Kıbrıs’ın havası…

2020’nin 11 Mart’ında bir toplantı için Ankara’ya gelmiştim. 15 Mart’a dönüş biletim vardı ve pandemi Türkiye’de de patladı. Dört kez bilet iptalinden sonra dokuz ay sonra geri dönebildim. Şimdi zorunlu bir otel ikametinde on günlük karantina sürecini tamamlamayı bekliyorum.

Bu Kıbrıs’tan ilkyazı ve Kıbrıs’ın havası, Kıbrıslıların pek çoğuna göre, dondurucu soğuk. Bana göre, otel balkonunda tişörtle oturabilecek kadar ılık bir kış baharını yansıtıyor. Geçmiş kışlarda, bazen tişörtle dolaşırdım. Kimi Kıbrıslı arkadaşların bana söylediklerini hatırlıyorum: “Hocam size bakarken, biz üşüyoruz” diye…

Elbet iklimsel havayı, uzun uzudıya yazacak değilim. Doğu Akdeniz’in merkezi sayılacak bu coğrafyadan, gelişen siyasi ve toplumsal havayı yazabiliyor olmak, odak noktası olmalı diye düşünüyorum…

İlk haberler, güneyden geliyor. Anastasiadis, bu sıralar yoğun bir eleştiri altında gibi. Kimi muhalifleri, Kuzeyle hem anlaşmak istememesini ve hem de anlaşma anlayışı ile ilgili kimi konuları eleştirerek gündeme taşıyorlar.

İlk konu olarak, Anastasiadis’ in Kıbrıs AB pasaportu ya da ‘Altın pasaport’ işlerini elde tuttuğunu ifade ediyorlar. Pasaport başına üç yüz bin avro (?) ile pasaport dağıtığı söyleniyor. Elbette bu yalanlanıyor; ama ortalık biraz dumanlı. Hani, “ateş olmayan yerden duman çıkmaz”; özdeyişini doğrularcasına. Türklerle anlaşma yaparsa diyorlar, bu pasaport ticareti yürümez. Sonra, yapılan ekleme daha da ilginç! Anastasiadis Kıbrıs Türklerinin tezini ve aklının geri planında B planı diye bunu kabul etmeyi tutuyor savındalar.

Neydi bu Kıbrıs Türk teklifi diye hatırlamak isteyeni olabilir.

Crans Montana’ da masada görüşülen Guterres planı, “iki toplumlu, eşit bir federasyon” temelinde Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yeniden tesisi idi. Konuyla ilgisi olmayanlar için, “e işte” anlaşın gitsin denebilecek kadar olumluluk içeren bir başlık. Ne ki ‘iki toplum’ tamam, tamam olmasına da eşit temsiliyeti temellendirmek bir o denli zor ve de imkânsız hale gelmişti. Bu tez sadece Crans Montana’nın değil, iki toplumlu görüşmelerin başladığı tarihten beri masada hep duran bir husustu. Eşitlik meselesi, alt başlık ayrıntılarda görüşülebilmesi için, önkoşul olarak güvenlik arttırıcı önlemler konularının saptanması ve karara varılmasını içeriyordu. Bunun içinde, Kuzeyin, Güneye toprak iadesinden, garantör ülke Türkiye’nin askerinin adadan çekilmesine kadar pek çok başlığı içeriyordu. Bunlara ilişkin daha önce yazdıklarım nitelikli bir hacim oluşturuyor. O nedenle dönmeyeceğim.

Peki de Kıbrıs tezi neydi veya şimdi ne deniyor! “İki toplum, iki devletli eşit bir konfederasyon”.

Federasyon ile konfederasyonun ne anlama geldiğini de yazmıştım. Bir kaç cümleyle ifade edeyim.

Federasyon anayasal temelde bir anlaşma ile birbirine hukuken tam bağımlı bir devlet biçimi. Dışişleri, hukuk, güvenlik (sivil ve askeri kolluk güçleri dâhil); sınırlar, bayrak, ortak mecliste temsiliyet gibi konular, bu hukukun başlıca başlıkları. Toplumlar, kültürel ve bazı iç düzenlemelerde görece özerk.  

Konfederasyona gelince, bu esnek bir beraberlik içeriyor. Zorunlu anlaşmalar ve anayasal temellendirme söz konusu değil. İki ayrı devlet, kendi coğrafyalarında ve hukuki mevcudiyetiyle anlaşabildikleri konularda işbirliği sağlıyorlar. 

Şimdi Anastasiadis’ in B planı diye suçlandığı husus da bu. Bir iki konuşmasında, sanki buna atıf yapan cümlecikler ifade de etmiş olduğundan, pasaport ticareti ile bu kapsam, şimdi muhaliflerince eşdeğerlendiriliyor, birleştiriliyor ve öne sürülüyor.

Manevra gelmedi de değil. Anastasiadis Maraş’a karşılık, Ercan havaalanı tanınması teklifini gündeme getirdi. Maraş’ı tam bize verin demediyse de BM Barış gücü gözetiminde, mülklerin eski sahipleri Maraş’a dönsün, biz de Ercan’ı uluslararası alan olarak tanıyalım dedi.

Eski Cumhurbaşkanı Akıncı, federasyonla, konfederasyon söylemleri arasında adeta iki camii arasında bir beynamaz gibiydi. Şimdiki Cumhurbaşkanı Tatar ise, gayri resmî beşli görüşmelerin (Garantörler, İngiltere, Türkiye, Yunanistan ve kuzey ve güney toplum liderleri) koşulunu konfederasyon teklifi üzerine kuruyor. Bu süreç başlar ve tamamlanırsa, ondan sonra resmi görüşmelere geçilebilecek.

Geldiğimden bu yana Kıbrıs’a dair ilk hava raporu böyle özetlenebilir.

Kuzey Kıbrıs şu sıralar daha ziyade pandemi mücadelesiyle ilgili bir tablo çiziyor. Türkiye’ye gelen ilk Çin aşısından, bir yirmi bin doz adaya gelmiş durumda ve öncelikle sağlık personeli ve yaşlıların aşılanmasına başlanmış vaziyette. Ayrıca Kuzey Kıbrıs, AB’den, Güney üzerinden değil, doğrudan kendisine gönderilecek aşı talebinde bulunmuş durumda. Gelir mi belli de değil.

Yani yeni bir akıl süreci adada şekillenir görüntüde…

AKIL, NASIL BİR ŞEY?

Marks’ın bir özdeyişiyle örnek verilebilir: “Akıl her zaman vardı, ancak her zaman makul bir biçimde değil” diyor büyük bilge…

Evet, akıl denilen hadise “düşünme, kavrama, anlama yetisi” olarak tanımlanabiliyor.

Akıl felsefesi üzerine en yetkin söz sahibi Immanuel Kant. Onun hakkı bir köşede hep dursun.

Rudolf Eisler ise, bu konuda felsefe yapan başka bir düşünür. O, aklı, “geniş kapsamıyla kösnüllüğün karşısındaki zekâ; daha dar bir kapsamdaysa, anlayış karşısında ruhun bir bütün olarak anlama, (doğru) kavrama (soyutlama) hükme varma kapasitesi” olarak tanımlıyor.

Kıbrıs’ın havasından buraya neden geldik?

Biden, Kongre binasında yemin etti. İlk kararnameleri imzaladı. Arlington mezarlığında, meçhul asker anıtına çelenk koydu ve Beyaz Saray’ına giriş yapıyor.

Önce ABD seçimlerini sonra Kongre baskınını naklen izlediğimiz gibi, şimdi de televizyonlar bu olayı hararetle ve en ufak ayrıntıda veriyor. Ve kimi kanallarda ne olacak bu dünyanın minvali konusu yeni akıl çeşitlemeleri ile konuşulup duruyor.

Bu yazıyı yazarken, fonda,  bir yandan kimi akıl yürütmeleri ve/veya tutulmalarını da izliyorum, dinliyorum.

Trump Beyaz Saray’dan ayrılırken, adeta duruşunu hiç değiştirmedi. “Bu iş yeni başlıyor; bir biçimde döneceğim” dedi. Kendisini vatansever diye niteliyor. Küreselleşmeci ve eski düzen temsilcisi diye nitelediği Demokratların sermaye temsilcisi olduğunu da söyleyip duruyor o kendi ifade tarzına has üslupla…

Ne hoş duyumlar; büyük sermayedarlardan birisi olan Trump, tam gaz sermaye karşıtı oldu çıktı vesselam.

Trump 74 milyon oy almış, Biden ise 81 ve Kongre baskınını, Trump seçmeninin 43 milyonunun, onayladığı ifade ediliyor.

ABD, tarihinin en büyük bölünmesini ve hatta yarılmasını yaşıyor.

Biden, bütün seçim kazanmış dünyadaki liderlerin klasik konuşmasını yapıyor. Beyaz sayfa açıyor. Kendisine oy vermemiş olan seçmenlerin de başkanı olacağını söylüyor.

Televizyon kanallarında konuşan, bizim her şeyi bilenler, Biden’ın Türkiye uygulamaları üzerine adeta istihareye yatmış durumdalar.

Biden, ABD demokrasisini yeniden inşa edeceklerini ifade ediyor. İyi insanlar olduklarından bahsediyor. O iyilik ışıklarıyla birlikte, demokrasi ve özgürlükleri yayıp, paylaşacaklarını cümle örtüleri arasında dile getiriyor.

Biden, adeta dalga geçer gibi, Dünya’da ABD’nin çıkar savaşlarında ölenlere, zımmi huzur diliyor. Biz sizleri iyilik yapmak için ölüme götürdük gözyaşlarını döküyor. Ne demeli, müstakınız neyse o olsun demekten başka…

Yani Marks’ın değişini bu manzaraya uyarlarsak, ‘bir ABD aklı var ama makul biçimde değil’…

ABD’de müesses nizamın görünmez eli, demir yumruğu altında, bir devir teslim töreni düzenlenmiş oldu. Hatta bölünmüşlüğün derin izleriyle beraber. Biden’ın Kongre binasından çıkışı sırasında “Ulusal Güvenlik” gücü kimi personelin Biden’a sırtını döndüğü televizyonlarda dile getiriliyor.

AKLIMIZ NASIL OLMALI?

Ne Trump, ne Biden, Türkiye’nin özel tercih ikilemi içinde olacağı bir konumun konusu falan değildir. ABD’nin ulusal ve emperyalist çıkarları Türkiye’ye ne kadar ihtiyaç duyuyorsa, onların özel tercihleri o kadar olacaktır. Bundan sonraki ilişkileri de bu doğru tayin edecektir.

Kapitalist emperyalizmin tarihsel uygulamaları, iktidarlarda gelip geçen bizim verili siyasetlere bunu ne kadar göstermiştir ayrı bir konu. Ne ki bu ülkenin yurtseverleri, artık bunu derinliğiyle öğrenmiş olmalıdır.

Kapitalist emperyalizmin, işlerliğini sağladığı kanallar üzerinden akıl yürüterek, nasıl bunlarla uyuşacağımız üzerine dünya kurmak bir maluliyetten başka bir şey değildir. Halkın ve dünya halklarının ortaklaşa özgürleşeceği yeni bir dünyanın kuruluşu üzerine varlığımızı yeniden inşa etmek asıl akıl yolu olmalıdır.

Reçetesi yoktur ve kolay olmayan bir yoldur. Ama güneşi her gördüğümüz gün yeni bir umuttur.

Aklın basireti bağlanmadan yürüyebilmek için, haydi kolay gelsin…  

[email protected]