Günümüz Türkiye’sinde sosyalizm davasını savunanların yerleşecekleri zemin, alternatif siyaset tarzlarına göre ayrı konum ve “projeksiyonları” neler olabilir?
Burada, sınıf ilişkilerinden, sınıf mücadelelerinin güncel durumundan görece bağımsız bir gelecek kurgusundan söz ediyorum. Hani olur ya, insanlar pek çok etkeni bir yana bırakıp ülkeyi düze çıkaracak, toplumsal kurtuluşu getirecek yol olarak sosyalizmi önerirler ve savunurlar. Konumuz, böyle insanların nerede durmaları gerektiğine ilişkindir.
Önce, biraz gerilere gidelim.
***
“Üç tarz-ı siyaset”, Yusuf Akçura’nın ilk kez 1904 yılında yayınlanan bir değerlendirmesinin başlığıdır. Akçura bu değerlendirmesinde 20. yüzyıl başındaki Osmanlı için üç yol ya da “tarz-ı siyaset” olduğunu söyler: Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük…
Nitekim, aşağı yukarı 1925’e kadar olan dönemde Türkiye bunların her birine bir şekilde “bulaşmış”, entelektüel çevreler kurtuluşu birinde ya da ötekinde görmüşlerdir.
Ne var ki 1920’lerde başlayan cumhuriyetçi, modernleşmeci ve aydınlanmacı hamleler Türkiye’yi bambaşka bir mecraya yöneltmiştir. Bu mecrada Osmanlıcılık ve İslamcılık marjinale itilirken Türkçülük de belirleyici bir ağırlık kazanamamıştır.
“İşin rengi” 2000’lerin başında değişmeye yüz tutmuştur. Örneğin Abdullah Gül, daha iktidar olmadan “Cumhuriyet paradigmasının” ömrünü tükettiğini söylemiştir. Ardından, 20. yüzyıl başlarının siyaset tarzlarından Osmanlıcılık ve İslamcılık, Türkçülük referansı bir kez daha sınırlı kalmak üzere, Türkiye’nin yeni yön arayışlarında giderek ön plana çıkmaya başlamıştır.
Bu defter, artık kapanmış sayılmalıdır.
Kibarlık budalalığını bir yana bırakıp ekleyeyim: Türkiye’nin özellikle dış politika yönelimlerinde Osmanlıcığı, iç demokratikleşme süreçlerinde ise sahneye çıkan/çıkarılan İslam’ı yeni ve arzu edilir bir dengenin faktörleri olarak görenlerin “Denedik, olmadı” deme hakları ve lüksleri yoktur.
Yazarı, siyaset bilimcisi, sosyoloğu, antropoloğu, tarihçisi, vb. hepsi ahmak sayılmalıdır.
***
Asıl konuya gelirsek, bugün Türkiye’de “üçüncü tarz” olarak sosyalizm dışında iki tarz-ı siyasetten söz etmek mümkündür.
Bunlardan ilki, Türkiye’nin liberal, demokratik sivil toplumcu, ademi merkeziyetçi, vb. doğrultuda yeniden yapılanmasını öngörmektedir. İkinci tarz-ı siyaset ise önce 1930’ların ve bir ölçüde de 1960’ların cumhuriyetçi, kamucu ve sosyal devletçi modelinin yeniden ihyasını düze çıkmanın anahtarı olarak görmektedir.
Bu iki tarz-ı siyasetten ilki, dünyamızın bugünkü yönelimleri, ülkede kapitalizmin gelişimi, sınıfsal karşıtlıklar, giderek toplumsal kutuplaşmalar ve belki de en önemlisi son 20 yılın tanıklık ettiği “denge değişimleri” gibi nedenlerde imkansız görünmektedir. Anayasada, diğer yasalarda, devletin işleyiş biçiminde, vb. yapılacak “köklü” değişikliklerin ülkeyi az çok istikrara ve belirli bir dengeye kavuşturması beklenmemelidir.
Özetle, birinci tarz-ı siyasetin gerçekleşebileceği bir zemin (artık) kalmamıştır.
İkinci tarz-ı siyaset ise düpedüz anakroniktir.
Türkiye kapitalizminin bugün ulaştığı düzey ve dünya kapitalist sistemiyle eklemlenme biçimi gözetildiğinde, 1930’ların ve 1960’ların kamu ağırlıklı, planlı, sosyal devletçi ve sosyal adaletçi genel politikalarının yeniden devreye girmesi hiç mi hiç mümkün görünmemektedir.
***
Bu söylenenler, ülkede “üçüncü” bir tarz-ı siyaset olarak sosyalizm için bir zemin bulunduğunun işareti sayılmalıdır.
Sosyalistler bu zeminin hakkını ne kadar verilir, verebilirler, ayrı bir tartışma konusudur; ama asgari de olsa bir zeminin bulunduğu kesindir.
Birkaç cümle daha ekleyip bitirelim:
İlk iki tarz-ı siyasetin sosyalizmle ilişkileri açısından, ilkinde, “demokratikleşmenin”, “sivil toplumun gelişmesinin”, liberal ortamların vb., ikincisinde ise kamu ağırlıklı sosyal devletçi vb. modellere “sosyalizmin önünü açıcı”, “onu davet edici” özellikler atfedilmesi, sol-sosyalist siyasetin uzun maziye sahip bir galat-ı meşhuru sayılmalıdır.
***
Çok mu “sekter” oldu?
“Sosyalizmden aşağısı kurtarmaz” sözünü bir de böyle desteklemek yararlı olur diye düşünüp yazdım.