“AKP erime sürecinde, gidici görünüyor; peki, ondan sonra nasıl bir iktidar kotarılacak?”
“Bugün rejim Kürt hareketinin üzerine gidiyor; gidiyor da yarın sürecin bir noktasında rejimle uzlaşan bir ‘çözüm süreci’ devreye girerse ne olacak?”
Her ikisinin de yersiz sorular olmadığı açık. Akılda bulundurmak, üzerinde düşünmek, kimi varsayımlar geliştirmek gerekli ve yararlıdır. Ne var ki, izlenecek güncel siyasetin bu sorulara verilecek ve herkesi tatmin edecek eksiksiz yanıtlar üzerine kurulması mümkün değildir.
Burada, yazı yazmanın, analiz yapmanın ötesinde somut ve net bir siyasal çizgiden söz ediyoruz. Böyle bir çizgi, aynı anda ve eşit ağırlıklarla hem Saray Rejiminin yıkılmasına hem de sonraki gelişmelere odaklanamaz. Gene aynı anda ve eşit ağırlıklarla hem Kürt siyasetine yönelik düşmanca ve keyfi tasarruflara karşı çıkma hem de olası bir “çözüm sürecinin” netameli yanlarına mesafe koyma gerekliliklerini karşılayamaz.
Aslında mesele “Olur da biz beceremeyiz” ya da “Bugün Türkiye’de bunu kıvırabilecek bir siyasal özne yok” meselesi değildir. Siyasetin doğası ve mantığı gereği böyledir. Eski bir metafora başvurursak, düşünce ve analiz huninin geniş ağzıdır; orada ne varsa hepsini aynı anda alttaki borudan geçiremezsiniz.
Bir bakıma şuna da benzer: İnsanlar evlilik kararını evlilik sonrasında ortaya çıkabilecek her tür durumu, sorunu vb. en baştan düşünerek almaya kalkarlarsa ortada evlilik diye bir müessese kalmaması kuvvetle muhtemeldir.
***
Konu herkesin olmasa bile sosyalistlerin kendi düşünce ve analiz dünyası ise ayrıca bir de öldüren cazibeden söz etmek gerekir (Adrian Lyne’in 1987 yapımı filmiyle karıştırılmamalıdır).
Mevcut durumun ortaya koyduğu kesinlik ve netliklerin ötesinde yarına ilişkin olasılıklar, kimlerin yarın için ne gibi şeyler kurguladıkları üzerine düşünmek, aklı fikri gelişkin kişiler olan sosyalistlere hep cazip gelmiştir. Bunda elbette “öldüren” bir yan yoktur. Ama ne zaman bu tür mülahazaların bire bir güncel olana, güncel siyasete yansıtılması ve orada bire bir karşılık bulması arzu ve talep edilir, orada devreye öldüren cazibe girer.
Olmayacağı, olamayacağı için özneyi pek çok yönden meflûç kılar; güncel siyasal pratiği öteleyip insanları tefekkür dünyasına hapseder, siyasal pratiği analize ve propagandaya indirger. Bu açıdan “öldürür”, bu nedenle öldüren cazibedir.
1917 yılında Bolşevikler iktidarı almaları halinde karşılaşacakları çok yönlü sorunların ve güçlüklerin pekâlâ farkındaydılar. Ekim Devrimi, Troçki dâhil devrimin öncüleri bu farkındalığın öldüren cazibesine kapılmadıkları için gerçekleşebilmiştir.
***
Konuya ilişkin önemli bir başka nokta ise şudur:
Bugün olanla yarın olabilecek olan, kendi sabit mekânlarında birbirinden ayrı durumlar değildir. Örneğin, Saray Rejimine son verilmesine odaklanan bir siyasal çizgi, hakkı verilerek izlendiğinde, bu dinamik rejim sonrası gelişmelerin yönünü de etkileyecektir. Keza, son kayyum örneğinde olduğu gibi, Kürt siyasetine yönelik haksız, hukuksuz ve keyfi tasarruflara ikirciksiz karşı çıkılması da gündeme gelebilecek yeni bir “çözüm sürecinin” çerçevesini ve zeminini şekillendiren etkenlerden biri olacaktır.
Toparlarsak, güncel siyasetin her zaman “asıl metin” üzerinden kurulması gerekir; şerhler ya da ek açıklamalar (anotasyon) güncel siyasetin ana gövdesini, omurgasını oluşturamaz.
Ne kadar önemli görünürlerse görünsünler, yarına ilişkin şerhlerin bugünden başköşeye oturtulması, sosyalistlere “Hımmm” dedirtse, pek cazip görünse bile bunun siyasal pratik açısından öldüren cazibe haline gelebileceği unutulmamalıdır.