Bu yazı erken bir yazıdır. Bir yolculuk öncesi İleri’nin Perşembe sayfası için yazılmıştır. Bu yazı, Rennan Foça zindanına girmeden önce, hepimizin hürriyeti için yazılmıştır.
Bu yazı artık bir geç yazıdır. Onca yazıp, çizme; onca kendi yağı içinde kavrulan bir mücadele ve uğraştan sonra, işin sonunda vardığımız nokta için yazılmıştır. Rennan’ın esareti, bu çağın bir Dreyfüs davası olmuştur…
Sözü nereye getirmek istediğim apaçık bellidir. Önceki yazıları okuyan okuyucu, ne de çok tekrar ettin dememelidir. Rennan yazıları külliyat olsa bile, şimdi zaman, tarihe not düşme günleridir.
Yazılmalıdır ki, yarın bir gün bu işlerin hesabı doğru sorulabilsin.
Yazılmalıdır ki, yan çizeni; “mıştır” yapanı iyi seçilebilsin.
Yazılmalıdır ki, cem-i cümlesinin kalabalıkta hürriyet, demokrasi nutku atan, sonra da tiranların önünde el pençe divan durup gericiliğin ekmeğine yağ süreni olduğu hatırlanabilsin.
Yazılmalıdır ki, eğri oturanın ülkeyi nasıl eğretilendirdiği iyi anlaşılabilsin.
Doğmamış çocuklar için yazılmalıdır ki, bir daha bugünlere benzer bir çağ görülmesin…
Gün olup bildirilere bile imza koymayan, ya da virgülün yerini beğenmeyip destek vermeyenin memleket payandalarına nasıl da balta vurduğu, suya değil, bilince kazınabilsin…
Türkiye tarihsel olarak yine ayıplı zamanlarından birisini geçmektedir. Rennan bu ayıba direnenlerin, boyun eğmeyenlerin onurlu bir bedel ödeyeni olmaya gönüllü olmuştur. Küçük ve fakat nitelikli bir saf onun ardında durmuştur. Ve hepsi birden şimdi Karaburun mağlupları olmuştur.
Tam iki gün önce, Rennan’dan aldığım son iletide bir grup arkadaşına ve bana şu notları düşmüş:
“Yanmak”, gökbilimcilerin yazgısıdır. Üzerinde çalıştıkları yıldızlar, gökadalar en soğuk olanından en sıcağına dek yanar; gözlemevleri yanar; iğrenç bir zorlamayla engizisyon önünde diz çöküp pişmanlığa davet edilirler, yürekleri yanar; kafaları kazınır zindanlara atılırlar, hem kendileri hem de yakınları yanar. Yazgısı yanmak üzerine çizilmiş olan gökbilimciler, bir anlamda üzerinde çalıştıkları cisimlerin yazgısını öykünürler. Ancak bu, bilinçli, kendini “tüketici” bir öykünmedir. Çevresini aydınlatabilmek için kendisini tüketmesi gerektiğini üzerinde çalıştığı yıldızdan ve kendisine örnek olan ozanından, Nazım Hikmet’ten öğrenmiştir:
Ben yanmasam,
sen yanmasan,
biz yanmasak,
nasıl çıkar
karanlıklar
aydınlığa”
Rennan 27 Kasım’da Foça ceza ve tutuk evinde olacak. Umut edilir ki kocaman bir dost halesi onu uğurlayacak. Buluştuğumuzda ağlaşma, hayıflanma, “Allah kurtarsın” avazlarıyla hürriyeti yukarıya emanet işlemleri olmayacak. Zira bu işlerin, kaderdir yutturmacasıyla ilgisi olmayacak.
Rennan bir öğretmendir. Bedeni zincirlense de, kafası ışıldayan, etrafına ışık saçandır. Öğretmen olan her koşulda işinin gereğini yerine getirir. Rennan’da böyle yapacak. Mahpusluğun yolunu tutmadan, kendi yolunu aydınlatan fenerin şavkını bize de tutacak. Bir aydına da bu yakışır. Rennan Perşembe sabahı saat 10 da Bornova Belediyesi nikâh salonunda öğrencilerine, dinleyenlerine “Evrim ve Evren” dersini anlatacak…
Rennan, çağının engizisyonuna evrenin yangınından bakacak…
Engizisyon tarihsel olarak Katolik Kilisesi'ne bağlı bir mahkeme sistemi olarak ortaya çıkmıştır. Latince, “inquisitio” teriminden türemiş ve özellikle 13. yüzyılda Hıristiyanlık inancına ve ilkelerine karşı gelenleri bulup cezalandırmak üzere kurulan Kilise örgütü ve mahkemeleri olarak yapılanmıştır. Engizisyon, “Kutsal Kurul” anlamını da taşır. Bu kutsal kurul, Hıristiyanlığa ve getirdiği ilkelere karşı çıkanları, sadece Kilise'nin değil; aynı zamanda devletin de düşmanı saymıştır. Tarihi kayıtlara bakılırsa, Batı'da, 1481-1808 yılları arasında Katolik kilisesinin siyasi baskı aracı olarak faaliyet göstermiştir. Bu dönem içinde de, Engizisyon mahkemelerince “yakılarak öldürülme” cezasına çarptırılan kurban sayısı, otuz dört bine ulaşmıştır.
Tarihi malumata dair binlerce kayıt her yerde bulunmaktadır.
Türkiye’nin aydınlanmacı üniversitesine ilişkin “Engizisyon” son dönemde Rennan için işletilmiştir. Bir siyaset kisvesi haline konan türban ve onun üzerinden sahnelenen din merkezli girişimler, Rennan’a kurulan kumpasın ayakları olmuştur. Dinci gericilikte sınırların gelip dayandığı yer ile laik yaşam tarzının alaşağı edilmesi bu Dreyfus davası ile gerçeklik kazanmıştır. Sadece o mu; Rennan üzerinden üniversite ve yargının her kanalı suskunlaştırılmış ve teslim alınmış, böylece islamofaşist parti-devlet rejimi kendine yeni bir meşruiyet kanalı açmıştır.
Geleceğimize sahip çıkmak adına; aydınlanmayı ülkenin şiarı kılmak yolunda; yeniden örgütlenmek ve Cumhuriyeti yeniden toplumculuk damarı üzerinden kurmak bağlamında Rennan akademinin onurudur…
Rennan, yarın mücadelede yeni bir sayfa açıyor. Rennan kürsüsünü aldığında ve evrimi ve evreni aydınlık kafasında kurduğunda sözünü de şöyle bağlıyor:
“Kör olasın demiyorum; kör olmada gör beni…”