Tefrika yazıların okunmasının en zor tarafı, okuyucu açısındandır.
Başını kaçırdığı bir yazının devamı mahiyetindeki ikinci veya sonraki yazılarda, öncekilerin bilinmezliği, okunan metnin anlaşılmasını da zorlaştırır. Bu zorluk, yazıların devamını hiç okunmaz da kılabilir. Onun için kısa bir özetleme sanki zorunludur.
Bunu sağlayacak bir ortam yoksa yazı kendi kaderiyle baş başa kalır. Bu yazıya başlarken, işte bu açmazın taşıdığı riskler baş köşede durmaktadır.
İlk yazıda, ‘yakın tarih’ penceresine, adadaki İngiliz dönemiyle başlamıştım. Yani 1571’den 1878’e değin süren Osmanlı'nın, Kıbrıs’taki egemenlik sürdüğü dönemin sonunun, son perdesi, hikâye edilerek ‘yakın tarih’ için ilk giriş yapılmıştı.
Hemen devamla da, Osmanlı’nın kendi büyük coğrafyasındaki bekasının muhafazası adına, Doğu Akdeniz egemenliğinin kilidi olan adanın, İngilizlere kiraya çıkarılması ile ilhaka kadar olan dönemde, adada olup bitenlere ilişkin özet bir anlatım verilmişti. Yani birinci bölüm, 1878-1914, İngiliz’in, ‘kiracılıktan-sahipliğe’ olan dönemini kapsamıştı. Buranın özeti yerine, meraklıları için ilk yazıya ilişkin adresini* alta koyup, taliplilerine okuma sabrı dilemeliyim.
Yine o ilk yazıda, İngiliz yönetiminin ikinci etabının da ‘1914-1960, İlhak ve Kıbrıs Federal Cumhuriyetine kadar olan dönem’ olacağı vurgulanarak, hikâyeye devam sözü verilmişti.
Kaldığımız yer burasıdır. Derin nefes alıp, işe girişmek gerekir. Ancak bu dönem de kendi içinde kimi devrevi dönüşümleri içerir. Bir çırpıda her şeyi hikâye etmek de bu bağlamda mümkün değildir.
İlhak netameli bir siyasal konjonktürdür. Zorba ilhakçı, bir yandan kendi siyasal koşullarını ilhak ettiği coğrafyaya ve halklara kabul ettirmeye çalışır bir yandan da de facto bir meşruiyet oluşturmanın peşine düşer.
O nedenle önce ilhak dönemi olan 1914-1923 arası anlatılmak durumundadır.
Ondan sonrası ise ilhak sonrasının ilk ara dönemine ilişkin olacaktır.
İngiliz siyaseti, ilhak sonrası yeni politikalarla Kıbrıs’ın egemenliğine sahip olabilmenin birincil fırsatını, ilk dünya paylaşım savaşıyla yakalamıştır. Bu savaşın sonuçları bakımından, esasen ortaya çıkan tarihsel sürece bir ad verilecek olursa, bu Osmanlı mülkünün başta Fransızlar ve diğer ittifak devletlerince pay edilebilme fırsatının doğduğu çağ olarak anılmalıdır...
İngilizler bakımından bu payda en kritik getiri, Orta Doğu coğrafyasının pek çok alanında sağladığı sömürülecek doğal kaynaklara erişme imkânı elde etmesi yanında, Kıbrıs adası üzerindeki egemenliğinin tescil edilmesi kazancı da yatmaktadır.
1923-1930 arası İngiliz egemenliğinin kuruluş dönemini kapsar. Yani bu yazının kapsama alanı işte bu tarihin sonuyla sınırlı olacaktır.
İNGİLİZİN KIBRIS’I İLHAKI
Birinci Dünya Savaşı, 1914-1918 arası ‘itilaf ve ittifak’ olarak nitelenen iki devletler grubu arasında sürdürülmüş, ham madde ve sömürge arayışı başta olmak üzere birçok nedeni içeren bir emperyalist paylaşım savaşları dizisidir. 20. yüzyılın başlarında, insanlığa derin acılar tattırmış bu savaşın ayrıntıları, elbette buranın konusu olmayacaktır.
İtilaf Devletleri, başlangıçta İngiltere, Fransa ve Rusya’dan oluşuyordu. İttifak Devletleri ise, Almanya, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Osmanlı Devleti ve İtalya’dan oluşuyordu.
Osmanlı başlangıçta tarafsızlık ilanı ile savaşa katılımda ayak sürüdü. Ancak ‘Yavuz-Goben ve Midilli-Breslau’ kruvazörlerinin, Osmanlı bayrağı altında, Rusya’nın Sivastopol Limanı bombardımanıyla savaşa dâhil olma zorunda kalmıştır. İtalya da 1915’te saf değiştirerek İtilaf Devletleri tarafına geçmiştir.
Aynı dönemde, savaş nedeniyle, Kıbrıs’ta gerilim de pik yapınca, İngiltere fırsatı iyi değerlendirmiş ve karşı paktta olan Osmanlı’ya tepkisini, 5 Kasım 1914’te Kıbrıs’ı ilhak ederek göstermiştir.
Adayı ilhak, İngiltere’nin savaş stratejisine uygun bir enstrüman olarak, Yunanistan’ı kendi yanına çekmek için kullanılmıştır. Önce adanın, Yunanistan’a resmen verilmesi teklif edilmiş, ancak Yunan kralının, Osmanlı’ya karşı, savaşın içinde yer almaktan çekincesi nedeniyle, bu teklif geri çevrilmiştir. Yani Kıbrıs halkının iradesi dışında, ada, İngilizler bakımından bir pazarlık konusu ve rüşvet olarak kullanılmıştır.
Ancak savaş başında çekingen duran Yunanistan, 1917 yılında İttifak Devletleri’nin işgalinden korkarak, İtilaf Devletleri safında savaşa dâhil olmuştur. Savaşın galibi İtilaf Devletleri olunca, adalı Rumlar adanın Yunanistan’a bağlanacağını umut etmişlerdir. Yunanistan da aynı beklenti içinde olmasına karşın, İngiltere’nin hesabı değişmiştir. Yunanistan, Kıbrıs’tan uzak tutulurken, hayal kırıklığı yaşayan Rumlar daha önceki beklentileri olan ENONİS konusundaki çabalarını daha da arttırmaya devam etmiştir. Bu İngiliz’e özgü ikircikli siyaset tarzı, adada geri dönüşü olmayan kanlı mücadelelerin kapısını açmış ve Kıbrıslı Rumlar ve Türkleri artık düşman haline getirmiştir.
İLHAK SONRASI GELİŞMELER: KIBRIS TÜRK TARAFI
1918’in başlarında manzara, adanın tam olarak İngilizlere kaybedilmesi ile sonuçlanmıştır. Buna karşın adalı Rumların ENOSİS istekleri de zirve yapar bir görüntü içermektedir. Artık adalı Türkler, kendilerini, parçası olmadıkları yeni bir kadere terk edilmiş olarak bulurlar.
İlk yapılan iş, Türk tarafınca 1918 sonlarında Lefkoşa’da bir ‘Ulusal Kongre’ düzenleme çabası olmuştur. Kongrenin ana teması, ENOSİS karşıtlığına dayanan ve çözüm olarak da Kıbrıs’ın eski sahibine, yani Osmanlı İmparatorluğu’na iadesi talebini içermiştir. Buna uygun olarak kongre, Müftü Ziya Efendi başkanlığında bir heyetin, Paris’e, İtilaf Devletleri yönetimlerince görüşme yapmak üzere gönderilmesine karar vermiştir.
Bunun yanı sıra 1919’larda, Kıbrıslı Türklerin talebini pekiştirecek ayaklanma girişimleri de gündeme gelmiştir. Ayaklanmanın ilk nedeni Osmanlı'ya iade, diğer bir nedeni de Çanakkale Savaşlarında İngilizlere esir düşen ve adaya getirilen Osmanlı askerlerinin kurtarılması isteğidir. Ayaklanma girişiminin öncüleri, İttihatçı Dr. Behiç, Dr. Esat ve Hasan Karabardak olmuştur. Oysa daha başlangıçta, plan İngilizlerce öğrenilmiş ve bu önderler tutuklanmıştır. Yani kalkışma, başlamadan akamete uğrar.
İngiliz baskısı, Rumların yanı sıra Türkler üzerinde de çok artar ve örgütlenme zinciri büyük ölçüde kırılır. Tarihi süreç, Osmanlı mülkünün tasfiyesidir. Sevr hükümlerine dayalı Anadolu’yu kapsayan işgal ve ilhaklar ve peşi sıra Kurtuluş Savaşı'nın başlaması, Kıbrıslı Türklerin öncü niteliğindeki bir kısım kadrolarının, ada işlerini bir yana bırakıp, savaşa destek olmak üzere Kuvayı Milliye saflarına Anadolu’ya geçişiyle sonlanır.
İLHAK SONRASI GELİŞMELER: KIBRIS RUM TARAFI
Yunanlıların, İngiliz teşviki ile İzmir’e çıkarılmaları, MEGALİ İDEA’nın gerçekleştirilmesinin ilk adımı olarak görülür. Bu da Kıbrıslı Rumlarda, ENOSİS ütopyasının gerçekleşeceğine dair bir beklenti oluşturur ve büyük heyecan yaratır.
Ne ki Yunanistan, büyük bir düş kırıklığı ve kendi tabirlerince ‘Küçük Asya Faciası’nı yaşar. Tattıkları, Mustafa Kemal önderliğindeki ordularca acı bir yenilgiye uğratılmaktır.
Kıbrıs Rumları, hayal kırıklığı ve kızgınlık içerisindedir. Tepkilerini, 25 Mart 1921’de, Omorfo'nun (Güzelyurt) Filya (Philia-Serhatköy) köyünde yaptıkları bir plebisit ile gösterirler. Oysa sonuç, yeni bir hayal kırıklığı ve kızgınlıktır.
Rumların, Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakı karar ve istekleri, adanın yeni sahibi İngilizlerce reddedilir.
İLHAK SONRASI GELİŞMELERİN, KIBRIS TÜRKLERİ ve TÜRKİYE BAKIMINDAN SONUCU
Kurtuluş Savaşı sonrası, ‘İttifak Devleti’ olarak, birinci savaşın mağlubu olan Osmanlı, tarihen ortadan kalkmıştır. Onun yerine, Anadolu üzerindeki işgalci İtilaf Devletleri'ni yenen ve Sevr’i ortadan kaldıran yeni bir Cumhuriyet, Türkiye adıyla doğmuştur.
Yeni devletin tapu senedi de Lozan’da kesinleşmiştir. Ne ki akdedilen Lozan Barış Antlaşması’nın 20. maddesine göre, TBMM hükümeti, Anadolu’nun garanti ve bekası adına, elde ettiği diğer çıkarları kaybetmemek için, Kıbrıs Adası’nın, İngiliz toprağı olduğunu kabul etmek zorunda kalmıştır. Böylece İngilizler önce kiracı olarak girdikleri Kıbrıs adasını sonra ilhak etmiş ve adanın yeni hükümranı olduğunu da Lozan’da meşrulaştırmıştır.
Tarihinde hep sürgün göçleri alan Kıbrıs, Lozan Antlaşması'na göre isteyen adalı Türklerin, iki yıllık bir süre içinde Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına geçmek üzere Türkiye’ye göç etmesine de izin vermiştir.
İLHAK SONRASI GELİŞMELERİN, İNGİLTERE BAKIMINDAN SONUCU ve DİĞER GELİŞMELER
İlhak sonrası Kıbrıs adasındaki İngiliz döneminin birinci periyodu 1923-1930 arası olarak tarihlendirilebilir.
İdari açıdan gelişmeler: 1923 tarihli Lozan Antlaşması'nın 20. maddesine göre İngiliz toprağı olarak kabulü kesinleşmiş ada üzerinde, İngiliz yönetiminin ilk icraatı 1882 Anayasası’na göre bir Yasama Konseyi oluşturmak olmuştur. Yasama Konseyi 3’ü Müslüman (Kıbrıslı Türk) ve 9’u Hristiyan (Kıbrıslı Rum) olan 12 üyeden oluşturulmuştur. Bu 1881’de adada yapılan nüfus sayımı sonuçlarına göre kararlaştırılan bir temsiliyet dağılımdır.
Bu yasama meclisi dışında da 6 atanmış Yüksek Komiser, icra organı olarak tayin edilmiştir. Komiserlerin yanı sıra bir de Genel Validen oluşan kompozisyon, esasen iki toplumu birbirine karşı kullanabilmenin İngiliz dominyon kurnazlığını da göstermiştir. Yasama meclisindeki 9 Rum çoğunluğa karşı, ‘3+6+1’ formülü ihtiyaç oldukça işletilmiştir. Yani Müslümanların, komiserlere yedeklendiği 9’a 9 eşitlik durumunda, Genel Valinin oyuyla Türk tarafına yol verilmesi, Kıbrıslı Türklerin çıkara göre ‘kullanışlı oy’ olarak görülmelerinin örnekleri arasına girmiştir. Türklerle, Rumlar arasındaki düşmanlığı körüklemenin ince yolunun böylece sağlanması, ‘böl, parçala, yönet’ taktiğinin mahfuz bir mekanizması kılınmıştır. İlk yönetsel düzenleme 1925’e kadar devam ettirilmiştir.
10 Mart 1925 Kıbrıs adası için yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur. Kıbrıs Yüksek Komiserliği kaldırılmış ve Kıbrıs, İngiliz Krallığı’na bağlı bir koloni ya da dominyon statüsüne geçirilmiştir. Yasama Konseyi üye sayısı 24’e çıkarılmış ve bu artış yine ilhak sonrası temsiliyet dengesi korunarak gerçekleştirilmiştir. Adadaki komiserler içinde hiyerarşideki en yüksek statüdeki komiser Kıbrıs Valisi olarak atanmıştır. Bu sözde yönetsel değişiklikler, Kıbrıslı Rumların, ENOSİS mücadelesine herhangi bir etki yapmamış, bunu değiştirmediği gibi daha da ivmelendirmiştir. 1925’ten 1930’lara uzanan süreçte İngiliz yönetimi ve Kıbrıs halkı arasında sorunlar gittikçe artmaya devam etmiştir. Bir yandan Rumların kararlılıkla sürdürdükleri ENOSİS mücadelesi, diğer yandan bundan etkilenen Türklerin karşıt çıkışları, Türk-Rum uyuşmazlıklarında süregelen gerilimleri daha da artırmıştır.
Vergi ve diğer mali gelişmeler: Dönemin İngiliz yönetimi bakımından, ada halkıyla arasındaki kritik uyuşmazlık kavşaklarından birisi, adaya getirilen yeni bir vergi uygulaması olmuştur. İngiltere’nin ilhak öncesi kiracı olduğu dönemde, Osmanlı'ya kira vergisi olarak topladığı ve hiçbir zaman ödemediği paraya yönelik ciddi bir toplumsal tepki bulunmaktaydı. O dönemde dışa vuran hoşnutsuzluğu azaltmak için İngiliz kraliyeti toplanan vergi matrahında düşüklük yapmamış ve fakat yatırım fonu olarak, İngiliz hazinesinden yıllık 50 bin poundluk bir bağış kotası getirmişti. İşte 1927’de, bu bağış miktarının artırılması önce vadedilmiş, ne ki bu yeni bir vergi koşuluna bağlanmış olarak ilan edilmişti. Bu da İngiltere’ye, ‘imparatorluk savunması’ adı altında, yıllık 10.000 poundluk yeni bir vergi ödenmesi koşuluna bağlandı.
Kıbrıs halkı, buna tepkisini göstermeye devam etti. Zira İngilizlerin, ilhak öncesi ve sonrası topladığı vergiler bakımından kendilerine borçlu olduğunu düşünüyorlardı. Talepleri iki borç yükünü dillendiriyordu. İlki İngilizlerin Osmanlılara ödeyeceği kira borcu diye topladıklarından ve fakat Osmanlı'ya ödemedikleri meblağdan arta kalan paranın iadesini talep ettiler. İkincisi de 1878’den beri ‘hükümet güvenliği’ adı altında toplanan paranın ve 1914’teki ilhaktan sonra borç için verilen diğer bütün paranın yasal olmadığını ve kendilerine ödenmesini istediler.
İngiliz kraliyet hükümeti dominyonunun bu itirazlarını kabul etmedi. Bu dönem, 1929-30 dünya ekonomik krizinin tavan yaptığı bir tarihe denk düştüğünden, karşı bir öneriyi gündem etti.
Bu İngiliz önerisi, Kıbrıs vergi matrah ve miktarlarında artışı öngören bir kapsamdaydı. Bunun gerekçesi de adanın ekonomik koşulları ile 1930’lar boyunca, dünyadaki ekonomik krizden dolayı ortaya çıkan açıkların kapatılması için yükseltilmesine dayandırıldı.
Kıyamet de bundan koptu. Kıbrıs’ta artan hoşnutsuzluk, Ekim 1931’de kitle gösterilerine dönüştü. İngiliz tepkisi çok sert zuhur etti. Eşitsiz bir yönetim güç gösterisi oldu. Sonunda, giderek bir ayaklanmaya dönüşen gösteriler, önce 6 kişinin ölümü ve diğerlerinin yaralanmasına neden oldu. Ayrıca, göstericiler Lefkoşa’daki hükümet binasını da yaktılar. Bu olaydan sonra tablo tam bir isyandı. İsyan bastırılmadan önce adanın üçte birini oluşturan 598 köyde olaylar çıktı. Dönemin mahkeme kayıtlarına göre 2000 kişi olaylara karıştıkları gerekçesiyle cezalandırıldı. İngiltere, sert tedbirlerle, bu ayaklanmalara cevap verdi. Adaya takviye birlikler gönderildi, anayasa rafa kaldırıldı, basına sansür uygulandı ve siyasi partiler yasaklandı. İşte bu dönemde kapatılan partilerden birisi de Kıbrıs Komünist Partisi oldu… Ezcümle bu noktada şunun vurgulanması da önemlidir: Adanın tarihinde sol, sosyalist, komünist partiler her dönem etkin olmuşlardır.
Bu, 1923-1930 döneminin kapanan perdesi olsun…
Zira anlatılması gereken hikâyenin sonraki bölümü adada İngiliz yönetimine karşı yükselen tepkinin çok karmaşık hikâyesini içermektedir.
1930-1950 arası II. Dünya Savaşı ve sonuçlarının Kıbrıs’taki egemenliğe yansıyış dönemini ve 1950-1960 dönemi de Kıbrıs Federal Cumhuriyeti'ne gidişin tarihi yollarını içermektedir.
Yani 1914'ten 1960’a varmaya biraz daha yol var.
O nedenle gelecek yazıda kaldığımız yerden diyerek…
* Meraklısı için geçen yazının adresi: https://ilerihaber.org/yazar/kibris-ve-yakin-tarih-i-125190.html