Birçoğumuz tanıyoruzdur işçi B’yi. Tanımayanlarımız da olacak elbette. Ama şimdi işçi B’nin varlığını iliklere kadar hissettirmenin tam vaktidir. Irak ve Suriye’ye iki, Lübnan’a bir yıl asker gönderme süresinin uzatılmasına ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkereleri, TBMM Genel Kurulu’nda kabul edildi. Tezkereye TİP, CHP ve HDP “hayır” dedi. Beklenildiği üzere tezkerenin süresi, AKP, MHP ve İYİ Parti'nin “evet” oylarıyla uzatıldı. Tezkereye hayır diyenlere “Milliler” gereken cevabı verdi: “Mantıksız gerekçelerle tezkerelere karşı çıkmaktan bahsetmek ve hayır oyu vermek, milli güvenliğimizi zaafa uğratmaya bahane üretmektir.” İşçi B de aldı elbette bu haberi. Birkaç söz söyledi “milli duygular” ile meclisten geçirilen tezkere üstüne:
* Anlamak zor
Dedi B,
Hele bizim gibilerin anlaması,
Bizim burada
Anavatan
Mannesmann’ın fabrikasıdır mesela.
Yurt ise
Konut İnşaat şirketleri.
Savaş üstüne tatsız sözler ile devam etti İşçi B. “Neden gidilmeli savaşa?” İşçice bir dil ile anlattı.
Asker çizmeleri
Dünyanın prangası.
Asker yürüyüşü
Onun ölüm şekli.
Yeni savaşların doğumevleridir
Silah fabrikaları.
Askeri miğferler
Ömrü kısa canların
Başını örter.
“Küçüklükten beri arzusu şehit olmaktı”, “Şehadet şerbetini içmeyi nasip etsin” gibi sözler ile sayısız şehitler verdi bu ülke. Küçükler neden şehit olmayı arzular ki yaşamak ve yaşatmak varken diye soruyorsanız ona da işçice bir cevabı vardı İşçi B’nin:
Düşene şehit denir ki
Ölümü ağır gelmesin bize.
Sanki taşa takılıp da düşüvermiş
Kendi kendine.
Yalnız kurban var sanki
Kurbanı boğazlayan yok.
Milyonlarca ölü,
Dediler bize yalnızca.
Ya onların katili?
Onu da deyiverselerdi
Durur muyduk daha?
Meclisten çıkan tezkere kararı, seçim ittifaklarını etkiler mi etkilemez mi üstüne tartışmalar geldi peşi sıra. Bu tezkerenin ittifakları parçalamaya yönelik stratejik bir tezkere olduğu yazılıp çizilmeye başlandı. Siyasi gündem, son sürat seçimlere kilitlenmişken İşçi B ne yapıyordu acaba?
Siyasetle ilgilenir misiniz,
Diye sordu biri.
İşçi B cevap verdi:
* İlgilenir misiniz, suyla, ekmekle?
İlgilenirlerdi elbette de başka türlü ilgilenirlerdi işçinin gündemi su ve ekmekle. Mesela bayat ekmeklerden kaç çeşit yemek yapılabileceğini anlatırdı gazeteleri hem de Türk-İş'in, çalışanların geçim koşullarını ortaya koymak ve temel ihtiyaç maddelerindeki fiyat değişikliğinin aile bütçesine yansımalarını belirlemek amacıyla her ay yaptığı Açlık ve Yoksulluk Sınırı Araştırması’nın Ekim 2021 sonuçlarını açıkladığı günlerde. Dört kişilik bir ailenin yoksulluk sınırının 10 bin TL olması siyasi midir peki? Eğer siyasi ise İşçi B elbette siyasetle ilgilenirdi.
2021 yılında doğalgaza yüzde 17,8; elektriğe ise yüzde 21,2 zam yapıldı. Siyasetçilere kalsa zamlar siyasete alet edilmemeliydi. Ama iyi ki İşçi B suyla, ekmekle ilgileniyordu. Zaten küçük küçüktü bu zamlar. Biz mi biraz nankördük; oysa ne kadar minik ve şirin şirin yapılmıştı enerji zamları! Öyle diyor siyaset ile ilişkisi olanlar. Soğuk üstüne de sözü vardı elbette İşçi B’nin, yanlış anlaşılmasın soğuğu siyasete alet etmeden tabii!
Sayın bay tarafsız, uyarıyordu:
Para piyasasının iyiliklerini
Görmezden geliyorsunuz!
Cevap verdi B:
* Yok canım, görmez olur muyuz:
* Donmak üzere olanlar mesela,
“oh”, derler, “kar ne güzel ısıtıyor bizi!”
Kar güzel güzel ısıtmaya hazırlanırken İşçi B’leri, birileri diyordu ki asgari ücrete zam yapılırsa enflasyon daha çok artar. Anlaşılan yine Adam Smith’in vicdanlı “görünmez eli” devredeydi. Asgari ücrete zam yapılmıyorsa bu da İşçi B’nin iyiliği içindi. Enflasyon artarsa İşçi B’nin alım gücü azalırdı. Patronlar düşünüldüğünden değildi işçiye verilmeyen zam. Üç bin yedi yüz (3700) yılcık bir fark hiç kapanmamalıydı işçi ile patron arasında. Öyle buyurmuştu vicdanlı kapitalizm.
B’ye sordular:
* Patronla işçiyi ayıran şey nedir?
B, cevap verdi:
* 3700 yıl.
Çünkü bir işçinin
Örneğin sanayi patronlarından Flick’in
Yalnızca 1969 yılında kazandığı kadar
Kazanması için
Üç bin yedi yüz yıl çalışması gerek.
Kaldı ki, dedi B,
Bu kadar ömrü yoktur
İşçinin.
Bildiniz mi şimdi İşçi B’yi? Hani öldüğü iddia edilen sınıfın mensubu. Çünkü öyle olması işlerine geliyor. O yüzden şimdi işçi iktidarını kurmayı hedefleyen “devrimcileri evliyalaştırarak ezilen sınıfları avutmaya çalışanlar”a hatırlatmalı İşçi B’nin varlığını. Kim mi onlar? Hani, 1 Mayıslarda alanlarda işçiler coplanırken; ekranlardan, sosyal medyadan alın terinin yüceliğini anlatıp işçilerin bayramını kutlayanlar. Sonra törenlerde Nazım Hikmet şiiri okuyup hakkını arayan, grev yapan işçileri terörist ilan edenler. 6 Mayıs’ta “Anti emperyalist bağımsız Türkiye mücadelesi veren herkesi ülke sevdasının kesinliğinde görme arzumuzu Deniz Gezmiş’in ölüm yıldönümünde anıyoruz” diye paylaşımda bulunan iktidar partililer. Bu kadar mı? Elbette değil. Ölümünde sınıfsal olduğunu anladığımız korona günlerinde evde kalamayan işçi B’nin “ne kadar da fedakâr biri” olduğunu anlatan reklam filmleri hazırlayan koca koca holdingler. Sahi ya holding ne demek?
Holding büyük, çok büyük.
İşçi B’nin çocuğu küçük.
Çocuk soruyor:
* Holding ne demek, diye.
Cevap veriyor İşçi B:
* Almanya’nın kaybettiği harpte
Kazanan Almanlar.
Halklar yoksullaşırken ve kaybederken bir yanda hep daha çok kazanmak zorunda olanlara göre İşçi B yok artık. Bir kez daha yineleyelim çünkü öylesi işlerine geliyor. Oysa şimdi çok daha yoksullaşarak, çok daha ağır koşullarda yaşamak zorunda bırakılarak burada İşçi B.
Siz bu yazıyı okumadan iki gün önce işçi B’lerden birinin kızı bir not yazmış babası İşçi B’ye. O notta işçi B’nin küçük kızı demiş ki babasına: “Baba 10 TL almaya gönlüm el vermedi kumbaradan 1,5 TL aldım. Hem 10 TL çok fazla. Onunla bir sürü şey alırsın.” İşçi B’nin küçük kızı için 10 TL büyük para artık ülkemizde. Dört sokak simidi parası 10 TL. Dört kişilik ailenin yoksulluk sınırı 10 bin TL. İşçi B’ye ve kızlarına reva görülen, 10 TL’nin çok para olduğuna inanmaları. Ya da şöyle demeli, işçi çocukları 10 TL’yi büyük para olarak görmeli. Kumbarada 10 TL olmasına sevinmeli. O çocukların sevinçleri romantikleştirilmeli. Soma’da göçük altında kalan maden işçisinin ambulans kirlenmesin diye çizmelerini çıkarmak istemesinin romantikleştirilerek idealize edilmesi gibi. “Ezilen sınıflar için mücadele eden büyük devrimcileri sağlıklarında oradan oraya sürenlerin, öğretilerin karşısında düşmanlık edenlerin, nefret ve karalama kampanyaları yürütenlerin ölümlerinden sonra onları zararsız putlara çevirmek, deyim yerindeyse evliyalaştırarak ezilen sınıfları ‘avutmak’ için ve bu sınıfları aldatmak amacıyla adlarını bir ölçüde halellerle süslerken, aynı zamanda devrimci öğretiyi içeriğinden yoksun bırakma, devrimci uçlarını köreltme” girişiminde bulundukları gibi. Burjuvazi hayatta olmayan işçi sınıfı öncülerini sevdiği gibi seviyor işçileri. Ehlileştirerek, yineliyoruz romantikleştirerek!
Elbette işçi sınıfı mücadelesinde acı deneyimler yaşandı. Ancak şimdi yeniden tam zamanı cesaretlenmenin. İşçi B’nin dediği gibi “Hayat boyu taşa çarpmış ayaklar yürümez artık kendiliğinden / Sen can vereceksin onlara”. İşte bu yüzden; bir yandan seçim ve seçim ittifaklarını konuşmaya devam ederken, sınıfa can vermeli. Bu görev, İşçi B’nin varlığını daha güçlü hatırlatma görevi sosyalistlerin. Umut var. Bu umut; öyle içi boş anlamsız bir gece düşü umudu değil. Gündüzün en aydınlık anında kurulan bir umut. Şimdi vakit İşçi B’ye kulak verme vakti:
Haber şöyle geldi İşçi B’ye:
O memlekette
Durum umutsuz.
İşçi B, sordu:
* Orada
Hiçbir işçi yaşamıyor mu?