Gezi günlerindeki Kabataş yalanının arkasında kim varsa, bugün Boğaziçi yalanlarının arkasında da aynı isimler yer alıyor. Ne yalanları değişiyor ne de yalanı söyleyenleri. Haksızlığa karşı çıkan, adaletsizliklere itiraz edenlere her dönem terörist yaftalaması, din düşmanı suçlaması ile ardından gelen asılsız iddiaları ve iftiraları.
Kayyum rektör atamasına karşı protestoların başlamasıyla birlikte iktidar mensupları, yandaş basın ve kalemşörler hep bir ağızdan öğrencilere ve onları destekleyenlere yönelik karalama kampanyasına hız kesmeden devam ediyor. Gözaltına alınan öğrencilerle ilgili İçişleri Bakanlığının ve valiliklerin "bunlar terör bağlantılı kişilerdir" iddiasıyla başlayalım. Şubat ayının ilk on gününde Boğaziçi eylemleriyle ilgili ülke çapında 543 kişi gözaltına alındı, 11 kişi tutuklandı. Bu kişilerin emniyet ve savcılık işlemleri sırasında hiç kimse hakkında terör örgüt üyeliği veya irtibatı, iltisakı suçlamasında bulunulmadı ve bu suçlamalardan dolayı işlem yapılmadı. Yetkililerin "terör örgütleriyle bağlantılı" açıklamalarının dayanağı ise emniyetin fişleme notlarından ibaret olup resmi bir kayda dayanmıyordu. Soruşturma dosyaları içerisinde de bu açıklamaları destekleyen tek satır bilgi ve belge de bulunmuyordu. Adli mercileri etkilemek ve kamuoyunu yanıltmak amacıyla yayılan bu gerçek dışı bilgilerle amaçlanan ise protestoları ve öğrencileri itibarsızlaştırma çabasından ibaretti.
Öğrencilerin haklı taleplerini ve meşru çizgilerini asılsız iddialarla ortadan kaldıramayacağını anlayan siyasi irade bir kez daha yandaş basın kozunu devreye sokmaya karar verdi. Sabah'ı, Takvim'i, Yeni Şafak'ı ve türevleri dört bir koldan Uludağ'da düzenlenen bir eğlencenin Boğaziçi öğrencileri tarafından yapıldığı yalanıyla bir kez daha Kabataş konseptine geri döndü. Yalan olduğu herkesçe bilinen bir konuda dahi iftira atmaya yeminli bu zihniyet belli ki yeni bir provokasyona imza atmak için ellerini ovuşturuyordu. Söz konusu haberlerin, Kuzey Irak'ta 13 kişinin hayatını kaybettiği açıklamasının hemen sonrasında yapılmış olması ise hem zamanlama hem de içeriği itibarıyla açık bir provokasyon yaratma isteğini gösterir mahiyetteydi.
Yandaş güruhun provokatif girişiminin boşa düşmesinden sonra sıra köşe yazarlarına gelmişti. Yıllarca Fethullah Gülen'e "hocaefendi" diyip, Bank Asya'dan aldığı krediyle edindiği evinden bizlere seslenen Nagehan Alçı dünkü köşe yazısında; "Duyduğuma göre gençleri savunmak için giden avukatlar onları radikalize ediyorlarmış. Bu avukatların arkasında Boğaziçi protestolarını kaşımak isteyen, bir kısmı okul bünyesinde bir kısmı dışarıda bazı çevreler var, deniyor. Bu çok vahim bir iddia. Birileri yine kendi siyasi hırsları ve rövanşist duygularını tıpkı Gezi’de olduğu gibi gençler üzerinden mi ortaya dökmek istiyor? Onlara öfke tohumları mı ekiyor? Selahattin ve Doğu’nun tutuklu olması ne kadar yanlışsa bu çocukları savunma süsü ile politize etme girişimleri de o kadar yanlış" şeklinde kirli bir propagandaya girişmiş.
Öğrencilerin meşruluğunu sarsamayacağını anlayanlar bu sefer onların savunmanlığını yapan avukatları hedef almış. Bu sözleri kamuoyu nezdinde kaldırım taşı kadar itibar görmeyen birinin, avukatların itibarını sarsma çabası laf kalabalığından öte değer taşımıyor. Ancak asılsız iddia sahibinin "gazeteci" olması sebebiyle ve meslek ilkeleri gereği avukatları zan altında bırakan iftirasını ya belgesiyle birlikte açıklaması ya da "istihbari duyuma dayalı" söylemini bir an önce sonlandırması gerekir.