Bugün, acaba kaç yazının başlığı böyle?
Bundan böyle arama motorlarının en çok tıklanan mottolarından biri olacağına kuşku yok…
Tamamda “Je Suis Charlie”, falan da…
Kimilerine göre Peygamberi aşağılayan çizgiler cezasını buldu… Çizerleriyle beraber…
Gazete sayfalarının köşesinden dökülen bir replik işte…
Silik, soğuk, gri bir cümle tam on beş kelime…
“2013 yılında El Kaide'nin 'infaz listesi'ne giren, çizer Stéphane Charbonnier de saldırı da hayatını kaybetti.”
“Stéphane” ve “diğer” 11 kişi…
Yani “diğer” işte; ölüm mangasının istatistikleştirdiği 11 kişi…
Bundan böyle, her biri bir mezarlık taşıdır artık…
Paris’in kim bilir hangi sessiz gömütünde, belki bir arada toprağa verilirler ve uygun bir yere bir anıt taş da dikilebilir bundan böyle…
Yani ve kısaca
2015 in bu soğuk karlı günlerinde, “Charlie Hebdo” olayı da gündeme böylece şerh düştü işte…
Anılarımızın ve belki de kültürlerin arasına kama gibi sokulmuş bir “Charlie Hebdo” olayı…
Ve artık dünyada yeni bir anma günümüz oldu…
Yakın gelecek tarihimizde… Her yıl törenle ve tekrar edilecek… Tamamda, diye başlayacak sorgulamalarla beraber…
İç acıtan ve ağızda hep kekremsi bir tat…
İyi ama onlar da öyle niye çizdi?
İyi ama fikir ve ifade özgürlüğü ve insanlık katledilmedi mi(?) diyesiye…
Soru şu:
Nereye kadar?
Ne yapacağız, hangi uygun sözü bulmalıyız…
Özgürlüklerle, inançlar arasına sıkışmışlık ve her ikisi birbirine kaldıraç…
Fikir özgürlüğüne olan inancımızla, tanrının elçisi olduğuna inandığımız bir peygambere saygı duyulması ihtiyacına olan inanç…
Cinayete cinayet, katile, katil diyemeyecek miyiz?
Yobazlığı, dinci gericiliği lanetlemeyecek miyiz?
Demeyeceksek… Ne demeliyiz?
Şimdi artık yeni bir adımız, kimliğimizi tanıtacağımız yeni bir sözümüz oldu.
Dedim ya, bu zamanın adı “Je Suis Charlie” dir şimdi…
Yani ve öyleyse nereye kadar…
***
Belki de bundan sonrası bir “Charles Bukowski” okuma saati…
***
Ne mi diyor; diyorsun; diyoruz; diyorlar ve falan…
Gözlerim okuyor, kulaklarım kör sağır, içimden bir bir geçiyor…
Ben soluğumu tutmuşum, müthiş bir ciddiyet ve saygıyla klavyeye parmak basma anımı yaşıyorum…
Ve Bukowski köşesinden fısıldıyor…
“Her insanın hayatında kaçmakla direnmek arasında seçim yapmaya zorlandığı anlar vardır.” Ben direniyorum. İnsanlar adaletsizliği sadece kendi başlarına gelince düşünüyorlar.”
Şimdi…
“Acı, beni ikinci bir ten gibi sarmış.”
Neden mi? Çünkü “Ölüler Böyle Sever”
“Üzülme evlat, kaybettim sandıkların, kurtulduklarındır belki.”
***
Bu arada, Fransa'da Charlie Hebdo katliamına imza attıkları iddia edilen üç kişinin kimlikleri de açıklanıyor…
İkisi kardeşmiş “Said Kouachi, Cherif Kouachi ve Hamid Murad” olmak üzere toplamda üç kişi…
Saldırıyorlar; üçü de saldırgan oluyor… Öldürüyorlar; üçü de katil oluyor… Bazıları onlara "kar maskeli 3 mücahit" diyor…
Rotatifler dönüyor, beyaz kağıtlara kara harflerle “Je Suis Charlie” basılıyor…
Bukowski köşesinden fısıldıyor…
“Biliyor musun Meg, kötü olanla, bize kötü olduğu öğretilenler farklı şeyler olabilir? Toplum bize bazı şeylerin kötü olduğunu öğretip bizi köleleştirmeye çalışır.”
Ve
“Gerçek; susuz yenen bir portakaldır.”
Hiç unutma ki,
“Zaman unutturmaz, uyuşturur.”
***
Takva Haber, haber geçiyor…
"İslam Devleti'nin "tekil eylem" çağrıları yanıt bulmaya devam ediyor. Son olarak Fransa'da peygamberimize Muhammed'e (sav) hareket eden bir dergiye baskın yapıldı. İlk belirlemelere göre 2 Fransız polis ve 10 kindar ateist dergi çalışanı öldürüldü.”
***
Başbakan Davutoğlu utangaç, sıkılgan, soluk bir sesle devam ediyor…
“Bu saldırının İslam ile İslam dini ile herhangi bir şekilde irtibatı kurulamaz. İslam dininin yüce değerleri bu tür saldırıları kesinlikle tecviz etmez. Bunlara cevaz vermez. İslam ile bu faaliyetler arasında kurulacak her türlü irtibat yanlış olacaktır"
***
Kar maskeli üç mücahit, ikisi polis on kindar ateisti öldürüyor. Ve…
Bukowski köşesinden fısıldıyor…
“Ölümü konuşmak paradan konuşmak gibidir, ne fiyatını biliriz ne de değerini. Çoğu insan ölüme hazır değildir, ne kendi ölümlerine ne de başkalarınınkine. Şoka girerler, ödleri patlar, beklenmedik bir sürprizdir ölüm onlar için. Olmamalı oysa. Ben ölümü sol cebimde taşırım. Bazen cebimden çıkarıp onunla konuşurum: Selam yavrum, nasılsın? Ne zaman geleceksin beni almaya? Hazırım.”
***
Rotatifler dönüyor; kimisi olayın insanlığa bir saldırı olduğunu söylüyor; kimisi İslam’ın değerlerine hakaretin bir insanlık suçu olduğunu belirtiyor…
Bukowski köşesinden fısıldıyor…
“ Hiçbir şey gerçek kadar sıkıcı olamaz. Kader tanrıçasının zalim olduğu ve sonunda hepimizin posasını çıkaracağı doğru; ama sıkı, ölümsüz bir kaybedenden daha yıldırıcı hiçbir şey yoktur. İşin sırrı şunda yatıyor; herkes kaybedebilir, kaybetmek yeteneklerin en kolayıdır.”
Gericilik, yobazlık din şalının altında emperyalizmin palazlandırmasında yol alıyor…
Bukowski köşesinden fısıldıyor…
“Yalnız kalmaktan daha kötü şeyler de vardır hayatta. Ama genellikle bir ömür alır bunun farkına varmak. O zaman da çok geçtir ve çok geçten daha kötü bir şey yoktur hayatta. Hayat öyle lanet bir şey ki; sustuğunda konuşmadın diye pişman eder, konuştuğunda ise susmadığın için kahreder.”
Öyleyse konuşmak gerekiyor; sadece konuşmak mı? İnsanlık ayıplarını yok etmek için mücadele de etmek ve hem de sonuna kadar. Ad soruyorlar; binler yanıtlıyor; “Je Suis Charlie” Bu arada gericilik, yobazlık din şalının altında emperyalizmin palazlandırmasında yol alıyor…
Bukowski köşesinden fısıldıyor…
“Kahramanlık mı? Geri zekalının değil düşünebilen insanların cesareti önemlidir. Egemenlik gerçekten milletin olduğunda hükümetlere gerek kalmayacak; o zamana kadar boku yedik.”
Meraklısı için not: Charles Bukowski: Amerikalı yazar, şair. Koyu italik sözcükler ona aittir…