‘Fonlama’ tartışmaları üzerine

Geçtiğimiz günlerde hemen hemen her kesimin üzerine atlayıp hep olduğu gibi en uçta yargılarda bulunmaktan çekinmediği bir tartışma başlığı ortaya çıktı: Ülke dışından “fonlanan” medya kuruluşları…

Konunun, haber-içerik üretiminin günümüzde kazandığı özellikler, ulusal ve uluslararası sermayenin bu alandaki egemenliği, maddi kaynak sorunları ve bütün bunların arasında “bağımsızlığı koruma” çabaları gibi bu işin profesyoneli kişilerin daha iyi bilecekleri yanları var.

Ancak, konunun “yapısal” denebilecek bu yanları saklı kalmak üzere, ortadaki duruma ilişkin herkesin söyleyebileceği şeyler de olacaktır.   

Bu da onlardan biri sayılsın.

***

Türkiye’deki güncel siyasal duruma ve “fonlanan” medya kuruluşlarına bakıldığında öncelikle söylenmesi gereken şudur: Yarın sandığa ne kadar yansıyacağı bugünden bilinemez; ama Türkiye’de mevcut rejime ve onun liderine karşı konumlanan toplumsal muhalefet hayli geniş kesimleri kapsamaktadır. Böyle bir muhalefetin çok farklı renkleri, yönelimleri ve niyetleri barındırması kaçınılmazdır. 

Dolayısıyla, bu muhalefet birikimini etkilemek, şekillendirmek ve ona yön vermek üzere çeşitli girişimlerde bulunanlar arasında sade demokratı, liberali ve dışardan yardım alanları dahil kimi medya kuruluşları da olacaktır.

Bu noktada sorulması gereken kritik soru, söz konusu kuruluşların neden dışardan fon sağladıklarından çok gerçekten muhalif bir duruş sergileyip sergilemedikleridir. 

Eğer gerçekten muhalif bir duruş sergiliyorlarsa, sorulacak soru bu kez “bağımlılığa” rağmen nasıl olup da muhalif duruş sergilenebildiği ya da bu “bağımlılık” durumunun sergilenen muhalefete hangi “ince” ya da “örtük” nüansları kazandırdığıdır.

İlk sorunun (hem “bağımlı” hem muhalif olma) yanıtı basit olsa gerekir:  Bugün Türkiye’de demokrasi, insan hakları, çevre, kadınlara yönelik şiddet, ırkçılığa karşı mücadele, farklılıklara hoşgörü gibi konulara önem veren örgütlü toplulukların “dış fonlardan” yararlanması mümkündür. Sanırız kimse kalkıp “Böyle alanlarda dış kaynak bulunabiliyorsa demek bu meseleler de emperyalizmin oyunlarının bir parçası” demeyecektir.

İkinci soruya gelince (bağımlılık durumunun, sergilenen muhalefete bir şekilde yansıması): Burada kastedilen herhalde “fonlanan” kuruluşların AKP sonrası için “sivil toplumcu”, “liberal”, “batıyla olan ilişkileri yeniden yoluna koyan”, “AB’ci”, vb. bir Türkiye öngörüyor olmalarıdır.

Ancak, böyle olsa bile (ki bizce de böyledir);  toplumsal muhalefetin diğer kesimlerinin yapması gereken, söz konusu kuruluşları muhalefetten ıskat etmeye (düşürmeye) çalışmak değil karşı yönde ağırlık koymaktır. Türkiye bugün 1990’lara ve 2000’lere göre pek çok açıdan farklı bir yerdedir; devrimci ya da radikal muhalefetin düne göre bugün ağırlık vermesi gereken nokta, birileri karşısında kendi “arılığını” korumaktan çok toparlayıcılığını ve öncülüğünü ortaya koymaktır.   

***

Meramımız herhalde anlaşılmıştır: Kimseye kefil olduğumuz yok; itirazımız, kimi kuruluşların sadece ve sadece dış vakıflardan kaynak sağladıkları için tu kaka ilan edilmesi, hatta “ajanlıkla” suçlanmasıdır. “Fon bağımlılığının” insanlara neyi nereye kadar söylettirip ondan sonrasına “dur bakalım” diyeceği ayrı bir konudur ve bu olasılığın bugünkü konumlanışları peşinen sorgulayıcı bir determinizme taşınması bizce doğru değildir.

Son olarak şu da var:

Kuşkulanma, mim koyma, sorgulama, hepsi normal diyelim. O zaman bizim de kuşkulanıp mim koyduğumuz başka tür söylemler olduğunu belirtelim. Örneğin, böyle konulardaki değerlendirmeler “Gözü kör bir Erdoğan düşmanlığıyla…” sözüyle başlıyorsa, işte biz de buna mim koyuyoruz.   

Bu sözle başlayan her değerlendirmenin bir rejime yanaşma uvertürü olabileceğini düşünüyoruz.