Karanlığın en koyu halinde bir sosyalist ne yapmamalı?
Türkiye emekçi sınıfının bu koşullar altında kendiliğinden politikleşme sürecine girmesi kaçınılmaz. Ancak unutmamak gerekir ki “kendiliğinden unsur, bilincin tohum halinden başka bir şey değildir”.
Karanlığın en koyu halinde bir sosyalist ne yapmamalı?
“Kendi dar kafalılığını işçi kitlelerinin sırtına yıkmamalı.” Tırnak içindeki cümle Lenin’e ait. Lenin bu cümleyi “kendiliğindenliğe tapan” sosyal demokratlar, burjuva ekonomistleri ve aydınları kastederek söylüyor. Bugün de bu söz hala geçerliliğini koruyor. İşçilerin ekonomik mücadelesi sosyalistlerin herhangi bir katılımı olmadan da politik bir nitelik kazanabilir ki tarihte örnekleri mevcut. Lenin’e göre sosyalistlerin görevi, ekonomik zemin üzerinden politik ajitasyondan ibaret değildir. Elbette politik ajitasyon önemlidir. Hele ki bugün ülke ekonomisinin çöktüğü, 13 yaşındaki çocukların bile sokak röportajında “okulda akıllı tahtadan dolar kurunu takip ediyoruz” dediği bir dönemde elbette ki politik ajitasyon değersiz kılınamaz. Ekmek kuyruklarından yükselen ve ekonomik çöküntü ile birlikte kendiliğinden politik bir nitelik kazanan tepkileri teşhir etmek de elbette son derece önemli. Ancak şunu da bilmek gerekir ki o kuyruklardan yükselen politik isyanlarda doğrudan sosyalistlerin müdahalesi vardır diyemeyiz. Tıpkı bir dönem İngiltere’de işçilerin ekonomik mücadelesinin, sosyalistlerin herhangi bir katılımı olmadan politik bir nitelik kazanması gibi bugün Türkiye’de ekonomik mücadele politikleşiyor. Sadece ekmek kuyruğundan yükselen sesler bile bunun kanıtı.
"Bizi bu duruma düşürenlere hakkımı helal etmiyorum. Millet rezil oldu. Tartışsınlar (Meclis) orada bakalım ne olacak?".
"Cumhurbaşkanı'nın damadı doların bu paraya geleceğini söylüyormuş o zamanlar “5 liraya, 6 liraya alacaksınız 10, 15 liraya satacaksınız” diyordu. Demek ki bugünleri görüyorlarmış. Memleketi bu duruma getirenler utansın. Millet bak kuyrukta bir ekmek alamıyor, bekliyor saatlerce ondan sonra orada oturup konuşuyorlar. Biz insan gibi yaşamak istiyoruz. Bakın bu kadar insan burada neden bu havada böyle beklesin. Millet bunu hak ediyor. Az kaldı ne diyelim".
“Bir teneke yağ 150-200 lira. Eee nasıl geçineceğiz? Maaşlara iki kuruş zaman, ama zamlar... Hani bir deyim var ya 'Kaşıkla verip kepçe ile geri almak' gibi. Biz onu yaşıyoruz şu anda. Sonra da böyle kuyruklar oluşuyor işte. Bunun vebalini kim ödeyecek? Kim verecek bunun hesabını? Yutkunuyoruz ama bu kadar insanın ahı var. Bunu kim düzeltecek, kim yapacak? Müslüman bir ülkedeyiz ama bunları yaşıyoruz. Bir aldığımızı ertesi gün gidip alamıyoruz. Var mı böyle bir dünya ya?”.
"Böyle olmaz. Her şeye zam. Artık korkuyoruz. Çıkıp konuşalım. Maaşlara zam yok. Gitsin devlet büyüklerimiz geçinsin o maaşla".
'KENDİLİĞİNDENLİĞİN ÖNÜNDE DİZ ÇÖKMEMELİ'
Tüm bu sözler artık Türkiye’de zaten kendiliğinden, sosyalist müdahaleye gereksinim olmadan ekonomik mücadelenin politik bir durum kazandığını gösteriyor. Ancak Lenin, sosyalistlerin buraya sıkışıp kalmasını eleştiriyor. Daha anlaşılır biçimiyle ekonomik temeller zemininde kendiliğinden uyanan politik bilinci yükseltip ileriye götürmek yerine “kendiliğindenliğin önünde diz çökenleri” eleştiriyor Lenin. Politik bilincin kendiliğinden uyanışı, sosyalistlere görevlerini unutturmamalı.
Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati’nin çıkıp asgari ücrete yapılan zamma ilişkin, “Hayırlı uğurlu olsun. ‘Asgari ücretliyi enflasyona ezdirmeyeceğiz’ dedik. 19 yıldır ezdirmedik, şimdi de ezdirmiyoruz. Ve enflasyonun üstünde değil, çok üstünde değil, çok çok üstünde, yani yüzde 50’lik net bir artışla asgari ücreti açıkladı Cumhurbaşkanımız” demesinin ardından doların 15,67 TL’yi gördüğü günlerde işçi sınıfının işveren ve iktidara karşı ekonomik mücadelesinin başlaması kaçınılmaz. Böylesi günlerde bazı ekonomistlerin “biz söylemiştik arkasından da şöyle şöyle olacak” tarzı açıklamaları ile akıl hocacı tavırları aslında farkında olarak ya da olmayarak gerçekten de sınıfın kendi başına üstesinden gelebileceği meseleler ile debelenmekten ibaret. Bugün açıklanan asgari ücretten sonra emekçi sınıfı iktidarın kimin yanında olduğunu zaten görebiliyor. Bunu, kuyruklardan, marketlerden, çarşı pazardan yükselen sesten anlıyoruz. Türkiye ekonomisi karanlığın en koyu halinde. Böylesi bir durumda sosyalistlerin yapmaması gereken “ kendiliğindenliğe tapma” haline sürüklenmemek.
VAKİT “EMEKÇİ SINIFIN ÖNCÜ MÜFREZELERİNİ SOSYALİZM İLE BİR ARAYA GETİRME” VAKTİDİR
Bir kez daha yinelemekte fayda var çok aksi bir durum olmadığı sürece; Türkiye emekçi sınıfının bu koşullar altında kendiliğinden politikleşme sürecine girmesi kaçınılmaz. Ancak unutmamak gerekir ki “kendiliğinden unsur, bilincin tohum halinden başka bir şey değildir”. Yine Lenin’e atıfla “Bilinç, genel sınıf çıkarlarının ve emekçilerin tarihsel görevlerinin bilinmesidir. Bu sınıf bilincinin başlangıcı kitle hareketinin çeşitli safhalarında çeşitli derecelerde vardır; fakat gelişmiş biçimiyle, sosyalist ideoloji olarak ‘teorisyenlerin yardımı’ olmadan işçi hareketinin içinden çıkamaz (…)”. Bu, kesinlikle Lenin’in sosyalist teoriyi emekçi sınıfından farklı bir yere konumlandırdığı birbirinden ayırdığı anlamına gelmemektedir aksine “emekçi sınıfın öncü müfrezelerini sosyalizm ile bir araya getirmek” anlamına gelmektedir. Sosyalist hareket bunu yapmadığı sürece emekçinin seçimlerini yargılayamaz. Böylesi bir yargılama “kendi dar kafalılığımızı işçi kitlelerinin sırtına yıkmak”tan başka bir şey değildir. Türkiye sosyalistleri ülkenin en karanlık günlerinde ekonomik koşullardan dolayı gitgide daha da kendiliğinden politikleşmesi kaçınılmaz olan emekçi sınıfına, geçici değil kalıcı çözümün sosyalizmde olduğunu anlatmak ve hareketi “kendiliğindenliğine” bırakmamak zorundadır. Umut, sosyalistlerin emekçi sınıfında tohum halinde filizlenen bu bilinci büyütebilme kapasitesindedir.