Kaos düşünceleri

Ürkütücü çağrışımlarına fazla takılmadan rahatlıkla söyleyebiliriz: Dünyanın pek çok bölgesini, bu arada özellikle Türkiye’yi öngörülebilir gelecekte bekleyen, kaotik ortamlar ve süreçlerdir…

Burada kaos terimini, “felaket”, topyekun bir “yıkım”, tam bir “kargaşa” ya da her yerin “tımarhaneye dönmesi” gibi daha sert çağrışımlarının dışında, görece “yumuşak” karşılığıyla kullanıyoruz.  İşaret etmek istediğimiz, terimin “düzensizliğe”, “karışıklığa”, “istikrarsızlığa”   ve “süreksizliğe” işaret eden yanlarıdır.    

“Olağan şüpheli” olarak kapitalizme bakarsak: Evet, refah devleti modelinin terk edilmesinden sonra ve özellikle küreselleşmeyle birlikte bu üretim tarzı, kendi doğasındaki anarşik eğilimleri bu kez dünya ölçeğinde ve hemen hemen sınırsız biçimde ortaya koyma imkanları bulmuştur. Ne var ki, yaklaşık 40 yıldır kendi “normalini” bulamamıştır. 1945-1980 döneminin tersine, ekonomide, siyasette, ideolojide, kültürde, uluslararası ilişkilerde, vb. bir denge, bir istikrar yakalayamamıştır.

Çok uzun hikaye olduğundan, başlı başına bir kaos etkeni olduğunu vurguluyor ve “olağan şüpheliyi” burada bırakıyoruz.

***

Pek olağan sayılamayacak şüpheliler ise yaşanan çevre/iklim kriziyle birlikte örneğini Covid-19’da gördüğümüz, yarın yenileri de ortaya çıkabilecek salgınlardır. Bunlara, bir de dijitalleşmeyi ekleyelim. 

“Olağan şüphelinin” yani kapitalizmin belirsizlikleriyle şekillenmiş bir dünya, bir de yangınlar, seller, diğer doğal afetler ve salgınlar söz konusu olduğunda doğrusu, yanlışı ve komplo teorisi dahil ne söylenirse hepsini dijital ortamlarda anında duyabiliyorsa, buradan kaostan başka bir şey çıkması mümkün değildir. Böyleyse, başta söz ettiğimiz “düzensizlik”, “karışıklık”, “istikrarsızlık” boyutlarına güvensizliği, şüpheciliği ve umutsuzluğu da eklemek gerekecektir.

Kısaca çizilen bu tablonun “kaos” terimiyle (de) tanımlanabileceğini kabul edersek bugün dünya bir kaos dönemi yaşamaktadır ve bu dönemden çıkacak gibi de görünmemektedir.

***

Çizilen tablonun ana hatlarıyla Türkiye için de geçerli olduğunu söyleyebiliriz.

Üstelik bu hatlardan kimilerini daha da kalınlaştırarak: Dünya kapitalizminin refah devleti modeli yerine istikrarlı başka bir model koyamamasının yarattığı belirsizlikler ve boşluklardan daha fazlası, Cumhuriyet’i tasfiyede önemli bir mesafe aldığı halde onun yerine oturmuş bir yapı getiremeyen AKP rejiminin bu son döneminde görülmektedir.

Türkiye’de “düzensizlik” ve “süreksizlik” boyutları da daha belirgindir.

Ülkede 75 yıllık birçok partili rejim deneyimi olmasına rağmen, ülkenin siyasal yarını konusunda geçmişten “örüntü” çıkarmak mümkün görünmemektedir.

Bir hafta önce “işte ülkenin belirleyici gündemi” denilen konunun bir hafta sonra tamamen unutulmuş olması mümkündür.

Siyasal, ideolojik ve kültürel birikim artık kuşaktan kuşağa aktarılamamakta, herkes kendi kuşağının “zamanında” yaşamaktadır.

***

Şimdi sadede gelebiliriz.

Sosyalizm mücadelesiyse, kendi geleneğimizi şöyle özetleyebiliriz: Öncü örgüt, onun işçi sınıfından ve aydınlardan gelen kadroları, daha geniş çevrelere “dışardan bilinç götürme” çabaları ve halkın çok daha geniş kesimleriyle belirli momentlerde (konkjonktürel) buluşma… 

Bu modelin geçerliliğini bugün de koruduğunu kabul etmekle birlikte önemli bir farklılığa işaret etmek istiyoruz: Türkiye’nin bugünkü siyasal, ideolojik ve kültürel ortamında öznenin muhatabının “henüz kendisine bilinç taşınmamış” kesimler olarak tanımlanması eksik bir değerlendirme olacaktır.

Çünkü 19 yıllık AKP iktidarının getirdiklerinden afetlere ve salgınlara, yaşanan belirsizliklerden insanları çoğu kez daha da savruk, kararsız ve kuşkucu hale getiren “enformasyon kaynaklarına” kadar pek çok kaos öğesi, “bilinç taşıma” işlemiyle eşzamanlı bir temizliği gerektirmektedir.  Bir tür zihinsel temizlik de diyebiliriz: İnsanlara, en basitinden de olsa bir genel kültür ve tarih bilgisiyle birlikte mantık, nedensellik, sistem, yapı, süreklilik gibi nosyonların kazandırılması…

“Ama bunlar zaten bilinç sayılmaz mı?” demeyin; sınıf bilinci kertesini önceleyen, örneğin 1960’lı yıllardan 1980’lerin sonuna kadar uzanan dönemde bu bilince sahip olmayanlarda bile görülebilen, bir zamanlar ilk ve ortaöğretim düzeyinde edinilebilen özelliklerden söz ediyoruz.

Ne yazık ki günümüzde hepsi önemli bir erozyona uğramış görünmektedir.   

Özetin özeti derseniz: Eskiden öznenin önünde bir kitle vardı ve ona bilinç taşınıyordu; bugünse bilinç taşınacak kitlenin de bir bakıma “oluşturulması” gerekmektedir…