Fark etmişinizdir eminim. 2009 ve 2014 yerel seçimlerinin kreması Kanal İstanbul vaadiydi. Ama ilginçtir bu seçimde ağıza bile alınmadı. Başka büyük vaatler bekledik yine ama çıkmadı. Millet Bahçeleri zaten 24 Haziran vaadiydi. Ona son dakikada eklenen balık ekmekçi koyacağız millet bahçelerine lafını duydum bir ara. Peki koskoca kanaldan köşede bir büfeye inen süreç nasıl oluştu?
AKP kendisini mega projeler ile var etti. Her seferinde daha fazlası vaat edildi. Bu mega projeler halbuki iyiydi, alıcısı çoktu. Mega projeleri tanımlarken kullanılan alt başlıklardan birisi de “üzerinde geniş kamuoyu tartışması” oluşması. Yani kamuoyunda taraftar bulmadan, tartışma yaratmadan bir proje “mega” olmuyor. Bu bir kinaye değil, Toplumcu Mimar Mühendisler Meclisi’nden bir arkadaşımızın sunumunda duymuştum bunu. Bu tartışma bazen o raddeye varıyor ki, toplumun bireyleri bu projeyi yapan iktidarın taraftarı ya da düşmanı hale gelebiliyor. Misal Marmaray’ı ben sevmiştim ama kimselere açık açık söyleyemedim bizim cenahta. Bir gün treni beklerken, yandaki amca sırt çantamdan benim karşı kampta olduğumu sezgisel olarak fark edip, “bak şuna bile laf ediyorlar, onların Allah belasını versin” diye havaya söylendi. Bir nevi “bizimkiler yaptı sen kullanıyorsun”a getirdi.
Peki bu kadar mega proje nasıl yapıldı? 2019 bütçesine baktığımızda kamunun “alt yapı yatırımlarına” % 30 tasarruf planladığını görüyoruz. Ama bir saniye alt yapının altında eğitim ve sağlık yatırımları var. İkisini toplayıp 3 ile çarptığınızda alt yapı yatırımlarına ulaşıyoruz. Yani boğazın altından trenleri geçiriyoruz geçirmesine ama devletin ilkokulunun whatsup grubunda arkadaşlar temizlik malzemeleri için lütfen herkes 50 lira göndersin mesajı. Koridoru silmeye deterjanı olmayan devlet koridorlar yapıyor deniz altından.
Ama işte bunun da bir sınırı var, o sınır geldi dayandı. O alt yapı projelerinin hepsi dolarla ihale ediliyor. Dolar da arttı. Bir de aksi gibi dolarla yaşayan ekonomide ticari ve ekonomik faaliyetler yavaşladı, devletin vergi gelirleri azaldı. Şimdi tasarruf zamanı. Hem bir büfenin maliyeti nedir ki?
AKP iktidarı inşaata ve betona bu kadar yatırım yapmayıp inovatif sektörlere yatırım yapsaydı diyor bazı piyasa ekonomistleri. AKP’nin inşaata bu kadar yatırım yapması ve çevresindeki sermayeyi de bu yatırımlara teşvik etmesi yanlış bir bilincin sonucu değil. Çevrelerinde akıllı bir adam/kadın olsaydı, durun endüstri 4.0 var, betona değil buna yatırım yapalım deseydi şimdi her şey daha güzel olmayacaktı yani. İnşaat aslında ranta en hızlı kapı açan bir sektör. Yapılan her yatırım önce çevresindeki arsaların spekülatif fiyatlara ulaşmasını sağlayan, bunun üzerindeki imar haklarının genişlemesi ile bir anda “aşırı zengin” olabileceğiniz bir sektör. Ayrıca maliyet, satış vs. üzerinde en çok vergi kaçırılan sektör. Son 10 yılda devasa büyüklüğe ulaşan birçok inşaat devinin vergi listelerinde adının sanının geçmemesi de bu yüzden. Haliyle AKP’nin bu tercihi de anlaşılabilir.
Herkes bu konuda hem de daha devasa bir örnek sayabilir ancak iyi bir vaka olduğu için bir rant hikayesinden örnek verelim.
Kadıköy Koşuyolu’nda bir özel mülk, 10 dönüm. Her taraf ranta boğulunca mülk sahipleri kentin göbeğinde fide, çiçek satışı ve kahvaltı mekanı olarak kullanılan alanı haliyle satmak istiyor. (Ders 1: rant yaşam alanlarını yok ediyor)
İhaleye açılıyor. 42 milyona Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın şirketi Bayraktar İnşaat alıyor. (Ders 2: Bakanın, hem de bakanlık yaptığı alana ilişkin şirketleri var ve faal!)
Bu tutara kimse çıkamayıp Bakan’ın alması ilginç tabi ama ilginç olmadığı kısa zaman sonra anlaşılıyor. İlgili alandaki imar hakkı 3.5 katına çıkarılıyor. (Ders 3: yasalar her zaman sermaye içindir. Sermaye aynı zamanda yasa yapandır)
42 milyona alınan arsa yeni imar hakkıyla 115 milyon gelir karşılığı Ofton İnşaat’a satılıyor. (Ders 4: Bir yılda %300’lük kar patlamasını bilgisayar çipi, inovasyon vs. ile yaratmazsınız. mis gibi kar)
Bu satıştan Bayraktar 73 milyon kazanıyor ama vergi vs. Allah korusun. Bunla ilgili dünya kadar istisna var. Ofton İnşaat’a kıyak geçiliyor. Tek katlı bir evin olduğu 10 dönümlük koca arazi Kentsel Dönüşüm Alanı ilan ediliyor. Yani artık devlete %18 KDV değil %1 ödeyebilirler. Sırf bundan devletin KDV kaybı 30 milyon TL. (Ders 5: İktidar üyelerinin ille de birilerinden saat alması gerekmiyor. Ticaret ve yasa iç içeyse her ticari faaliyet aslında bir rüşvettir)
Yani Erdoğan Bayraktar’ın istifa etmesi için 17/25 aralık sürecinde kasetinin falan çıkması gerekmiyor, tüm bu anlattıklarımız gözümüzün önünde oldu. Kimse de bunun bir “rüşvet” olduğunu ima bile etmedi.
Bu sadece bir vaka. AKP’nin neden inşaatı ve alt yapıyı tercih ettiğinin de göstergesi. Aslında “çalıyorlar ama yol yapıyorlar” lafı tersten de doğru “çalmak için yol yapıyorlar”. Benzer yağma düzeni bir yandan da enerji sektöründe işledi. HES kararları, alım garantileri vs. derken enerji bir yandan da rantın aktığı ikinci kapı oldu. Elbette bu iki yatırım alanı risk iştahını kabarttı. Ürününü boykot ediyorduk ne güzel dediğimiz Yörsan bile Susurluk’taki fabrikaları satıp parasıyla İstanbul’da lüx konut işine girmişti ne güzel.
Bu dönemde Cengiz/Kolin/Kalyon vs.lerin hem altyapı ihalelerini hem de enerji dağıtım ihalelerini alması bir tesadüf değil.
Ancak okuluna deterjan alamayan devletin de bir sınırı var. Bu yatırım kaynakları genelde yurtdışı bankalardan alınan fonlarla idame ettiriliyordu. Bu fon akışı durdu. Doların artmasıyla betonun maliyeti de arttı. Bir anda zenginleştirilen sermaye ortada kaldı. Yüz milyarlarca liralık dış borç ile ortada kaldılar. Bu arada aslında ortada da kalmadılar. Bankalardaki döviz mevduat hesapları da bunlara ait. Ama Türk kapitalizminin bir yasası var. Kar özelin, zarar kamunundur. Bu kural yeniden işlemeye başladı ve Albayrak “kıdem tazminatı, BES, sizler ne güzel şeylersiniz” dedi. Yani bu sermayeyi kurtarmak yine bizlerin maaşlarından kesilecek tutarlara kaldı.
Dilerim devletimiz balık ekmeği pahalıya satmaz. Bari biz onu yiyebilelim.