Siyasal süreçlerde belirli bir tarafın attığı her adım, yaptığı her çıkış mutlaka özel bir anlam mı taşır; kesin olarak bir plana, bir niyete mi işaret eder?
Rejimin son dönemdeki kimi söylemlerine bakıldığında böyle olduğunu söylemek pek mümkün görünmüyor.
Örneğin, biraz gerilere gidildiğinde “Bunlar iyi günleriniz, daha neler olacak” sözü ve geçenlerdeki “Ülke yönetimine talip olmaktan vazgeçin” tehdidi düz okunduğunda çıkarılması gereken sonuç, gözünü karartmış bir iktidarın “iç savaşı” da zorlayabileceğidir.
Peki, sahiden bu mudur, böyle midir?
***
Yukarıda örnekleri verilen çıkışlar, bence kesin bir niyeti ve kararlılığı değil bir çaresizliği ve bu çaresizlik içinde yapılan “ya tutarsa” yoklamalarını yansıtmaktadır. İlle de bir niyet aranacaksa bunu ülkeyi “iç savaşa” sürükleme gözü kararlığından çok karşısındaki muhalefeti asgari saldırı hattında tutma, görece ehlileştirme düşüncesinde aramak gerekir.
Başka bir deyişle rejim, ülkeye ve karşısındaki muhalefete bir korku senaryosu imasında bulunup muhtemel bir “geçiş sürecini” kendince yumuşatama niyetindedir.
Seçmen tercihleri dışında, rejimin bu durumunda iki önemli odağın kendisinden sağladığı marjinal faydayı artık sıfıra yakın görmesinin de önemli bir payı vardır. İki önemli odağı emperyalist merkezler ve içerde sermaye sınıfı olarak sıralarsak, rejimin bunlara verebileceklerinin sınırına gelinmiştir. Taliban’la diyalog kurabilme “ehliyeti” rejimi dış odakların gözünde vazgeçilmez kılmaz (kendisi bunu umsa bile). Sermaye sınıfına gelince: Bu sınıfın bugünkü rejimden sağlayabilecekleri ile rejim yüzünden uğrayabileceği kayıplar bir başa baş noktasında görünmektedir.
Kısacası, kendileri kuyruğunu çekmezler; ama çekecek olanlara da ses çıkarmazlar.
***
Sözü daha fazla uzatmadan asıl noktaya gelelim.
Bugün yaşanan siyasal gelişmeler, AKP sonrasına doğru yaşanacak geçiş sürecini şekillendirecek, bu sürecin ana gündemini belirleyecek önemdedir. Büyük ihtimal, geçiş sürecinin en başta “güçlendirilmiş parlamenter sistem” odaklı yaşanmasıdır. Pek çok çevrenin istediği, rejimin böyle bir sürece razı olması, muhalefetin ise “Zaten bizim istediğimiz de bu” deyip süreci fazla zorlamaktan kaçınmasıdır.
Peşinen söylenmesi gereken ise şudur: Türkiye’de demokrasi ve demokratikleşme gibi bir gündem varsa, bu gündemin hakkının “güçlendirilmiş parlamenter sistem” çerçevesinde verilmesi mümkün değildir. Esasen, Türkiye’nin bu bağlamdaki (demokrasi ve demokratikleşme) sorunları, bilinen herhangi bir özgürlükçü, ileri, liberal, çoğulcu, vb. vb. demokrasi işleyişinin sınırlarının çok ötesine taşmıştır.
Sosyalizmi, sosyalistleri geçtik; örneğin, HDP’nin 11 maddelik tutum belgesinde yer alan taleplerin “güçlendirilmiş parlamenter sistemle” karşılanabileceğini düşünen var mıdır?
***
Umarım anlaşılmıştır.
Demokrasinin, demokratikleşmenin, parlamenter sistemin vb. küçümsenmesi, değersiz bulunması vb. söz konusu değildir. Bugünkü “Millet İttifakı’nın” demokrasi taleplerini daha ötelere taşıması da beklenemez. Ne var ki geçiş sürecini şekillendirecek ve bu sürecin gündemini belirleyecek gelişmeler sadece “güçlendirilmiş parlamenter sistem” ayarına oturtulursa ve 19 yılın kimi “aşırılıklarının” giderilmesiyle yetinilirse, böyle bir durumun “demokrasi” adına kazanım sayılması mümkün olmayacaktır.
En fazla “Bu sayede bir iç savaşın önüne geçtik” denebilecektir ki zaten istenen de budur.