'Güçlü Türkiye' gündemi

2019 yılının son günü yayınlanacak bir yazıdan herhalde geçtiğimiz yılın bir bilançosu ve yeni yıla ilişkin tahminler beklenir.

Dilek ve temenniler dışında biraz gerçekçi olalım dediğimizde bir sıkışmayla karşılaşıyoruz: Ülke siyasetine bakıldığında, gerçekten “gidici” olan, ne yapacağını kendisi de bilmeyen bir iktidardan mı söz etmek gerekir, yoksa bilinçli birtakım hamlelerle zeminini sağlamlaştırmaya kararlı bir odağa karşı uyarılarda bulunmak mı?

Bu sorunun, yalnızca yılın son günü için yazı hazırlayan birinin kendi kararsızlığını yansıtmadığı, geniş kesimlerin de aynı soruyla karşı karşıya olduğu kanısındayız.    

***

İktidarın (ya da rejimin) bugünkü durumunu özetlemeye çalışalım:

Siyasal iktidarların kendi vizyonları ve hedefleri açısından belirli bir siyasal akla, bu aklın yarattığı genel bir stratejiye sahip oldukları dönemler vardır. Taktikler, kimi tikel alanlardaki hamleler ve çıkışlar, hep bu stratejiye oturtulur ve böyle gider. Ama başka dönemler de gelip çatar.  Bu dönemlerde ise trafiğin yönü değişir: Artık taktiklerden, tikel ve birbirinden bağımsız alanlardaki hamlelerden ve çıkışlardan hareketle ve el yordamıyla bir yerlere ulaşılmaya çalışılır.  

Bize göre iktidar bugün bu ikinci dönemdedir.

Daha açık söylersek, örneğin “cumhur ittifakı”, Kürt hareketine karşı benimsenen tutum, “Kanal İstanbul”,  yerli otomobil ve Libya’ya asker gönderme gibi konular, bizce önceden var olan bir vizyonun, bir siyasal aklın ve stratejinin uzantıları değildir; iktidar, bunlardan hareketle bir ortam yaratmak,  bir yerlere tutunmak istemektedir.

“Sonu ne olur, nasıl gelir” diye sorulursa: İktidarın bu yolla siyasal aklını yeniden üretmesi, yeni bir vizyon ve strateji geliştirerek “birinci döneme” dönmesi mümkün değildir; ama aynı yolla Türkiye’yi oyalaması, muhalefeti kendi gündemlerinin peşine takması, böylelikle ömrünü uzatması pekâlâ mümkündür. 

Esasen, karşısında olanların kimi özel “hassasiyetlerinden” nasıl yararlanabileceği, iktidarın en iyi bildiği şeylerden biridir.

***

“Yaptıkları iyi şeyler de var…”

İlginç olan nokta, yakın geçmişte AKP’ye doğrudan angaje olmayan geniş kesimlerin dilinde dolaşan bu kadirbilirliğin, bugün küçük bir başkalaşımla AKP’ye doğrudan karşı olanlarda bile yer etmeye başlamasıdır.

Buradaki sihirli formül ise “güçlü Türkiye”dir…

“Güçlü Türkiye” dendiğinde akan sular durmakta, kimi çevreler “anti-emperyalizm”, “ulus devlet” ve “ulusal çıkarlar” adına koşa koşa AKP’nin gündemlerine eklemlenmektedir. Ve gerisi de gelmektedir:

“Türkiye öyle değil böyle güçlenir” (Demek herkes güçlü Türkiye istiyor).

“Beka sorununun kaynağı orası değil burasıdır” (Demek Türkiye’nin bir beka sorunu var).

“Bölgede güç olmak istiyorsan Esad’la diyalog kuracaksın” (Demek Türkiye’nin bir bölge gücü olması isteniyor).

“Kanal İstanbul ayrı, ama yerli ve milli otomobile biz de varız” (Demek yerli otomobil güçlü Türkiye’nin bir unsuru sayılıyor).

Açık konuşmak gerekirse, bu tür hassasiyetleri kabarık bir muhalefet karşısında iktidar kendine yeni manevra alanları bulmakta, ömrünü uzatmakta pek zorluk çekmeyecektir.

***

Peki, bu ülkenin solcuları “güçlü Türkiye” isteyemez mi?

Açık konuşalım: Bir ülkenin gücünü kendi insanından, yurttaşından, onlara yapılacak “yatırımlardan” başlatmayan, gücü silahlanmada, emperyal heveslerde ve günümüzün küresel kurtlar sofrasında daha iyi yer bulma arayışlarında gören her yaklaşım solun fersah fersah uzağındadır.

Kürtün ve Alevinin ezilip dışlandığı, işçinin emekçinin açlığa mahkûm edildiği, kadının ikinci sınıf insan sayıldığı, gencinin iş bulamadığı bir ülkenin topla tüfekle, askeri operasyonlarla, üretilecek otomobillerle ve açılacak kanallarla güçlü olabileceği düşüncesi, soldan silinip kazınması gereken bir deformasyon sayılmalıdır.

Bu ülkenin geçmişinde “halkçılık” “kamuculuk” ve “sosyal devletçilik” adına insana yapılan yatırımlar buluruz. Hepsi yetersiz kalmış olabilir; ama bunları bile reddedip karalayan bir siyasal anlayışın “güçlendirebileceği” tek şey, ülke değil olsa olsa devlet olabilir ve bu da kimseye hayır getirmez.

2020 yılında, AKP’nin orasından burasından sızıp nüfuz edemediği daha “sıkı” bir muhalefet görme dileğiyle…