Kamuculuk ve “komünalizm” üzerine

“Devletçilik” denirken kimi politikaların yanı sıra mülkiyet biçimi de kastediliyorsa, sosyalist bir iktidarda devlet mülkiyetinin farklı mülkiyet biçimlerine uzunca bir süre baskın olması kaçınılmazdır.

Türkiye’de farklı düşüncelere sahip sosyalistlerin kendi aralarındaki tartışmalar genellikle “normal” karşılanır, ama “yersiz polemiklerden kaçınmak” gerektiği de sıkça vurgulanır. Aslında, neyin tartışma neyin polemik sayılacağı da pek belli değildir. Bu muğlaklığa rağmen, kimi temel tanımların ve kavramların yerli yerine oturtulmasına ve öyle kullanılmasına yönelik açıklık çabalarının her zaman gerekli olduğunu düşünüyoruz.

Veysi Sarısözen’in yakınlarda yayınlanan bir yazısı (Dev-Yol önemlidir; yanlışı da önemli), başka yönleri bir yana, “kamuculuk”, “kamusalcılık” ve “komünalizm” gibi kavramlar üzerinde durulmasını gerektiriyor.

***

Mesele şu: Kimi sosyalistlerin ittifak tartışmaları bağlamında HDP’ye mesafeli durma gerekçelerinden biri olarak dile getirilen, bu partinin “kamucu/kamusalcı olmadığı” tespitine Sarısözen iki açıdan itiraz ediyor. Birincisi, diyor ki, sizin kamusalcılığınız devletçiliğin “şekere bulanmış” halidir; ikincisi, gerçek kamusalcılığın, HDP’nin temsil ettiği “komünalizm” olduğunu ileri sürüyor.

“Komünalizm” kavramı bir yana, bizim HDP’nin kamucu/kamusalcı olmadığı gibi bir iddiamız ya da eleştirimiz yok. Pekala öyledir. İtirazımız, Sarısözen’in ilgili kavramlara verdiği anlamlar ve yaptığı karşılaştırmalarla ilgilidir.

Sarısözen’in yazısında, kavram kullanımına ilişkin bir sorun olduğu kanısındayız. Çünkü kamuculuk (kamusalcılık) ile komünalizm farklı şeylere işaret eder, farklı bağlamlara oturur. Bu nedenle hangisinin “daha ileri” ya da “gerçek kamuculuk” sayılabileceğine ilişkin tartışmaların havada kalması kaçınılmazdır.

Kamuculuk/kamusalcılık, kapitalist düzen yerinde dururken de istenebilecek, talep edilebilecek, elde güç varsa da dayatılabilecek politikalara işaret eder. Komünalizm ise politika çizgisinden ve önerilerinden çok belirli bir toplumsal düzeni tanımlar.  Komünalizmde, yönetim biçimiyle, ekonomisiyle, toplumsal yaşamın örgütlenişiyle birlikte farklı bir düzen söz konusudur. Dolayısıyla, bu ikisinin birbiriyle yarıştırılması, örneğin emeğin görece rahatlamasını sağlayacak politikalarla (asgari ücret, vergi politikaları, çalışma saatleri, izinler ve diğer haklar) ücretli emek sömürüsünün tamamen ortadan kalktığı bir düzenin karşılaştırılması kadar abes olacaktır.

Sanırız anlaşılmıştır.

Biz yanlış anlamışsak, konuya güncel bir örnekten hareketle açıklık getirilebilir: Son elektrik faturaları herkesi dehşete düşürdü; solda “enerji şirketlerinin kamulaştırılması” öneriliyor. Şimdi, bu meseleye kamuculuk değil de komünalizm açısından nasıl yaklaşılacağı, kamulaştırıldıklarında enerji şirketlerinin kimin mülkiyeti altında olacağı gibi konulara getirilecek açıklık meseleyi daha iyi anlamamıza yardımcı olacaktır…   

***

Buraya kadar söylenenler, kavram kullanımındaki özensizliğin dışında, “şekere bulanmış devletçilik” tespitine bizim de katıldığımız, bu arada “komünalizme” hayırhah baktığımız şeklinde yorumlanmamalıdır.

Gerçi daha derin sayılabilecek mevzular, ama bunlarla da sorunumuz var.

Birincisi: “Devletçilik” denirken kimi politikaların yanı sıra mülkiyet biçimi de kastediliyorsa, sosyalist bir iktidarda devlet mülkiyetinin farklı mülkiyet biçimlerine uzunca bir süre baskın olması kaçınılmazdır. Türkiye’ye bakarsak, ülkenin coğrafi genişliği, kalabalık nüfusu, sürüp giden bölgesel eşitsizlikler, keskinleşen sınıf ayrımları, giderek derinleşen yoksulluk gibi gerçekler, özellikle büyük işletmelerin devletleştirilmesini, bu arada ademi merkeziyetçiliği değil merkezi planlamayı zorunlu kılmaktadır. Bilenler için tekrar olacak ama gene de söyleyelim: Elinizdeki ham materyale kaba rende atmadan, düzleme yapmadan, oradan zarif bir mobilya çıkarmak mümkün değildir.

İkincisi: Sarısözen böyle düşünmeyebilir, ama komünalizm, ademi merkeziyetçilik temelinde, sınıf, çelişki, çatışma ve mücadelelerini devre dışı bırakan, farklı kesimlerin çıkarlarının belirli bir düzen içinde uyumlulaştırılmasını öngören nihai bir formdur.

Sosyalist toplumun çok ileri evreleri dışında, günümüz kapitalizminin gerçekleri, sınıf çelişkileri, “devrimden sonra da sürecek olan sınıf mücadeleleri” ve “geçiş dönemlerinin gereklilikleri” açısından gerçek bir karşılığı olabileceğini düşünmüyoruz.