Yıllar önce Likya yolunda yürüyoruz. Bilmeyenler için; Likya Yolu, Fethiye Ölü Deniz’den başlayıp Antalya Geyikbayırı’nda biten tarihi bir patika yol. Yolun popülerleşmesini sağlayan ise bir İngiliz kadın Gezgin Kate Clow. Clow gün ışığına çıkarttığı bu patika yolların güzergahını diğer gezginler de takip edebilsin diyerek; yol üzerinde aralıklı taşları üst üste iki çizgi kırmızı beyaz boyalarla işaretlemiştir.
Uzatmayalım kırmızı beyaz taşları izleye izleye devam ediyoruz. Epey yükseklerde, Babadağı’nın diğer yamacında Fethiye’nin Kirve köyüne geldik. Dışındaki tüm tarlalar her yer kırmızı beyaz taş. Dön dön, hava sıcak en sonunda yorulduk umudu kestik. Uzaktan bir abi el etti. “Gelin gelin.” Gittik yanına. Gülerek “yolu kaybettiniz değil mi” dedi. “Evet” dedik. Evine davet etti bizi yorulmuşsunuzdur. Evine girdik Almancı akrabası neskafe getirmiş onu ikram etti büyük bir törenle.
“Bu ara herkes kayboluyor” dedi. Buralara kadastrocular gelmiş, hazine arazileri ile köyün arazisinin sınırları belirlemek için. Önce kırmızıya boyamışlar taşları. Aradan bir yıl geçince sınırı yanlış çizmişiz deyip bu kez sınırı beyaza boyamışlar. Haliyle birçok taş ortak olunca her taraf kırmız beyaz taş. Tarihi bir yol gezisi, devletin kadastro kafa karışıklığı ile sekteye uğramıştı. En azından kadastro gelmiş. Nuri Bilge Ceylan’ın Mayıs Sıkıntısı filminin bir sahnesinde, yönetmene babası ben fidanlığa gidiyorum belki kadastrocular gelir der. Yönetmen de akşama kadar kadastrocu mu beklenir yahu diye sorar. Yaşlı adam şaşkınlıkla bakar. Ne akşamı? Ben 20 yıldır bekliyorum. Neyse devlet bu! sürekli sınır çizer deyip kahve içmeye devam ettik.
Sonra bana sordu ne okuyorsun. Ekonomi dedim. Baktı yani yüksek okulda okuyorsun dedi. Eh öyle de denebilir dedim. O zaman sen anlarsın diyerek, o dönem yeni yaygınlaşan küçük led lambalardan getirdi. Tabi diyemedim ekonomi okurken bize bunları göstermediler.
Selahattin abi, bana uzun uzun led lambasının neden çalışmadığını anlattı. Küçük bir parça gösterdi. Bu parçadan bulabilirse led lambası düzebilirdi. Ama başka çaresi var mıydı bir de ben baksam iyi olurdu. Sonuçta yükseklerde okuyan insanım. Led lambayı tüfeğin üstüne bantlıyormuş. Geceleri yaban domuzu vurmak için. Tabi biraz ürpertici bir yardım konusu.
Selahattin abiye baktım. Abi ne uğraşıyorsun at gitsin yenisi 5 TL dedim. Demez olaydım Selahattin Abi’nin yüzü feci düştü. Atılır mı yazıktır ufacık bir parça için.
Ama Selahattin Abi’nin yaşadığı dağ köyüne henüz ulaşmayan, bozulunca at kültürü çoktan şehirleri sardı sarmaladı. Artık birçok küçük elektrik/elektronik aletin yedek parçası üretilmiyor bile. Bunun bu kadar ucuzlamasının üç nedeni var. Birincisi artan eşitsiz refah, ikincisi bunu üretenin refah sahiplerine göre çok ucuz kalan emeği, üçüncüsü ise ucuz doğa. Kapitalizmin artık emek sömürüsü ile başat haline gelen yeni rengi doğanın sömürüsü.
Başlığa Bitcoin yazınca bekliyorsunuz tabi konu ne zaman oraya gelecek hatta biraz birikimi olanlar al mı diyecek umuduyla okuyor da olabilir. Ama sorun Bitcoin ’in günümüz kapitalizminin en irrasyonel ürünü olması.
Detaylar ile yazıyı boğmayalım ama Bitcoin, devletlerin basmadığı bir sanal para. Haliyle parayı siz üretiyorsunuz. Ancak Bitcoin’i yaratan kişi bunu 21 milyon adetle sınırlamış. Haliyle Bitcoin aslında bir şifre üretme işlemi ama üretildikçe henüz üretilmeyeni üretmek için daha fazla “bilgisayar işlemine” ihtiyaç duyuyor. İş o raddeye geldi ki, Bitcoin üretmek için yüzlerce ve hatta binlerce bilgisayarın çalıştığı atölyeler (ya da fabrika mı desek) var. Dünyada Bitcoin üretmek için harcanan elektrik, 4-5 yıl önce “bir Moldova kadar elektrik tüketiyor” diye haber olurken 2 yıl önce “bir İsviçre kadar” seviyesine çıktı. Seneye sanırız “bir Türkiye kadar” seviyesine çıkacak haberlerde.
Peki elektrik nereden üretiliyor? Doğadan; sudan, kömürden, gazdan, rüzgârdan, güneşten ama hala ağırlıklı bir kısmı sulardan. Yani insanlığın ihtiyaç duyduğu sular, önlerine setler çekilerek sanal bir para için harcanıyor. Ayrıca bu yapay su birikintileri buharlaşmayı o kadar çok artırıyor ki, buharlaşan su oranı insanların içme suyu ihtiyacını geçmiş durumda.
Ama hali hazırda dünyanın en ucuz kaynağı hala su. Özellikle yer altı su kaynakları yer üstündeki su kaynaklarının 100 katı büyüklüğünde. Bilenler bilir, suyun üretimde yoğun kullanıldığı fabrikalar, şebeke suyunu kullanmazlar. Bu çok maliyetli olur. Onun yerine kendi gelişmiş kuyularını kullanırlar. Yani doğanın 1 milyar yılda oluşturduğu doğal su rezervleri bu üretimler için hızla harcanıyor. Belki de 100 yıl sonra tüm yer altı suları tükenmiş olacak. Bir tişört düşünün toplamı 200-250 gram. Bunun için harcanan su miktarı 2 bin litre. Evet yanlış yazmıyorum. Ya bir A4 kâğıt 10 litre. Benzer örnekler çoğaltılabilir.
Selahattin Abi’nin atmaya kıyamadığı led lambanın da plastik metal aksanları vs. derken sanırım bir 15-20 bin litre su harcanmıştır. Peki suyu alıp atıyoruz ama suyun doğallığını bozup, bir alana devasa çimentolar dökerek yaptığımız bir baraja toplayıp, elektrik üretip, o elektrik ile sanal bir para üretmemiz de iyice saçma değil mi?
Hem de ne uğruna olduğu da belli değil. Yanlış anlama olmasın, teknolojinin gelişmesiyle dijital paralar yaygınlaşacak ve gelecek kuşaklara eskiden paralar kâğıda basılırdı, üzerine kimin resminin basılacağı bazen siyasi krize neden olurdu diye efsane gibi anlatacağız. Belki de suyun bir kısmını banknotlara harcamaktan kurtulacağız ama geleceği ne olacağı belli olmayan bir icat için elektrik tüketiminin katlanarak artması artık kapitalizmin irrasyonalitedeki sınırsızlığını göstermekte. Bu sınırsızlık hali bile insanlığın sonunu getirmeye yetecektir. Haliyle kapitalizmin en makul ve rasyonel ekonomik model olduğunu söylemek bile anlamsız hale gelmiştir. Tabi burada da biz eleştirel iktisatçılara ve sosyalistlere başka bir kapı açılıyor. Emeğin sömürüsünü, doğanın sömürüsünden bağımsız düşünmemek.
Ama bu konudaki düşünsel üretimimizin de fiiliyattaki örneklerimizin de henüz çok amatörce olduğunu belirtmek gerekiyor. Selahattin Abi’nin led lambasını yapabilecek kimse kalmadı neredeyse. İnsanlığın yapabilme/yetebilme yetenekleri inanılmaz derecede geriliyor. Ekspresso kahvenin fincana saat yönünde döndürülerek dökülmesini söyleyenleri görebiliriz ama bir başağın içindeki buğday tanelerini çıkarabilmesi çok uzun zamanını alabilir aynı kişinin. Bunun yanı sıra hayata geçirmeye çalıştığımız dayanışma ekonomisi modellerinin, kapitalizmin birçok yönden ilkel bir kopyası olduğunu bile fark edemiyoruz. Haliyle gıda üretiminden, tüketiciliğimize kadar yazılması ve tartışılması gereken birçok konu var. Kapitalizmin irrasyonelliğinin hala devam edebiliyor olmasının da bir nedeni bu konulardaki yetersizliğimiz olabilir belki de.
*Selahattin Abi, kazara bu yazıyı okuyorsan, sana yedek parça göndereceğim sözü verip yine yeni led lamba gönderdiğim için özür diliyorum. Ama gerçekten öyle bir piyasa yok.