Kıbrıs ve yakın tarihi - V

İlk dört yazıda, Kıbrıs adasının İngilizlere kiralanması ve ilhakı ile dönemin kendisine özgü olup bitenini anlatarak, ‘İngiliz dönemini’ bitirmiş oldum.

İngiliz, güneş batmayan imparatorluğunun son demleri ya da yeni evresinde, dünyanın jeostratejik olarak en önemli bölgelerinden birisinde toprak sahibi ve halen kalıcı olmayı beceriyor. 20. yüzyılın birinci savaşından, 21. yüzyılın ilk çeyreğine, halen İngiliz toprağı saydırdığı üsleriyle, adanın yüzde beşlik bir alanında hükümranlar.

‘Böl ve yönet’ taktiğinin eşsiz uygulama örnekleriyle yol yürüyorlar ve her zor aşamasında, kimi kez kolluk gücü kullanarak, kimi kez de yönetememelerine, yeni sivil yönetim çareleri üreterek, varlıklarını sürdürüp geliyorlar. Şimdi sahneden sözde ayrıldıkları ‘yakın tarihin’ başka bir evresinde, başoyuncu rolünü sürdürerek, bu sefer de Kıbrıs’ı, sözde ‘bağımsız bir devlet statüsüne’ oturma maharetlerinin hikâyesini, film şeridimizde izlemeye devam edelim.

KIBRIS CUMHURİYETİ

1959-1961 Dönemi: 1959 Zürih ve Londra Antlaşmalarının (Anayasa ve eki antlaşmalar) imzalanmasının ardından, 199 maddeden oluşan Kıbrıs Anayasası, 16 Ağustos 1960’da yürürlüğe girdi.

Yeni anayasanın yürürlüğe sokulma öncesi ise Kıbrıs Cumhuriyeti'nin kurulmasına ilişkin kısa bir hazırlık dönemini içerir. Bunun ilk aşaması, 2 Nisan 1959’da bir geçiş hükümeti kurulmasıdır. Anayasa, Kıbrıs Cumhuriyeti için, Rum bir cumhurbaşkanı ve Türk yardımcısından oluşan ve 7 Rum’a karşılık 3 Türk’ün yer aldığı bir ‘Bakanlar Kurulu’nu, ayrıca genel seçimlerde toplumların ayrı oylamayla 7/3 oranında seçeceği 50 üyeli ‘Temsilciler Meclisi’ni ve kurulan bağımsız devletin de bir ‘cumhuriyet’ olmasını öngörüyordu. Geçici hükümet, Cumhurbaşkanı olarak Makarios ve Türk yardımcısı Fazıl Küçük’ten ve 7 Rum ve 3 Türk bakandan oluşturuldu.

Anayasa içeriği, yönetsel uygulama koşulları olarak üç özgüllüğü de taşımaktaydı. İlki, meclisin çıkaracağı yasaların uygulanması ve vergiler gibi konularda, her iki toplumun temsilcilerinin ayrı ayrı çoğunluk oyunu arayacaktı. İkinci olarak, anayasaya eklenen, ‘Garantörlük ve İttifak Antlaşması’na göre, Türkiye, İngiltere ve Yunanistan, anayasa ihlal edildiği zaman, birlikte ya da tek başına adaya müdahale edebilecekti. Üçüncü olarak da Cumhuriyet hukuk sistemi bir Rum ve bir Türk’ten oluşan ve tarafsız bir ülkeden sözleşmeli bir hâkimin başında bulunduğu Anayasa Mahkemesi’nin başkanlığı altında yürütülecekti. 

“Entitée Nationale”: Anayasa, Kıbrıs halkını iki toplumlu (cemaatli) olarak tanımladı. Buna göre, adadaki diğer Hıristiyanları da içeren bir Rum toplumu ve Türklerden oluşan ikili bir yapı kabul edildi. Çoğunluk sayılan Rum toplumu yanında, Türkler de, anayasaya göre azınlık değil, eşit hak ve koşullara sahip bir “Milli Varlık - Entitée Nationale” olarak sayıldı.

İki ayrı toplumun, din, kültür ve eğitim kurumları ve yönetimleri ile bunun hukuki zeminini sağlayacak ayrı mahkemeleri olacaktı. Kısaca anayasa, hükümetin tüm yapısı, oluşumu ve bütün yönetsel faaliyetlerinde iki topluluğun varlığının altını çizmiş ve iki toplumun farklılık ve ayrımını da korumuş oldu. 15–16 Ağustos 1959 gecesi ise, Kıbrıs Cumhuriyeti bir devlet olarak resmi bir törenle kuruldu.

Başka neler vardı?: Anayasaya göre, devlet işlerinin düzenlenmesinde temel öngörü nüfus temelli olarak inşa edilmişti. Buna göre Türkler, Rumlardan daha az olarak 30/70 oranında devlet kurumlarında temsil edilecekti. Ayrıca Kıbrıs Cumhuriyet ordusunda askeri birliklerin kurulması da 40/60 kuralına bağlanarak bir denge düzenine oturtulmaya çalışılmıştı. Bu garantör devlet statüsünde olan Yunanistan ve Türkiye’nin bağımsız askeri birlikleri içinde geçerli kılındı; ‘gerek şartı’ yapıldı. Bundan böyle, garantör devletler olarak, Yunanistan 950, Türkiye ise, 650 askerden oluşan ve ayrı üslerde konuşlanabilecekleri bir askeri yapıya sahip oldular. Anayasa ve yapılan eki anlaşmalara göre, Türkiye, Yunanistan ve İngiltere, Kıbrıs Cumhuriyeti için “en çok ayrıcalıklı ülkeler” olarak gösterilmiş oldu ve ayrıca adada bulunan kendi toplumları için de mali yardımda bulunma serbestisi tanındı.

Böylece Cumhuriyetin ilan edildiği 16 Ağustos günü, hem Anayasa yürürlüğe sokuldu ve hem de antlaşmalar gereğince adaya 950 Yunan ve 650 Türk askeri çıktı. Türk birliğinin adaya çıkışı, Osmanlı'nın 1571 fethinde olduğu gibi Mağusa’dan karaya çıkışıyla gerçekleştirildi. Yani adanın önce kira ve sonrasında da İngiliz ilhakına uğramasından 82 yıl sonra, Türkiye, Kıbrıs’ta yeniden bayrak göstermiş oldu.

Adaya her iki ülkeden gelen askerler, antlaşmalara göre 6’ya 4 oranındaydı. Kıbrıs Ulusal Muhafızları olarak adlandırılacak ve yine 6/4 oranlı Rum ve Türklerden oluşan 2000 kişilik ordudan da ayrı olarak adada konuşlanmış oldular.

Cumhurbaşkanlığı seçimi: Geçiş hükümetinden ve Cumhuriyetin ilanından sonra, sıra önce Cumhurbaşkanlığı makamı için yapılacak seçime gelmişti. Adada Rum toplumu bakımında önemli bir rahatsızlık da vardı. 4 Aralık 1959’da acil durum ilan edildi, 9 gün sonra, yani 13 Aralık'ta Makarios, Rum toplumunun iki kesimi tarafından ağır bir muhalefetle eleştirilir olmasına karşın, cumhurbaşkanı seçildi. Sağ Rum kesimi, başpiskoposu ENOSİS’e ihanetle suçlarken, solu temsil eden AKEL de garantör devletler olan Yunan ve Türk birliklerinin varlıklarını ve adanın İngiliz üslerinden arındırılmamasını eleştiriyordu. Kıbrıs Türk toplumu cenahında ise sorun yoktu. Fazıl Küçük, muhalefet olmadan, cumhurbaşkanı yardımcısı seçildi.

‘Temsilciler Meclisi’ seçimi: Sıra genel seçimlere gelmişti. Temsilciler Meclisi için ilk genel seçim, 31 Temmuz 1961’de yapıldı. Kıbrıslı Rumlara ayrılan 35 sandalyeden 30’u Makarios taraftarlarınca ve 5’i de AKEL’in adaylarınca kazanıldı. Fazıl Küçük’ün taraftarları ise Kıbrıslı Türklere ayrılan 15 sandalyenin kazananı oldular.

1959-1961 Döneminin sonucu: Bu dönemin ikili bir sonucu vardır. İlki, Kıbrıs’ın bir devlet olarak, siyasal yapılanmasına ilişkin sonuçları kapsar. 16 Ağustos 1960, hem Cumhuriyetin ilanını ve hem de Anayasa’nın yürürlüğe girişini sağlarken, aynı zamanda, Kıbrıs’ın İngiliz koloni statüsünden çıkışının, resmi tarihi de olmuştur. Eylül 1960 ise, yeni cumhuriyetin Birleşmiş Milletler (BM) üyesi olarak kabul edildiği tarihtir. 1961 baharı ise, İngiliz’in gücünün bir kez daha pekiştirildiği bir tarihtir. Kıbrıs bu tarihte, İngiliz Milletler Topluluğu’na (Commonwealth) kabul edilmiştir. Bundan böyle de adada iki toplum arasında oluşan her sorunda, artık BM müdahil olarak rol oynamaya başlamıştır. Aralık 1961’de ise Kıbrıs, Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası’na üye olmuştur.

Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmuş olmasının ikinci sonucu ise adadaki iki farklı toplum tarafından siyasal olayların kavranışına ilişkin gelişmiştir. Türkler, Cumhuriyeti ortaklaşa güven ortamı sağlayacak bir değişim olarak kavrayıp rahatlarken, Rum toplumu ve özellikle EOKA taraftar veya üyeleri, ENOSİS’in gerçekleşmemesinden dolayı ciddi huzursuzluklara itilmişlerdir. Bu, bölünme ve şiddet dinamiklerinin tetiklendiği bir başlangıcı da oluşturmuştur. Öz olarak bağımsızlık, barışı getirememiştir.

TOPLUMLARARASI BÖLÜNME VE ŞİDDETİN DİNAMİKLERİ

Anayasa esasen, iki toplum arasında, cemaatler olarak tarihsel bir bölünmenin huzursuzluğunu ortaya çıkarır. Bunu özellikle, 1962’nin başından itibaren, Cumhurbaşkanı Makarios’un davranış ve çeşitli siyasal girişimleri içinden gözlemlemek mümkün olmuştur.

Makarios’un birincil rahatsızlığı, bundan böyle, iki toplum arasında ortaya çıkan sorunlara, uluslararası toplumun bakış açısını konsolide edemeyeceği endişesine dayanmaktadır. Bağımsız bir devletin iç sorunları olarak algılanacak iki cemaat arasındaki sorunlara, bu anlamda bir uluslararası müdahale yapılamayacak olmasını da ENOSİS’e gidecek yolun en önemli engeli görüyordu. O nedenle, ilk iş olarak Londra-Zürih Antlaşmalarını, adanın sömürge geçmişinden kalma bir haksızlık sayarak, eleştirilerinin temeline yerleştirmiştir.

Antlaşmalara dayalı şekillenmiş anayasa ile olan temel derdin, Kıbrıs Türk toplumunun, azınlık olmayan eşit haklara sahip bir “milli varlık” olarak hukuksallaştırılmış olmasıydı. Bu husus, çoğunluk olarak Rumları, Makarios’u ve EOKA’cıları bunun değiştirilmesi için, eylemli bir siyaset stratejisine doğru itti. Bu Türklerin bezdirilmesi ve yıldırılmasına ilişkin planlı gelişen bölünme ve bir şiddet itkisi oluşturdu.

‘Agonitis gazetesi’, bu anlamda önemli bir rol oynamıştır. Planlı saldırılarının yanı sıra, gazeteyi de güçlü biçimde kullanan EOKA örgütü, Rum toplumunu ENOSİS çerçevesinde yeniden örgütleme girişimlerine başladı.

İngiliz yönetimi altındaki 80 yıl boyunca siyasal pasifizm içinde kalan Türkler de karşı siyasal girişimlere, böylece başlamış oldular.

BÖLÜNME VE ŞİDDET DİNAMİKLERİNE İLİŞKİN ÖRNEKLER

6/4 ve 7/3 huzursuzlukları: Kıbrıs Anayasası, Rum ve Türk toplumunu, nüfus temelinde bir denge içinde, gerek kurulacak Ulusal Muhafız Ordusu'nun yapılandırılmasında ve gerekse kamu görevlerinde yer alacakları 6/4, 7/3 oranlarına göre sabitlemişti.

6/4 oranı, işin askeriye faslı ile ilgili olup, bu orana göre birliklerin nasıl kurulacağı ilk tartışma konularından birisi oldu. Makarios 2000 kişiden oluşması öngörülen ordunun birleşik bölüklerden oluşmasını öngörürken, Fazıl Küçük, ayrı bölükler düzeyinde bir yapılanmayı teklif etti. Makarios’un ısrarlı tutumu devam edip, bunu da Dr. Küçük veto edince, Makarios da, hiyerarşik yönetimini, bu biçimde elinde tutamayacağı bir kuruluştan vazgeçti. İlk bölünme çatlağı da böylece gerçekleşmiş oldu.

Diğer sorun ise hükümet ve kamu birimlerine alınacak görevlilerin 7/3 oranının uygulamasında çıktı. Rumlar herhangi bir uygulamaya yaklaşmadılar. Bu tür görevleri yapacak kapasitede Türk olmadığını savladılar.

Her iki toplumun, gelir vergisi yasası konusunda uzlaşamamaları, adada bir gelir vergisi yasasının kabulünü olanaksız kıldı.

Ortaya çıkan bir diğer sorun ise, toplumların, sınırları belirlenmiş ayrı belediyeler vasıtasıyla hizmete erişmesiydi. Kıbrıs Anayasası’nın 173’ncü maddesi, başlıca beş şehirde, sınırları belirlenmiş iki toplum temsiliyetini dayalı bir belediyecilik hizmeti öngörüyordu. Türk tarafı, bu anayasa hükmünü desteklerken, Rumlar buna da karşı çıktılar. Türk Toplum (cemaat) Meclisi, 31 Aralık 1962’de, belediyelerin hukuki dayanağını oluşturan bir Türk Belediye Kanunu çıkardı. Mutabakat için Cemaat Meclisi başkanı olan Rauf Denktaş ile o dönem Temsilciler Meclisi Başkanı olan Klerides, bir görüşme yaptılarsa da bir sonuç alınamadı. Makarios’un, Türk belediyelerinin kurulmasının, adada Türk yönetiminin kurulmasına yol açacağı gerekçesiyle, Türk Belediyeler Kanunu’nu uygulamaması ve kendisinin daha önce kabul etmediği Bölge Gelişme Komitesi Kanunu’nu uygulamaya koyması üzerine, Türk tarafı Anayasa Mahkemesi'ne gitti. Anayasa Mahkemesi, Türk tarafı lehine karar verince de bu sefer Rumlar, bir karşı kampanyayı başlattılar. Sonuçta, Anayasa Mahkemesi Başkanı Alman Prof. Dr. E. Forsthoff istifa etti. Böylece, ortada bir Anayasa Mahkemesi de kalmadı ve hükümet çalışamaz duruma geldi.

AKRİTAS PLANI

İki toplum arasındaki bu siyasal sürtüşmeler, kuruluşları İngiliz dönemine dayanan EOKA ve TMT’nin 1962’den itibaren tekrar canlanmasına ve karşıt mücadeleleri örgütlemelerine neden oldu.

Adanın bu dönemine ilişkin tarihi kayıtlarda, Yunanistan ve Türkiye’den adaya gizlice silah sokulduğunu ve Garantörlük Anlaşması'na dayalı olarak adada bulunan Yunan ve Türk ulusal askeri birliklerinin de EOKA ve TMT’nin eğitimlerine destek verdiğini okuyoruz.

Giderek tırmanan siyasi gerilim, en çok EOKA’yı ateşledi. Siyasal çıkmaz ve kördüğümü, şiddet yoluyla çözme inancı galebe çaldı ve tarih sahnesine ‘Akritas Planı’ olarak geçen, bir siyasi ve askeri strateji uygulamaya konuldu.

1963 Akritas Planı'nın öneri sahibi ve kurgucusu, Makarios’un yakın arkadaşı ve İçişleri Bakanı olan Polikarpos Yorgacis’tir. Planın çeşitli hedefleri bulunuyordu. Bunlar da şöyle sıralanıyordu:

- Uluslararası toplumun, Kıbrıslı Türklere fazla taviz verildiği konusunda ikna edilmesi,

- Yeniden etkin bir hükümet kurulmasının sağlanmasıyla, değişikleri içeren yeni bir anayasa yapılması,

- Yeni anayasanın Rum siyasi üstünlüğüne dayalı şekillendirilmesi,

- Türklerin küçük ve azınlık topluluğu olduğuna ve Rum idaresi altında yaşamayı kabule ikna edilmesi,

- Garantörlük ve İttifak Antlaşmalarının iptali ile Türk askeri varlığının sonlandırılması,

- Böylece ENOSİS’in mümkün kılabilmesi,

- Kıbrıslı Türklerin anayasal değişiklikleri reddetmesi durumunda, yabancı kuvvetler müdahale etmeden, en kısa süre içinde, kuvvet kullanılarak boyun eğdirilmesi.

Yakın dönem Crans Montana müzakerelerinin ana ve ara başlıklarına bakıldığında, Rum tarafı bakımından halen Akritas Planı'nın birçok başlığının masada gündemde tutulduğunu belirtmek, değerlendirmenin bir parçası sayılmalıdır.

ANAYASA DEĞİŞİKLİK TEKLİFİ VE 1963

Makarios, yönetimini ve hükümeti kurtarmak için 30 Kasım 1963’te 13 maddelik bir anayasa değişikliği ile gündeme geldi. Teklifinin can alıcı noktası, cumhurbaşkanı ve yardımcısının veto hakkının kaldırılmasıydı.

Kıbrıslı Türkler, 16 Aralık 1963’de önerinin anayasayı önemsiz kılarak ilga ettiğini ilan ederek reddettiler. Bu değişikliklerin Kıbrıs Cumhuriyeti’nin federal karakterini ortadan kaldıracağını ve Türkleri azınlık konumuna getireceğini bildirdiler. Makarios’un anayasa değişiklik önerisi ve Akritas planının Türk toplumunca istihbarat olarak öğrenilmiş olması, iki toplum arasındaki gerilimi iyice arttırdı. Kıbrıs hükümetinin Rum kanadından 21 ve 22 Aralık 1963’te Türklerin azınlık olduğu yönünde açıklamalar da geldi. Bunların yanı sıra, 21 Aralık 1963’te Lefkoşa’da, başka bir olay yaşandı. Bir Kıbrıslı Türk çifti, Rum polis devriyesi tarafından, kimlik kontrolü nedeniyle durdurulunca çıkan olaylarda Türk çift öldürüldü. Olayın duyulmasıyla, bu sefer TMT, karşı harekete geçip bazı Rumları esir aldı.

'KANLI NOEL'

‘Kanlı Noel’, 23 Aralık 1963 tarihinde cereyan eden ‘Küçükkaymaklı Katliamı’nın tarihteki adıdır. Dönemin İçişleri Bakanı olan Polikarpos Yorgacis, aynı zamanda EOKA’nın, ‘Akritas’ kod adını kullanan önde gelen liderlerinden birisidir ve bu katliamın baş azmettiricisi ve failidir.

Rumlar, Lefkoşa yolu üzerindeki Küçükkaymaklı Kasabası’na, 22 Aralık’ta saldırıya geçerek katliam yaptılar. 23 Aralık’ta, EOKA’cı Nikos Sampson’un (ki 1974’de Makarios’a darbe yaparak kendisini Cumhurbaşkanı ilan etmiştir) takviye kuvvetleri de katliama katıldı ve sonuçta, 92 Türk öldürüldü. 475 yaralı ile çok sayıda kayıp verdirildi.

Adada bulunan Türk kuvvetleri de Girne yolu üzerindeki St. Hilarion Kalesi’nin bulunduğu bir noktayı işgal etti. Bu nokta ve yol her iki tarafın ele geçirmek için savaştığı bir alana dönüştü.

Sonraları, Lefkoşa’da Rum ve Türk tarafını ayıran ve ‘yeşil hat’ olarak bilinen noktada da çatışmalar oldu. Adanın farklı yörelerinde ikamet eden Türkler, bu olaydan önemle etkilenerek oturdukları 203 köyü terk ettiler ve TMT’nin güvenliğini sağladığı bir noktada toplandılar.

Tarihe Kanlı Noel olarak geçen bu katliam üzerine, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Küçük, Kıbrıslı Türk bakanlar ve Temsilciler Meclisi’nin Türk üyeleri hükümetten ayrıldılar. Türkiye’nin ilk askeri girişimi de 25 Aralık 1963’te gerçekleşti. Türk Hava Kuvvetleri’ne ait uçakların yaptığı ihtar uçuşlarıyla ateşkes sağlandı. 29 Aralık 1963’te İngiliz Kuvvetleri bugün ‘yeşil hat’ olarak adlandırılan bölgeye girdi.

İşte, Kıbrıs’ın bölünmesine yol açan olayların başlangıcında, bu Kanlı Noel olayı bulunmaktadır.

Tarihin izi içinden yol yürümeye devam, bir sonraki yazıda…

[email protected]