Bu yazı yarın sabah yerine asıldığında takvim 2015 yılını gösterir olacak.
Her takvim yılının değişimi, adeta umuda yeniden kapı açar. Kimi kez bir arınma gibi algılanır; çoğu kez de arayış ve hedefe kavuşma dileğini içinde taşır. İşte buna denk düşen bir yazı olmalı bu satırlar.
Öyleyse son sözü baştan şerh diye düşmeliyim…
2015, “umut saklımızda ölümsüz bayrak” diyenler için, sadece “bu daha başlangıç, mücadeleye devam” anlamını içermektedir.
Gelen yıl, mücadele minvalinde seyredecekse, giden yılın adetten olan değerlendirmesini de yapmak gerekmektedir. Öyleyse adet yerini bulsun…
Bir “fıtrat” yılı yaşadık ki, değme gitsin…
Bu sözcük öyle yaygın, şöhretli falan değildi. Bilinirdi ama kısıtlı konu, kısıtlı çevre, kısıtlı konumlanışta kullanılırdı. Birden tavan yaptı. Hazreti RTE öyle bir kelam etti ki, böylelikle ‘fıtratımızda neler varmış da biz bilemiyormuş uz’u öğrendik. Eğer fıtrat boyun borcu değilse, bundan kurtulmak gerek. Ahali olarak beceri gösteremezsek, fıtrat, 2015’de de fıtratlığını yapmaya devam edecek.
Fıtrat piyangosu her zaman olduğu üzere emekçiye vurdu…
13 Mayıs yangını, Manisa-Soma’da, gelip kömür madencisini buldu…
Madencinin ölüm nedenini öğrendik ki, fıtrattanmış. Fıtrat bu olunca, 301 yiğit de madende kara kömür oldu. Kurtarılanlardan Murat Yalçın yer üstüne çıkarıldığında, ambulansa konurken “çizmemi çıkarayım mı? Sedye kirlenmesin” diye soruyordu.
Bu kareden geriye, sonrasında aklanan maden sahibi ve Yusuf Yerkel adında tekmeciliği ile temayüz eden Başbakanlık Müşaviri kaldı…
6 Eylülde, Ali Sami Yen stadının yıkılan alanına dikilen konut inşaatında, bir asansör arızası yaşandı. Taşıma kabini 32. kattan doğruca aşağı çakıldı. 10 işçi fıtratlarına uygun olarak telef oldu.
Madenci fıtratı yılsonuna doğru da yine çalışmalarına devam etti. 28 Ekimde, bu kez de, Karaman-Ermenek’te, Has Şekerlere ait madeni su bastı. İstatistikî olarak 18 madenci telefatımız daha oldu. Tezcan Gökçe’nin annesi Ayşe Ananın bir cümlesi iç yaktı: “oğlum yüzme de bilmezdi; suyun içinde ne yaptı?”. Cenaze fotoğraflarını neredeyse tüm gazeteler bastı. Karelerde baba Recep, onurlu, acılı ve yoksul haliyle bir köşeye çömelmiş duruyordu. Yırtık lastik pabuçlarıyla oğul cenazesini uğurluyordu.
31 Ekimde Konya’nın Akşehir ilçesinden Isparta-Yalvaç’a elma toplamaya giden kadın işçiler, bindikleri aracın devrilmesi nedeniyle öldüler. Araç 24 kişilikken, onlar koyun gibi 48 kişi olarak doldurulmuşlardı. Azrail bunlardan 18 inin canını anında aldı.
17-25 Aralık 2013 de gündeme bomba gibi düşen bir yolsuzluk depremi olmuştu. Önce dört bakan ve ardından çeşit çeşit görüntü ve ses kasetleriyle işe bulaştırılan bir başbakanın, deveyi havuduyla yutma jenerikleri yılın başlarında gündeme düşerken, bunlara dair yapılmak istenen tüm soruşturmalar, 2014 yılı sonuna doğru mükemmel bir biçimde örtüldü. Böylece AKP-Cemaat ittifakının da bürokrasi içinden, yargı ve kolluk kuvvetleri dâhil bilumum cenahlardaki kardeşliği de sona erdi…
Tarihe AKP-Pensilvanya savaşları olarak geçmesi mukadder olan bu durumun başlangıcı, 30 Mart yerel seçimlerinden sonra atıldı. O zaman başbakan olan zat, “haşhaşi” olarak da nitelediği cemaate savaş ilan eylediğini beyan etti. 10 Ağustos Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden de sonra icraat ve tutumu ile yol ayrımını iyice keskinleştirdi.
11 Mart, yüreklerimize kor ateş olarak düştü. Haziran Direnişinde Gezi Parkında polisin vurup düşürdüğü Berkin Elvan’ımız 269 gün uyudu ve sonra uyanmadı… Berkin’in cenazesine yüz binler katıldı.
Tam da şiirdeki gibiydi: “…kanadık toprak olduk/ çekildik bayrak olduk/ döküldük yaprak olduk/ geldik bugüne/ ekmeği bol eyledik/ acıyı bal eyledik/ sıratı yol eyledik/ geldik bugüne/ ekilir ekin geliriz/ ezilir un geliriz/ bir gider bin geliriz/ beni vurmak kurtuluş mu?..”
“Bir gider bin geliriz” ya; işte yüz binler yürüdü ve korku bir kez daha dağları bekledi. RTE, Elvan’ı önce terörist ilan etti. Sonrasında da mitinglerinde, ana ve babacığının yuhalanmasına vaziyet etti. Bu fasıl da bir gün hesabı dürülür diye defter-i kebirde böylece yer etti…
2014 de adını “Yeni Türkiye” koydukları parti-devletinin başı, yargı ile hiç hoş-beş olmadı. Anayasa mahkemesi yıl boyu hedefte oturdu kaldı. Zira Ergenekon ve Balyoz karşı darbelerinde zindanlara düşen yüzlerle insan AYM tarafından serbest bırakıldı. Kimi hukuksuz yasalar da bu yüksek mahkemeden döndü. İyi günlerde muteber adam saydıkları Anayasa Mahkemesi Başkanı bu defa hükümetin eleştiri oklarına hedef oldu…
Bu işin sadece bir ayağıydı. Diğerini ise Cemaat tasfiyesi bahanesiyle hükümet HSYK üzerinde oynadı. Ekim ayında yapılan seçimlerde, hükümet karşıtı olarak savlanan Yargıda Birlik Platformu üyeleri kritik bir çoğunlukla HSYK üyeliklerini ele aldı. Ne var ki, Yargıtay ve Danıştay seçimlerinde AKP aynı felaketi yaşamadı. Cemaate yakın ne kadar savcı ve hâkim varsa soruşturmaları sona erene değin işten el çektirmeler de yapıldı. El birliği ile inşa ettikleri özel yetkili mahkemeleri, hükümet alel acele lav ederek bunların görevlerini sulh ceza mahkemelerine aktardı…
Çankaya Köşkü, RTE’nin Cumhura başkan seçilmesinden sonra devreden çıkarıldı. O güne değin Başbakanlık binası olarak inşaatı devam eden AOÇ’deki sarayın kaçak olduğu mahkemelerce tescil edilirken, 1150 küsur odalı kaçak saray, Cumhur reisine yeni makam ve yaşam alanı kılındı.
Doğa katliamında hiç fren tutmadı. Parti-devletin iktidarından bir vekil, tarihe geçen bir abuksamaya imza attı. Zeytin ağaçlarının dini ve milliyetini Yahudilik olarak açıkladı. Yırca’da neredeyse bir gecede 6 bin zeytin ağacı katliamı yapılırken, yerine santral kurulması ile ilgili bir özelleştirme peşkeşinin çekildiği iyice anlaşıldı. Danıştay’ın esastan kararını bile görmezden gelen şirket, hukukun bir manaya gelmediğini belgelercesine santrali yapmaya devam edeceklerini açıkladı…
IŞİD ile nasıl hemhal olamayacağını bir türlü kestiremeyen bir hükümet tablosu yıl boyu yaşandı. Haziranda Musul başkonsolosluğunu basan IŞİD militanları, çoğunluğu özel harekât polisi olan ve içlerinde başkonsolos dâhil 45 vatandaşı rehin ve esir aldı… 20 Eylül günü esirler serbest kalırken, Türkiye’nin üzerine silah yardımı ve Türkiye’de tutuklu örgüt militanlarının serbest bırakıldığı kara lekeleri kaldı…
Türkiye IŞİD vahşetine önce Ağustosta tanıklık etti. Irak-Şengal bölgesine saldırılarla Yezidi göçü Türkiye’ye intikal etti. Binlerle göçmen can havliyle Türkiye’ye kaçarken yollarda açlıktan telef olup öldüler… Sonra IŞİD Suriye’de ortaya çıktı Rojava bölgesindeki Kobaniye saldırdı. Türkiye’de Kürt siyasetine liderlik edenler, saldırının durdurulması için çağrıda bulundu. Oysa hükümet ayak sürüyüp, IŞİD’li vahşetten Esat’ın gidiciliğine umar olduğunu üstü örtük duyurdu. 7-10 Ekim’de çıkan olaylarda hükümet Güney Doğu Anadolu’daki 21 merkezde sıkıyönetim ilanını buyurdu…
2014’ün sonunda, eğitim işlerinin dincileştirmesi yolunda fenafillâha erişildiği görüldü. 19. Milli Eğitim Şurası din eğitiminin zorunluluğunu ilkokul 1, 2, 3. sınıflara değin aşağıya çekti. Anaokulu dönemine, din temelli “değerler eğitimi” müfredat olarak yerleştirildi. Otelcilik-Turizm okullarından kokteyl hazırlama dersi, alkol bahanesiyle derdest edildi. Osmanlıcanın, Anadolu İmam Hatip Okullarında zorunlu ders kılınması kararı alındı. Sıra anlaşılan Arapça alfabeyi kabul etmeye kaldı…
2014, kadın cinayetlerinde rekora imza atan bir yıl oldu. Kadının dövülüp, çarpılması ve dahi fena muamele görmesi, can tehdidi yanında, adi vaka bile sayılmayacak bir meşruiyete kavuştu. Hamile kadının toplum içinde gezinmesi bile fetvalara konu kılınmaya başlandı. Bu arada işsizlik ve dolar krizi alıp başını gitmeye ve tavan yapmaya başlandı…
Yani Türkiye birkaç satırbaşıyla özetlendiği üzere, basbayağı bir fıtrat durumu yaşamaya yuvarlandı…
Hiç mi iyi bir şey olmadı?
3o Ağustosta başlatılan Vişnelik toplantılarıyla kendini inşa kararı alınan Birleşik Haziran Hareketi, 27-28 Aralıkta Türkiye Meclisini toplayarak yepyeni bir örgütlülüğe ulaştı.
İşte bu, RTE’nin kendi fıtratında olmasını kabul edemediği ve her geçen gün yeni yeni korku dalgalarının kabarmasına neden olan halk direnişinin bu yıl içinde atabildiği en büyük adım oldu.
Söz yok; Türkiye’nin üzerinde büyük bir karabasan var. İslamo-faşist parti-devleti, Türkiye’yi “Yeni Türkiye” diye kodluyor. Gericiliğe karşı, aydınlanmacılık savunuluyorsa; emperyalizmin boğan ve bizi daha da boyunduruk altına koyan siyasasına, emekçilerin sınıfsal yurtseverliği ile karşı konulamıyorsa; kapitalizmin dayattığı sömürüye, toplumsal bir eşitlik şiarı ile karşı çıkılamıyorsa; AKP dâhil, her türlü faşizmine karşı özgürlüklerimiz savunulamıyorsa, RTE ve şakirtleri haklıdır; her yol ve soydan tertiple idare edilmemiz fıtratımızda bulunmaktadır.
Haziran direnişi üç temel ögeyi kodluyor. Cumhuriyetçilik, özgürlük- laiklik ve yurtseverlik. Asgari program budur. Bu programın takipçileri Türkiye’de cereyan etmekte olan karşı devrimine, toplumsal kurtuluşçu devrimle karşılık verecektir. Kısacası başka çare yoktur.
“Umut saklımızda ölümsüz bayrak”…
Umut kapının ardındadır…
2015, daha başlangıç,
Cephemiz mücadeleye devamdadır…