Kürt coğrafyasında ulus-Devletsiz sekülerleşme
Değişimin önemli sosyo-kültürel dışavurumlarından biri; kuşaktan kuşağa artarak, derinleşerek yaşanan sekülerleşmedir. Sözünü ettiğimiz gelişme, literatürde genellikle kapitalist modernleşme süreçlerinin ve ulus-devlet politikalarının beraberinde getirdiği bir sosyo-kültürel değişim süreci olarak çalışılmış sekülerleşmenin, bir devlet ve sermaye gücüne yaslanmadan da yaşanabileceğini göstermesi bakımından önemlidir.
Geçen hafta Kürtlerin dinin, şıhların, aşiretlerin, ağaların pençesinden kurtulup, aydınlanamamış bir toplum olduğuna ilişkin 1930’larda inşa edilmiş kalıp yargıyı 2022’de bile dillendirip, kendisine solculuk, aydınlık payesi biçenleri Yusuf Ekinci‘nin “Kürt Sekülerleşmesi: Kürt Solu ve Kuşakların Dönüşümü" kitabını (2022, İletişim Yayınları) okumaya davet etmiştim. Ekinci’nin 2021 yılında savunduğu doktora tez çalışmasından türetilen kitapta, Kürt coğrafyasında 1960’ların sonlarından beri aktörleri değişse de yoluna devam eden ulusal demokratik hareketin içiçe geçmiş sosyo-politik-kültürel etkileri; sekülerleşmeye odaklanılarak ve de kapitalist gelişme, kentleşme, modernleşme gibi daha makro ölçekli sosyo-mekansal değişimlerle ilişkisi içinde değerlendiriliyor. Yazar sekülerleşme kavramını, genç kuşakların değer, tutum ve davranışlarında ebeveynlerine kıyasla dini-geleneksel olandan uzaklaşıp, akli-dünyevi-moderne yakınlaşması biçiminde yaşanan bir değişim süreci anlamında kullanıyor. Ekinci’nin, yüksek lisans tezinin "Kürt Sekülerleşmesi"ne uzak olmayan bir temayla ilgili ve en az onun kadar ilgi çekici bir başlığa sahip olduğunu da belirteyim: "Müslüman, Proleter, Muhalif: Türkiye’de Anti-Kapitalist Müslümanlar".
Diyarbakır‘da 2018-2019’un yaz aylarında toplam 102 katılımcıyla yapılmış yüz yüze derinlemesine mülakatlarla kotarılmış bir alan araştırmasına dayanan çalışmada, yalnızca kişiler değil, kamusal alan ve gündelik hayatta yaşanan sekülerleşme, yetkin bir literatür taramasına dayalı biçimde, yöntemsel bir çerçeve kurup, kavramsal araçlar kullanılarak çeşitli boyutlarıyla ortaya konmuş. Çalışmanın temel sorusu: "Belirli bir zaman diliminde (1980’lerden bu yanan ve iki kuşakta), KS (Kürt solu)‘nin etkili olduğu ve merkezi bir önem atfettiği bir şehirde (Diyarbakır) doğaüstü öğretiler (din, batıl inançlar, halk inançları) ve bunu içeren geleneksel kültürel değerler kuşaklar arasında nasıl bir değişime uğruyor?" Bunun yanında, KS’nin ideolojisi ve politik söylem ve pratiklerinin kuşaklar arasında sekülerleşme yönünde bir farklılaşmaya yol açıp açmadığı, bunun biçim ve şiddeti, kendine özgü dinamik ve yönleri gibi sorunsalların cevapları aranıyor.
BÖLGEDE ALAN ARAŞTIRMASININ GÜÇLÜKLERİ
Kürt ulusal hareketinin etkisiyle Türkiye’nin güneydoğu bölgesinde yoğunlaşmak üzere Kürt nüfus içinde yaşanan sosyolojik değişimlerle ilgili araştırma yapmanın politik yükleri, riskleri ve bedellerinin alabildiğine yüksek olduğu hepimizin malumu. Böylesine hassas bir konuyu, modern siyaset ve sosyoloji disiplinlerinin kavram ve yöntemleriyle, mümkün olduğunda nesnel bir mesafeden araştırmak da herkesin harcı değil. Çözümsüzlükte ısrar eden devletin fiili ve psikolojik baskılarına ve akademi dünyasının katı (oto)sansürüne ilaveten, Kürt hareketi kadroları içinde aynı baskıdan beslenen güvenlik kaygıları ve içeriden olmayanın Hareketi kötüleyeceği endişesinden beslenen mahalle baskısı da evrene ilişkin, sosyal bilimsel mesafeden araştırma yapmayı ciddi ölçüde zorlaştırıyor. Mesafelenme, dışarıdan bakış konusu sosyal bilimlerin en çetrefil konusu. Hele araştırma evreninde hegemonik olanın çoğu zaman oranın kendine haslığını, otantikliğini öne sürüp, kendisinin ancak kendi söylem alanı içinden yaklaşıp, anlaşılabileceğini iddia ettiği bir ortamda, "bir kişiyi onun kendini ne sandığıyla değerlendirmeyiz" mottosuyla hareket eden araştırmacıların işi biraz daha zorlaşıyor. Yazar Kürt olduğunu ve bölgede yaşadığını, bir sosyal bilimci olarak bu konuyu seçmesinin kimliği, eğilim ve ilgileriyle ilişkisi olduğunu kabul ederek, ele aldığı sosyal değişim sürecini bir "ilerleme" ya da "tahribat/yıkım" olarak görmeden, kuşak farklılaşması bağlamından hareketle anlayıp, açıklamaya çalıştığını söylüyor.
Bu nedenlerden dolayı, sosyal değişim ve dönüşümlerin belki de en yoğun olduğu söz konusu bölge üzerine böylesi saha araştırmalarının sayısı çok az oluyor. Bunlara araştırmanın yapıldığı dönemde iktidarın ülke genelinde uyguladığı OHAL’in yarattığı korku ikliminin Diyarbakır’da saha görüşmeleri yapmanın önüne çıkardığı zorlukları da eklediğimizde, akademi dışında bir işte çalışarak yazılan bir doktora tezinden üretilmesi de bu kitap için yazarına ayrıca teşekkür etmek gerekiyor. Altbaşlıktaki "Kürt Solu" adlandırması bile Kürt hareketinin kadrolarının kendisini tanımlamaktan kaçındığı bir adlandırma olduğu için sorun yaratabilecekken, Ekinci’nin bunu aşağıdaki gibi, 1960‘lardan bugüne uzanan bir tarihsel süreklilik içine yerleştirerek aşması bile takdire şayandır. "Çalışmada Kürt Solu (KS) konseptini, Türkiye’de 1960’larda ve 1970’lerde görünürleşen muhtelif Kürt sol örgütleri ve 1980’lerden beri Kürt siyasal alanında hegemonik bir aktör konumuna yükselen ana-akım Kürt siyasi hareketini tanımlamak üzere kullanıyorum"
Yazarın ana-akım dediği hegemonik aktörün kendisini neden böyle bir tasnifin dışında gördüğü konusu başlı başın ayrı bir yazının konusu olsun diyerek, kitabı ve bulgularını anlatmaya devam ediyorum. İlgili literatürde, Kürt toplumunda sekülerleşmeyi konu edinen bir başka alan çalışması olmadığından yazar, bu değişim sürecini, politikleşmesini 1980 sonrası KS’nin şekillendirdiği hegemonik siyaset alanında yaşamış gençlik kuşaklarını karşılaştırarak ortaya koyabileceğini düşünmüş. Saha araştırması sırasında, din ve gelenekle alakalı tutum, değer, inanç ve pratiklerdeki değişimi, bunların toplumsal öneminin azalması anlamında sekülerleşmeyi, esas olarak 1980 sonrasının gençlik kuşaklarının birbirleri ve daha yaşlı ebeveynleriyle farklılıkları temelinde, aynı ailenin farklı kuşakları boyunca izlemeye çalışmış. Sonrasında da niteliksel araştırma yöntemlerinden temellendirilmiş teori ve anlatı (biyografi) yöntemleriyle değerlendirip, sunmuş. Araştırmanın yöntemine dair bilgilerle iyice akademikleşen bu yazıyı siyasi makaleye doğru bükecek bulgu ve değerlendirmelerle bitireyim.
KÜRT COĞRAFYASINDAKİ SEKÜLERLEŞMENİN ÖZGÜNLÜĞÜ
Türkiye’nin geri kalanında 1980’lerden itibaren gençler arasında sol-sosyalist düşünce zayıflar, neoliberal dinamikler bu eğilimi pekiştirirken, Kürt kuşakları arasında sol düşüncenin merkezinde olduğu bir değişim yaşanmıştır. Kürt kuşakları özelinde çok boyutlu bir sosyal değişim süreci devam ediyor. Değişimin önemli sosyo-kültürel dışavurumlarından biri; kuşaktan kuşağa artarak, derinleşerek yaşanan sekülerleşmedir. Sözünü ettiğimiz gelişme, literatürde genellikle kapitalist modernleşme süreçlerinin ve ulus-devlet politikalarının beraberinde getirdiği bir sosyo-kültürel değişim süreci olarak çalışılmış sekülerleşmenin, bir devlet ve sermaye gücüne yaslanmadan da yaşanabileceğini göstermesi bakımından önemlidir. Böylesine özgün bir deneyimi, bilimsel yöntemlerle kurgulanmış kapsamlı bir saha araştırmasıyla ele alıp, derinlikli biçimde ortaya koyduğu için Ekinci’nin çalışması oldukça değerlidir.
Ulusal kurtuluşla, sosyal-sınıfsal-cinsel kurtuluşu birarada hedeflediğini iddia eden bir siyasal hareketin hegemonyası koşullarında gelişen bu süreç, bazı reel sosyalizm örneklerindeki sekülerleşmeden de farklı yönlere sahiptir. Kürt toplumunda ailenin ya da sosyal çevrenin politikliğinden beslenen enformel kanallar üzerinden işleyen politik toplumsallaşma, farklı dinamiklerle gençler arasındaki politik sekülerleşmenin de temelini oluşturmuştur. Çalışmada ayrıntılı biçimde değerlendirilen söz konusu dinamiklerin belli başlılarını; "toplumsal cinsiyet alanının sekülerleşmesi", "kadının politik failliğinin öne çıkması", "flört/evlilik/boşanma algısındaki değişim", "ideolojik-teorik okumalar/eğitim", "negatif din temsilleriyle Hizbullah-IŞİD‘in şiddetinin yarattığı tepkisellik ve soğuma" diye sıralayabiliriz.
Yaşanan sekülerleşmenin dinden ve geleneklerden topyekün bir kopuş anlamına da gelmediğini söyleyen Ekinci, kitabın sonlarında halk dindarlığı ve geleneksel kültürün kolektif bilinçdışında da olsa varlığını sürdürdüğünü sözlerine ekler. Kitabın en sonunda yazar, konuya ilişkin gelecekte yapılacak araştırmalar için önerilerde bulunurken, karşılaştığı bazı sorunlara ilişkin ben böyle yaptım, ama şöyle yapılsa çok daha iyi olur tarzı uyarılarda da bulunmayı da eksik etmemiş. Bu önerilerden biri Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bir şehirle, Türk yoğunluklu bir şehrin, yine sekülerleşme bağlamında iki kuşakta yaşanan değişim dikkate alınarak karşılaştırılması. Bu ilgi çekici konu Türkiye’nin batısından dindarlığı ve sekülerliğiyle bilinen iki Türk yoğunluklu şehirle, Kürt hareketinin hegemonik olduğu ve olamadığı iki farklı bölge şehirinin karşılaştırılmasıyla daha büyük ölçekli, çok ortaklı bir projeyle de çalışılabilir.
TÜRKİYE GENELİNDE EĞİLİM NE YÖNDE?
Türkiye genelinde benzer bir sekülerleşmeden mi, yoksa dindarlık ve geleneğin güçlenmesi anlamında bir de-sekülerleşmeden mi söz etmek gerektiğini söyleyecek bilgilerimiz sınırlı. Buna karşın, Kadir Has Üniversitesi’nin yıllardır yaptığı ve paylaştığı "Türkiye Sosyal-Siyasal Eğilimler Araştırması"ndan hareketle, kendisine dindar-muhafazakar diyenlerin oranının son 10 yılda yükselmek bir yana ufak bir gerileme yaşadığı görülmektedir. AKP-Erdoğan iktidarının bu sürede, kullandığı çatışmacı dile, yürüttüğü sınır ötesi operasyonlara, darbe-karşı darbe-OHAL rejimi süreçlerine, MHP’yle kurduğu faşizan tek adam rejiminin, kendi İslamcı-dindar-muhafazakar değer ve yaşam pratiklerini ön plana çıkarma yönündeki pekçok hamlesine rağmen 2012’de yüzde 37,4 olan kendisine dindar-muhafazakar diyenlerin oranı, 2021‘de 36,5’a gerilemiştir. Bu arada aynı araştırmanın farklı yıllara ait raporlarından, bu oranın 15 Temmuz’un ertesi yılında (2017) yüzde 47,4’e kadar çıktığını, son iki yıla kadar da 44-46 bandında gezindiğini anlıyoruz. Bu dalgalanmayı, saray rejiminin gücünün sarsılmaz gözüktüğü dönemde oluşan bir köpüğün, rejim (Cumhur) ittifakının 2019 yerel seçimlerindeki yenilgisinden sonra sönümlenmesi biçiminde yorumlamak mümkündür.
2021’deki araştırmanın sosyalistler açısından ilgi çekici bir bulgusu, kendisini sosyalist-komünist olarak tanımlayanların oranının on yıl boyunca yüzde 4 civarında seyretmesidir. Bundan belki daha ilginç bir bilgi, ikinci siyasi kimliğini sosyalist-komünist olarak ifade edenlerin oranının yüzde 13,6’ya çıkmasıdır. İkisinin toplamının sosyalistlerin hitap alanı olduğunu söyleyebileceğimiz bu iki kümenin toplamı 2021’de yüzde 18’i bulmaktadır. "İkinci yakın hissettiğiniz siyasi görüş nedir" sorusuna verilen yanıtlar içinde sosyalist-komünist seçeneğinden daha yüksek tek kimlik yüzde 30,5’le siyasal İslamcılıktır. Bu anlamda İslamcılığın da bu anlamda yüzde 40’lık bir hitap alanı olduğu söylenebilir. Hitap alanı büyüklüğü açısından İslamcılığı, yüzde 32’yle Kemalizm‘in takip ettiği görülmektedir.