hangi sosyal bölükten, sınıftan geldiğimizle eşdeğer değil midir?
Sonuç olarak, eşik işi, yani “yaşam geçiti” önemlidir.
Ne güzel insanlardır, hayatını devrimci olarak yaşayanlar.
Bir sıra neferi gibi, tek başına ve kimsesiz olduğunda bile, bir ordu gibi ve hayata anlamını katarak…