Doğru olanı sahiplenmenin özgüveni hayatınızın temeli olduğunda, dokunduğunuz, tanık olduğunuz her şey derin bir anlam ve dürüstlük kazanıyor.
Dürüst olmanın insana kazandırdığı en büyük şey ise cümlelerinizin korkusuz olmasıdır.
Bu yüzden,
İnsanın üzerini ayıpla örtmek zorunda olmadığı bir duruşu olması, en çok yalanlarla yaşayanlara dert olur.
Yalan saldırgandır çünkü.
Yalan ikiyüzlüdür.
Yalan, onu içine kabul edenin cinayetidir.
Bilerek ve isteyerek parçası olduğumuz, sesimizi çıkartmayarak sırtını okşadığımız her yalan, öfkesini, kibrini, hakaretini, küçümsemesini mutlaka ortalığa salar ve fırsat bulduğunda dilini, elini, gözlerini bir silaha dönüştürerek linç edeceği kurbanlar yaratır. Kendini yalana kanıtlamanın yoludur çünkü bu.
Bazen bir küçümseme mimiğinde görürsünüz katilinizi.
Bazen hiç yokmuşsunuz, hiç yaşamamışsınız gibi dalgalanan vücut dillerinde.
Ait olduğunu düşündüğü “yüksek” sınıfı sırtına geçirenlerin acımasızlığı hiçbir şeye benzemez. Ezilenin ezilene, yoksulun yoksula, göçmenin göçmene uyguladığı şiddette bile onun kültürü, eli vardır.
Gerçek zalimle yüzleşmek istemeyenlerin, ona bir gün ihtiyacı olacağını düşünerek susanların, bir yalanı yaşamayı seçmesindeki vahşetin, artık her yerde karşımıza çıkması boşuna değildir.
Ulu orta edilen birçok cümlenin, muhabbetin içindedir artık o. Nerede, ne zaman, hangi kimlik ve görüntüde karşınıza çıkacağı ise belirsizdir.
“Fırt fırt doğuruyor Suriyeliler canım, her yerdeler ” diyen sesin sahibinin, kendi çocuğuna bir gelecek kurmak için göçmen statüsünde kaldığı Avrupa’da, sadece daha fazla imkân ve olanaklara sahip olmasıyla kurduğu o “üstün”lük cümlesini, aslında kendi ülkesinde yaşananlar karşısında kılını kıpırdatmadığı için kazandığını ona asla Nucud Salih söyleyemeyecek mesela.
Nucud Salih 10 yaşında Suriyeli mülteci ve mevsimlik işçi olarak çalışan bir ailenin kız çocuğuydu ve ailesinin kaldığı çadırın beş yüz metre ilerisinde bulunan azmağa düşerek boğuldu. Oynarken, gülerken, akranlarıyla koştururken çekilmiş bir resmi yok.
Suriyeli Ali El Hemdan 17 yaşındaydı. Dört, beş metreden polis tarafından kalbinden vuruldu. Neden diye soramayacak Ali.
Bir yalanı yaşayanların, söylenen yalanlarla bilenenlerin kurşunu haklı bulan bahaneleri Ali’den daha güçlü çünkü.
Ağrı’nın Diyadin ilçesinde yaşayan iki Kürt çocuk, 15 yaşındaki Muhammet ve 16 yaşındaki Orhan, çalıştıkları fırının odun deposunda özel harekâtçıların kurşunlarına hedef oldular. Muhammet ve Orhan, neden diye soramayacaklar hiçbir zaman. Devlet onlardan güçlü çünkü.
Hasan kolunu kaptırdı makinaya. Artık bir kolu yok.
Mehmet, çalıştığı inşaatın tepesinden düşerek, Muhammet çalıştığı iş yerinde, üzerine düşen mermerin altında kalarak can verdi.
Bedenine işkence yapan patronuna “yapma abi” diye yalvaran ve “yapma abi” dedikçe daha çok hırslananın elinde acıyla kıvranan çocuk, neden diye soramayacak. Patronu ondan güçlü çünkü.
Gücün yalanlarına tutulmuş olanların, onun siyasetini yapanların, onun ortağı olanların, kurdukları cümlelerin zalimliği elbette şaşırtmıyor hiçbirimizi.
Mış gibi yaparak olan bitene bakanların, her soruna bahanelerle yaklaşanların riyakârlığı da öyle.
Ama tehlikeli olan, elimizden, çevremizden, içimizden alınıp götürülenlere öylece bakakalmaktır.
“Güç iştir çünkü bir tarihi insan gibi yaşamak.
Bir hayatı insan gibi tamamlamak güç iştir” diyen Edip Cansever özetliyor her şeyi.
“Bir hayatı insan gibi tamamlamak” nerede olursak olalım, hayatı savunanlarla birlikte örmekle mümkündür ve elbette insanın üzerini örtmek zorunda olmadığı bir duruşu olması, kötülüklerden daha güçlüdür.