İradecilik (voluntarizm) ile determinizm arasındaki ilişki, bizim sosyalist düşünce ve pratik geçmişimizde sık olmasa bile zaman zaman tartışılmıştır. Latince “voluntas” sözünden gelen iradecilik, verili nesnel koşulların esiri olunmamasını, bu koşulların özneler tarafından zorlanmasını öngörür. Uç tanımıyla “determinizm” ise bu tür iradi zorlamaları temelsiz ve sonuçsuz bırakacak bir kesinlik ve belirlenme şeklinde algılanır.
“Aklın kötümserliğine karşı iradenin iyimserliği” (Gramsci) bu konuda başvurulan deyişler arasındadır.
Türkiye solunda iradecilik ne yazık ki “azmin elinden hiçbir şey kurtulmaz” basitliğine indirgenmiştir. Daha kötüsü, kazanılan başarılar “işte iradeciliğin meyveleri” diye sunulurken kimi alanlardaki başarısızlıkların bu kez “nesnel koşullara” fatura edilmesi gibi gariplikler görülmüştür.
Biz konuya farklı bir açıdan yaklaşmaya çalışacağız.
Temel görüşümüz şu: İradecilik, durup dururken şapkadan tavşan çıkaran bir eylemlilik değildir; kendi başına, verili nesnel koşulların dışında ayrı bir nesnellik yaratmaz; iradecilik, nesnel koşulların seyrini belirli bir yöne, doğrultuya itmek üzere devreye sokulur. Başka türlü söylersek, iradeciliğin kendi dünyası yoktur; var olan dünyanın kendi içinde barındırdığı farklı eğilimlerden birini zorlamanın, buraya yüklenmenin yoludur.
***
“On s’engage et puis … on voit…”
Lenin, ölümünden bir yıl önce kaleme aldığı kısa bir yazıda Napolyon’un bu sözüne atıfta bulunur; aşağı yukarı “Önce ciddi bir savaşa atıl, sonra ne oluyor gör” anlamına geldiğini ekler. Kısa yazı, Menşevik tarihçi Sukhanov’un “Devrim Hakkında Notlar”ı üzerinedir; “Devrimimiz, Sukhanov’un Notları” başlığını taşımaktadır (Lenin, Selected Works, Cilt 3, 1977, ss. 705-707).
Lenin bu yazısında 1917 Devrimi’nin “klasik Marksist anlayış dışında” kaldığı iddialarına yanıt verir. Burada, I. Dünya Savaşı ile Çarlık Rusya’sında ortaya çıkan durum ve koşullar, herhangi bir “iradenin” sonucu değildir; iradecilik, “sonra ne olacağını görmek üzere” bu koşullarda sınıf savaşına girme kararlılığındadır.
Bundan ötesi de var…
Lenin 1917 Devrimi sonrasında ortaya çıkan iki önemli durumdan özellikle söz eder. Bunlardan biri Almanya ile yapılan Brest-Litovsk Barış Anlaşması (1918); diğeri de “Yeni Ekonomi Politikası” yani NEP’tir.
İşte, bu ikisinde iradeciliğin daniskası vardır.
Bu iki örnekte de Bolşevik Parti “ortamı” ve “koşulları” kendisi yaratmamıştır. Ama ilkinde Rusya’nın uğrayacağı büyük kayıplar (toprak, sanayi tesisleri, madenler) ve içerdeki (parti dahil) tepkiler göze alınarak “barış” denmiş, ikincisinde devrimi gören bir ülkede kapitalizmin yeniden canlanması riski biline biline NEP’te karar kılınmıştır.
Kısacası, “savaşa girilmiştir” ve “görülenler” bunlar olmuştur.
Almanya ile barış ve NEP “iradesi” böyle devreye girmiştir.
***
“Asıl konuya gel” denirse, asıl konu şudur: Bugünün Türkiye’sinde başka her şeyi önceleyen görev, mevcut rejime karşı “savaşa atılmaktır”; bu görevin, “ama savaş şöyle verilmeli” gibi bir önkoşula bağlanması “iradecilikle” ilgisi olmayan siyaset dışı bir duruş sayılmalıdır. Eğer iradecilikse, bunun sergileneceği ortam, tüm karmaşıklığı ve çelişik yanlarıyla birlikte mevcut rejim karşıtı birikimdir ve iradecilik adına yapılması gereken de savaşı kendi seyrine bırakmayıp belirli mecralara yöneltmektir.
Lenin’e dönersek; kendisinin de beklemediği 1917 Şubat’ından Ekim’ine kadar geçen 8 ayda tam da bunu yapmamış mıdır?
***
“Önce ciddi bir savaşa atıl, sonra ne oluyor gör…”
Sosyalist mücadelede, sonuçların ancak daha sonra görülebileceği süreçler hep olmuştur ve bundan sonra da olacaktır. “Olumsallık”, diyalektik süreçlerin ayrılmaz bir parçasıdır ve gerçek karşılığıyla iradecilik, önceden kestirilemeyen olgulara ve durumlara müdahale olarak anlaşılmalıdır.
Zaten her şeyin peşinen “garantisi” verilse iradecilik neden gerekli olsun ki?