Türkçeye de girmiş İki Arapça kelime... İlki “yok hükmünde” demek; ikincisi ise daha Kur’ani, “ol de; oluverme hükmünde”...
Bu malumatın günümüz koşullarıyla ilişkisi esasında hayli bütünlüklüdür...
***
İlkinden başlarsak...
Kurtuluş Savaşı günlerinde kurulan gün görmüş Cumhuriyet Gazetesi, Türkiye tarihinin bütün iniş ve yokuşlarında bir bakıma bir resim çerçevesi gibi oldu; dolayısıyla kendi tarihi de bunlardan hayli nasibini aldı...
Bugünlerde gazete yazarlarının ve gazetenin başına gelenleri de bu pencereden okumak ve 15 Temmuz Cumhuriyetinin son OHAL yansımalarına yormak gerek...
FETÖ’culukla mücadele odaklarının en başında gelen bu kuruluşun kimi yazarları, şimdi örgüt üyeliği olmaksızın yataklık ve yardımcılık suçlamalarının konusu... Buna bir de PKK tarafgirliği sosu da eklenmiş vaziyette. Kazara, Fettullah Gülen ve şürekası, darbe işini başarsaydı, bu gazete ve yazarları kuvvetle muhtemeldirki şimdi yine içeride olacaklardı. Ne ki suçları, kuşkusuz örgüte yataklık-yandaşlık yapmaktan değil, tam da karşı cepheden olmaktan türetilecekti...
Oysa bir senaryo yazıldı ve gazetenin yazar kadrosuna dahil edilmiş kimi “yetmez ama evetçiler” türdeşliği üzerinden, güne çok uygun bir kurmaca ve çamur atmaca gündeme getirildi. O günlerde de, sonrasında da, Cumhuriyet okurlarının kahir kesimi, bugün gazetenin dümeninde ve yeni rotasındakileri hazmetmese de ve yanısıra eleştirse de, gazetesine sahip çıkımaya devam etti.
Kuşkusuz şimdi yazar, evvelsinde de laiklik ve cumhuriyet diyelere intizar edenlerin yapıp ettiklerini unutmayı ya da görmemezlikten gelmeyi önerecek değilim. Yani saptamaları olanların, bunun haklılığını veya meşruiyetini hem bilmeye devam etmeleri ve hem de bu senaryonun aydınlatılmasına değin eleştiri rezervlerini şimdi kendi içlerinde saklı tutma zamanıdır demek istiyorum.
Yani ve ne var ki, an itibariyle gazetenin ve yazarlarının başına getirilmek isteneler, yeni bir Ergenekon ve Balyoz hukuku kokularını çağrıştırıyor... O zaman da Balyoza, Ergenekona nasıl karşı durduysak; “Laiklik ve Cumhuriyet” kavram ve değerlerini bugün olduğu gibi o zamanda sonuna değin nasıl savunduysak, bugün de durum ve Cumhuriyet yazarları için gelinen konum aynıdır ve bundan ibarettir ve red edilmelidir diyorum.
Üstte kokuları çağrıştırıyor yazdım ama, çağrıştırmak falan ne kelime, Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek, Mecliste kendisine yöneltilen bir soruya verdiği yanıtta, ilgili soruşturmayı yürüten İstanbul Cumhuriyet Savcısı Murat İnam'ın, “Selam Tevhid” soruşturması nedeniyle Yargıtay 16’ncı Ceza Dairesinde açılan davada bir "FETÖ"culuk sanığı olduğu bilgisini doğruluyor.
Anlaşılan savcı kendi canını kurtarma atraksiyonuna girişmiş olsa gerek ki, FETÖ cü olmayanlara yakıştırma bir yaftayla tecavüze kalkıp, yeni bir Ergenekon masalı icat etmeye çalışıyor.
Yani ve kısacası dava yok hükmündedir.
Ve yani Türkçe anlamayanların kulağına küpe olsun misali, “keenlemyekün” ve dahi boş hükmündedir.
Artık yazarların hemen salıverilmesi ve özgürlüklerinin gasp edilmemesi gerekmektedir...
***
İkincisine, yani “ol de, olduruverme” hükmüne gelirsek...
Şimdiye değin çok yazılıp çizilmiştir... Ne ki, ahalimizin hafızayı beşeri hep şaşar vaziyette olduğundan naşi, bir defa daha yazılmasında bir fazlalık da yoktur...
Şu 15 Temmuz meselesi, ne bir gecede zuhur etmiştir ve ne de “OHAL, Bu Hal” uygulamalarının böyle kurmacalarla sürmesine bakılırsa, iş kamu vicdanını rahatlatacak bir sürece de girilememiş görünmektedir.
Darbe girişimi ne denli gerçek ve olgunun fiiliyatı ne kadar sahiciyse, şimdiye değin kuru, yaş içeri alınanlar ve işinden aşından ayrıltılanların her halde sadece bu aktörlerden ibaret olmaması gerektir.
Yani işin Türkçesi, olan bitenlerden sorumlu tutulması gerekenlerin ya bir an önce bulunması ya da bu işlerin bir siyasi muhatabanın, sorumlularının artık saptanması gerekmektedir.Varsa, mecliste ya da yönetim erkinin tepelerinde dolaşanlardan da, darbecilik değilse bile darbecilere şimdiye değin yataklık ve yardım etmekten, biletlerinin kesilmesi gerekenlerin üstü örtülmemelidir. Oysa aksine ilişkin ortada hiç bir emare bulunmamakta ve Başbakan ve parti sözcüleri, aralarında FETÖ’ye bulaşmış kimse olmadığından dem vurmaktadır. Doğrusu ya söyledikleri inandırıcı değildir. Zira arşivler kendileri de dahil, envai çeşit beyanet ve kayıtlarla dolu ve orada öylece duruvermektedir.
Okursanız, Orhan Bursalı, Cumhuriyet’teki son yazısı olan ‘Benden geri dönen hiçbir şey yoktur. Buna rabbim şahittir’ başlıklı makalesinde meseleyi bu bağlamdan ne güzel özetliyor (*)…
Egemen blok, siyaset sahnesindeki hegemonyasını, bugün olduğu gibi Meclisteki dünkü iktidar partisi ve hükümetiyle temsil ediyordu. İşin iktidar bloğunu ise, yasama ve yürütmede ortaklaşan AKP ve FETÖ kardeş ittifakı ve almaşığı oluşturuyordu.
Memleket parselasyona uğratılırken, alan kapmaca, paylaşmaca ve rant yaratmaca, çıkar temelinde büyütülürken, işin kökü de, başından beri hep din ve milliyetçilik ideolojileriyle sulandı durdu. Nihayette deniz bitti, sonra kara göründü ve çürüme kokuları 2012-2013 lerden bu yana göklere savruldu…
Rant alanı dersaneciliğin, milyarlarca dolarlık bir pazar boyutuna erişmesi ve pazarı elinde tutan FETÖ cü kesimden, bunun diyetinin istenmesi, hassas ilişkileri bulandırmaya yetti. Sonrasında iç ilişki dinamiklerinin daha da olumsuzluğa savrulması neticesinde, 17-25 Aralık rüşvet ve yolsuzluk operasyonuna kadar iş tırmanıp gitti.
MİT Müsteşarlığı soıruşturmasının bomba gibi patlatılmasının sonrasında, o zaman Başbakan olan şimdiki Reisicumhurun kendisi ve ailesine yöneltilen sistem içi operasyonlar, aradaki her türlü bağın kopmasına ve iki cami arasındaki beynamaz siyasetçilerin de hangi kıbleye döneceğini şaşırmasına ve savrulmasına neden olmuştur.
İşte ‘Benden geri dönen hiçbir şey yoktur. Buna rabbim şahittir’, vecizesi bu cenkleşmenin sonunda aczi itiraf olarak ortalık yere düşmüştür.
Bir zamanların başbakan yardımcısı olan bir zatın, “Yüce Rabbim verdikçe veriyor” öz deyişi adeta bir “kun feyekun-ol deyince ol hükmünde” sendromunun semptomlarından birisidir...
Bugün de buna ilişkin izler sürüp gitmektedir.
O nedenle, başkanlık olmazsa, bölünme olur tehditleri en yüksek sesle seslendirilmektedir.
O nedenle, kazan kaldıran yeniçeriler gibi “idam” isterükçülerin avazları daha da pompalanmaktadır...
İşi bir an önce, şekli şemali muhayyel olan 2023 rejim ruhuna göre bitirme arzusuyla, bir dört nala koşu memleketin dört bir köşesinde bir film gibi izletilmektedir...
Yani ayağı yere hem sıkı basmak ve Laiklik ve Cumhuriyetten vaz geçmeden ayakta kalmak giderek daha önem kazanmaktadır.
Meraklısına okuma parçası: