Türkiye’de 15-20 günde bir gündeme “bomba gibi düşen” gelişmeler olur… Birisi illa ki “çok tartışılacak” şeyler söyler… Bir başkasının son parçası “ortalığı sallar…”
Şimdi de “Susamam” adlı rap parçasının alıp başını gittiği söyleniyor.
Bu tür müzik konusunda “profesyonelce” yorumlar yapabilecek durumda değiliz. İnsan sever ya da sevmez; biz sevmeyenlerdeniz. Kimse rap müziğin toplumsal ortamından, sınıfsal kökeninden, hitap ettiği kesimlerden, vb. söz etmesin; daha doğrusu isteyen etsin de konumuz bu değil. Konu, kişinin bir müzik türünü ya da parçasını sevip sevmemesiyle ilgili…
Yapılan açıklamalar ne kadar doyurucu olursa olsun sevilmeyen bir türü sevdirecek değil ya…
***
Burada, önemli olduğunu düşündüğümüz bir ayrıma değinelim.
Bizce, bilimsel çalışmalar, kitaplar, analizler, makaleler ile sanatsal ürünler arasında temel bir farklılık vardır. Birincisinde yazar, eserinin kendisini yansıtan bir ürün olmaktan çıkmasına izin vermez; düşünceleriyle kendini o eserde yeniden var eder. Eserinin okurlar tarafından her niyete yenilebilen bir muz haline getirilmesini de büyük ölçüde engelleyebilir.
Buna karşılık roman, öykü, şiir, resim ve müzikte durum böyle değildir. Sanatçı, verdiği ürünün başkaları tarafından onların kendi yorum ve çağrışımlarıyla serbestçe anlamlandırılmasına razı olmak durumundadır. Örneğin herhangi bir siyaset bilimci, iktisatçı ya da sosyolog, ürününün başkaları tarafından yorumlanışına “Ben öyle demedim, onu kastetmedim” itirazını yöneltebilir. Ancak, bir bestecinin, bir romancı ya da öykücünün, bir şairin bunu yapma imkânları çok sınırlıdır.
İki “Carl” örneğinin açıklayıcı olacağını sanıyoruz.
Nazilerin ünlü hukukçusu Carl Schmitt’le “Carmina Burana” bestecisi Carl Orff aynı dönemin insanlarıdır. İlki, Nazilerin siyaset ve hukuk felsefesini geliştirmiş, ikincisi ise gene Nazilerin “sahiplendikleri” bestelere imza atmıştır. Nazi rejiminin Schmitt’i kendi kafasına göre yorumladığı söylenemez; Schmitt’in düşüncesi neyse ifadesini Nazi pratiğinde bulmuştur. Buna karşılık “Carmina Burana” örneğinde Orff’un kendisini aşan öznel bir tasarruf söz konusudur.
Buradan sonuca gelelim: Sanatsal üretim söz konusu olduğunda, beğenide de, yakınlık ve sevmede de öznel, bireysel yorumlar ve çağrışımlar meşruiyet kazanır. Evet, bir sanatçının kendi eğilimleri olabilir, eserinin oluşmasında etkili olan ortam ve koşullardan söz edilebilir; ama bütün bunlar bir yere kadardır. Ondan sonra iş, kimsenin karışması, yargılaması mümkün olmayan özel beğeniler alanına intikal eder.
Kişi, belirli bir romanı, şiiri, müziği sevebilir de sevmeyebilir de… Sevmeyene “ortamdan”, “geri plandan”, “sınıfsal temellerden”, “mesajlardan” söz ederek sevdirmek de, seveni benzer göndermelerle bu sevgiden vazgeçirmeye çalışmak da abestir.
“Mesajları” ne olursa olsun, kaç kişi tarafından beğenilirse beğenilsin biz de rap tarzı müziği sevemiyoruz işte, zorla mı?
Kuşkusuz, kimseye “Sakın siz de sevmeyin” diyecek halimiz yoktur.
Uzun yıllar önce, “Carmina Burana”yı çok seven bir arkadaşımız Nazilerin bu besteye ilgisini duyunca “Artık sevmemeyim bari” demişti…
Olmaması gerekir.
Şoştakoviç’in 4. senfonisini ve “Mtsenskli Lady Macbeth” operasını seven de olabilir sevmeyen de. Ama birisi önceleri severken daha sonra 1936 yılında Pravda’da yayınlanan eleştiriden haberdar olup bunun üzerine “Artık sevmeyeceğim” demişse burada bir yanlış vardır.
***
“Susamam”a dönersek…
“İşte solun tarzı bu olmalı” gibi tuhaf şeyler söyleyenler de var,bir tür “dejenerasyon” sayanlar da… Yeni Şafak’ta yazan “iletişimci” Ali Saydam ise “Müzik alanında sol bu hallere mi düşecekti” mealinde bir yazı yazmış.
Biz ne o ne bu diyoruz ve olayın abartılmaması gerektiğini düşünüyoruz.
Rap müziği sevmiyoruz; ama bucak bucak kaçılması gereken bir musibet de saymıyoruz.
Hangi müzik türü, ne tür bir beste olursa olsun solu ne ihya eder ne de batırır.
Bu kadar basittir.