Seçimlere ilişkin önümüzde olan günlere bakarsak, artık son düzlüğe çıkıldı sayılır… Geri sayım başladı…
10, 9, 8…
Seçeneksizliğin seçenek sayıldığı böylesi başka bir seçim, geçmişte olmuş muydu acaba?
Seçim taraflaşmasının geneline bakılırsa, kabaca iki kesim var ve her iki taraf da can havlinde…
AKP, iktidarını korumak istiyor.
Karşı cenah ise onun gitmesi derdinde…
***
AKP seçimden muhtemeldir ki yine çoğunluk partisi olarak çıkacak. Ama bu çoğunluk, eski deyimle “kahir ekseriyet” (ezici çoğunluk) olmaz ise AKP’ye hiç yetmiyor…
Partinin halen kaptan köşkünde oturan RTE, anayasal başkanlığı temin edecek ve referanduma gerek kalmaksızın işi rayına oturtacak katıksız bir çoğunluk istiyor. Olmadı, Anayasa değişikliğini referanduma götürerek ve bunu kendi başına becerecek bir iktidar çoğunluğundan yana.
İlki için gereken milletvekili sayısı 367. O nedenle RTE, 400 vekil çağrısı yapıp duruyor. İkincisi için ise 330 vekile ihtiyaç var. Onun ötesi vekil sayıları ise başkanlık hayalini ancak koalisyon dâhil, ittifaklara postalıyor ki tek başına iktidar koşuluna en korkulu tecavüz rüyası bu olsa gerek.
Tek başına hükümet kurabilmenin geçerli vekil sayısı da 276… O nedenle AKP can havlinde… Bu kotalar tutmazsa, başa gelen/gelecek nasıl çekilir; işte bugünlerde AKP cenahının üstüne çöken en büyük kâbus ve karabasan budur. O nedenle de, hiçbir hukuk düzenlemesini dikkate almadan, otoriter-faşizan bir siyasi tutum ve algı yönetimi sergileniyor…
Yerelliklerde valisinden, en küçük rütbeli kamu görevlisine değin, her yurttaş AKP propagandasından ve seçim çalışmasından sorumlu bir aygıtı konumundadır…
Parti-devlet aygıtının tepesinde oturanlar ile her türden taşeron yöneticilerin bir diğer derdi de, AKP seçmeninin ne koşulda olursa olsun konsolidasyonunu sağlamak. Ne ki kazın ayağı artık pek de öyle görünmüyor…
***
Eşyanın tabiatına uygun olarak, bir de bunun karşısında olan diğer halk kesimleri var… Onların can havli de AKP mutlaka gitmeli merkezini eksen alıyor… Tamamda, seçim için afişe çıkanlar, adeta manav tezgâhındaki zerzevat misali bir sergi manzarası veriyor… Yani, “seç seç al; seç seç al”…
***
Algı yönetiminin en önemli aygıtlarından birisi olan anketlere bakılırsa, AKP, halen birinci parti görünüyor. Ancak neredeyse, AKP kadrolarından, taraftar yazar, çizer takımı ile bilcümle benzerine bakıldığında, seçim sonuçlarına göre bir koalisyona bile rıza gösterecekleri bir yuvarlanma var… Yani borazancıbaşı medyanın dışında, en AKP’ci anket şirketleri dahi, gelen fırtınanın basıncını gizleyebilme yeteneğinden şimdilerde yoksun görünüyor…
AKP karşıtı kitlelerin kimi, neye göre, niçin, nasıl seçeceği ayrı bir hikâye olmakla birlikte, bu kesim can havliyle dolu olarak sandık güvenliğinin korunup korunamayacağından hem kuşku duyuyor ve hem de fena halde korkuyor. Bu arada, yine trafolara kedilerin konuşlanacağı, kara mizah betimlemeleri olarak ortalıkta dolaşıyor…
***
Yapılan değerlendirme, yorum, çağrılar falan gırla…
Onca lafın ve tuluatın içinde şimdilik yegâne gerçek gibi duran, 8 Haziranda ülkenin yeni bir geleceğe uyanacağı beklentisidir.
Başta sosyalist sol ve ez cümle aydınlanmacı, laisist, cumhuriyetçi, antiemperyalist, antifaşist, yurtsever bütün kesimler böylesi bir beklenti içindedir.
Kuşkusuz bu beklentinin ete kemiğe büründürülme meselesinde temel kavşak, halk sınıflarının programatik bir toplumsal kurtuluş şiarıyla yeniden bir araya getirilmesi kerterizidir. O nedenledir ki, AKP’nin zayıf düşürülmesi bile, mücadelenin yükselişi bakımından zaruri görülmektedir.
Yoksa seçimin sonunda mecliste temsil edilecek olan partilerden, geleceğin ütopyasını kuracak bir toplumcu kurtuluş reçetesinin çıkmayacağını bilmemek, anlamamak ancak ahmaklara mahsus olmalıdır…
O nedenle gidişat, AKP karşıtı halk kesimlerinin bu sıcak duyarlılığına cevaz veren bir tutumla, işe 8 Haziran sonrası yeni bir siyasal tavırla cevap verecek hazırlıkları yapmaktır. İşte Birleşik Haziran Hareketi de, kendini seçimin siyasal bir öznesi kılmak yerine, başından beri, tam da bu tutumda olagelmiştir.
***
Bundan iki yıl önce, bir 27 Mayıs sabahında çadırını yanlarına alan beş-on cesur yürek Gezi Parkına sökün etmişti…
Çekirdek halka birden genişleyip, destekçisi ve park nöbetçisi arttıkça, yerinde gülümseyerek oturan iktidar şerikleri birden canavarlaştı…
Gezi’nin izleri, bir pıtrak çiçek gibi memleketin her köşesinde yankılanırken, 12 Eylül faşizminin üstünü örttüğü, ölü toprağının altından, dipdiri bir halk hareketi çıktı…
***
Sonuçta, yazılanlar, çizilenler Haziran şehidi genç insanlar ve korkusunu yenip, sesini yükseltmeyi beceren bir halk hareketi, kendini adım adım bu günlere gelinceye değin gündeme yazdırıp durdu…
***
Haziran şimdi bitmiş bir mahur şarkı değildir…
Bu satırlar da bir yıl dönümü anması hiç değildir…
Haziran, bütünleşmeleri ve yarılmalarıyla; savrulup, tekrardan derlenme ve toparlanmaya durmalarıyla yaşayan canlı bir organizmadır…
Hele ki bu günlerin somutuna oturan ve sınıfın kendi farkındalığına yeniden grev barikatında vardığı bir uyanışın ardında kuşkusuz Haziran bulunmaktadır…
***
Haziran bitmiş ve tükenmiş ya da dahası çoktan sönümlenmiş bir enerji ziyanı hiç sayılmamalıdır. Kıvılcımı kendi içinden, fitili işleyen ve tarihin tekerleğini döndürecek devrimci dinamikleri yeniden kuran bir işlevi halen sürdürüp gelmektedir…
***
Haziran; kendiliğindencilik özelliğine karşın, laiklik mücadelesini devrimci özüyle buluşturan, eşitlik ve özgürlük mücadelesinin, yeniden toplumcu bir bayrak olarak yükselmesine eşik atlatan, sosyal haklar mücadelelerinde sağlanacak kazanımları, reformizm diye niteleyip, restorasyon tezi sayılması bulaşıklıklarından arındıran ve sınıfa öncülük etmesi gereken partiye, öncülük öğretisinde hangi aşamada durabildiğini yeniden gösteren adeta bir hayat öğretisidir.
Öyleyse Haziran dersleri henüz bitmemiştir. Hem çalışılacak ve hem de hayatın öğreticiliğine değer kılınacak yeni bir mücadele hattı içeriden örülecektir.
Haziran sönümlenmiş bir anı ve adına ağıtlar yakılan, güzellemeler yapılan bir mistifikasyon alanı değil, burjuva düzeni bir seçim sürecini bile, toplumsal kurtuluş ve uyanış yolunda kazanıma döndürme örgütlülük ve geniş cephesinin iradesi olarak yükselen yarınımızdır…
Ne demeli…
“gece leylâk/ ve tomurcuk kokuyor/ bir basın işçisiyim/ elim yüzüm üstüm başım gazete/
geçsem de gölgesinden tankların tomsonların/ şuramda bir çalıkuşu ötüyor
uy anam anam/ haziranda ölmek zor!”