En çok zorlandığım ve sonunda teslimiyeti kabul ettiğim bir yazıydı…
21 yıl önce Aykırı yayınları “Eğer Öyle Olsaydı” başlıklı bir dizi başlatmıştı. Dizi, insanlık tarihinde dönem açıcı kimi olayların “öyle” değil de başka türlü gerçekleşmesi durumunda neler beklenebileceği üzerineydi. Aykırı, bu “konsepti” “Başka bir Tarih Başka bir Türkiye” başlığıyla Türkiye tarihinde deneyecek yazılar istedi. Yayınevinden Seyfi Öngider’le anlaştık: “Serbest Fırka kapanmasıydı ne olurdu?” üzerine bir yazı yazıp iletecektim.
Sonuçta yazıyı gönderdim ve yayınlandı; ama çok zorlayıcı ve teslim alıcı bir uğraş olduğunu söylemeliyim…
***
Serbest Fırka (Serbest Cumhuriyet Fırkası) Ağustos 1930’da Fethi Okyar başta olmak üzere Atatürk’ün yakınında sayılabilecek kişiler tarafından kuruldu. Aradan üç ay geçmişti ki Fırka bir durum değerlendirmesi yaparak “kapanma” kararı aldı…
Konunun ayrıntılarına inmiyorum; benim yazı konum “kapanmasaydı ne olurdu?” idi.
“Muhayyile” denilen şeyin de sınırları olduğunu bu vesileyle daha iyi anladım. Evet, Türkiye’yi dünyadan, özellikle Avrupa’dan izole bir ülke olarak düşündüğümde iş nispeten kolaylaşacaktı: “Serbest Fırka seçimlere girer, kazanırsa şöyle kazanamazsa böyle olur; Türkiye’nin yeni yeni palazlanan sermaye sınıfı şöyle yapar, emekçi halk böyle yapar, vb. vb.…”
Ne ki, dönemin Avrupa’sına baktığımda bunların hepsi havada kalıyordu. Eğer adını öyle koyarsak “dış dinamik” denilen etmen öyleydi ki “izole Türkiye” için tasavvur edilen ne varsa hepsi bir duvara çarpıp tuzla buz oluyordu.
Sonunda, Serbest Fırkanın aslında olamayacağı, olursa da ömrünün çok kısa sürmesinin bir zorunluluk sayılması gerektiğini söyleyip işin içinden çıktım.
***
Almanya, Arnavutluk, Avusturya, Bulgaristan, İspanya, İtalya, Macaristan, Polonya, Portekiz, Romanya, Yunanistan…
Hepsinde tam bir süreklilik sergilemese bile bunlar 1930’larda faşistinden aşırı sağ/otoriter olanlarına kadar “demokrasi” ile ilişkilendirilmesi mümkün olmayan rejimlerin damga vurduğu ülkelerdi.
ABD’de 1929 yılında patlak veren büyük ekonomik bunalım Avrupa’yı da derinden sarsmıştı. İflas eden şirketler, kimi ülkelerde neredeyse sıfıra inen ihracat, yaygınlaşan işsizlik, vb. siyaset üzerindeki etkisini yükselen “sağ dalga” olarak göstermişti. Çarpıcı bir örnek vermek gerekirse Almanya’da 1928 yılında Nazi Partisi’nin oyları yüzde 2,83 iken bu oran 1930’da yüzde 18,25’e, 1932’de ise yüzde 37,27’ye çıkmıştı. 4 yıllık bir zaman kesitinde 13 kat oy artışı demek oluyor.
Üstelik, Komünist Partisi güçlü sayılabilecek bir ülkede…
***
Türkiye’ye gelince…
Özellikle 1929 bunalımının ardından cümle alemin arada Avrupa’ya da bakıp “liberalizm artık bitti” dediği bir ülkede Serbest Fırkanın Fethi Okyar gibi önderlerinin Anglosakson demokrasisine, Ağaoğlu Ahmet gibi önemli insanlarının da “ekonomik liberalizme” yatırım yapıp bu noktalarda tutunmaya çalışmaları boşa kürek çekmek olurdu.
Ancak, bütün bunlara rağmen Serbest Fırka yaşayabilseydi bir açıdan iyi olurdu: Gerçi o dönemde ortada oldukları pek söylenemez; ama belirli bir kesim Fethi Okyar, Nuri Conker ve Ahmet Ağaoğlu gibi isimlerin “Kemalizm’den tam kopamadıkları” temasıyla iştigal edeceklerinden komünistleri rahat bırakır, başlarına ekşimeye vakit bulamazlardı…
Bu arada ideolojik önderliğini eski komünistlerin yaptığı “Kadro” hareketinin (1932-1935) aynı ortamdan yola çıkarak kapitalist gelişme ve sosyalizm dışında kalan “üçüncü yol” arayışlarına yöneldiğini hatırlatıp geçelim.
***
Ya bu yazının “ana fikri”?
“Özcülük” (essentialism) siyasal oluşumların ve ideolojilerin değerlendirilmesinde dikkatli kullanılması gereken bir kavramdır. Eğer bir ideoloji olduğunu kabul edersek, Kemalizm’in özü, cumhuriyetçilik, laiklik ve modernleşmedir ve bu kadardır. Başka bir deyişle, bu ideolojinin özünde ne faşizm ne liberalizm ne de sosyalizm vardır. Kemalizm 1923’ten 1938’e uzanan dönemde birine ya da öbürüne daha eğilimli görünmüşse, özünden değil iç-dış koşullardan ve konjonktürden kaynaklanan bir durum sayılmalıdır.
Sonuçta, 23 Nisan, 19 Mayıs ve 30 Ağustos’u geçtik; sırada 29 Ekim ve 10 Kasım var.
Pek işe yaramayacağının farkındayım; ama gene de kalan bu iki gün için “özcüler” belki dikkate alır diye yazdım.