“Kuşak farkı” bu mu ola?

Ne kadar “çözüm” sayılır, ayrı; ama yapılması gereken ve yapılabilecek olan, günümüzün olgularına seçerek, bazılarını öne çıkaran bir sadeleştirmeyle yaklaşmak ve bunlarla yakın gelecek arasında bağlar kurmaktır.

Metin Çulhaoğlu

Bir sorunumuz var…

Bu sorunu ortaya koymak için bir karşılaştırma yapmak zorundayız.  Ne yazık ki bu karşılaştırmanın doğruluğunun belirli bir yaşın altında olanlar tarafından teyit edilmesi mümkün değil.  Onlar da sözümüze güvensinler ya da bugün yaşı 60’ın üzerinde olanlara danışıp sorsunlar. 

Diyelim, lise ve yüksek okul dönemlerini 1960’lı yıllarda yaşamış birisiniz. O yıllarda, yani henüz gençken, 30-40 yıl önce gerçekleşen olaylarla nasıl bir “ilişkilenmeniz” olmuştu?

1960’lardan 30-40 yıl öncesine gidersek, gerimizde örneğin Kurtuluş Savaşı, Cumhuriyet’in ilanı, “resmi ideoloji”, komünistlere yönelik baskılar ve Avrupa’da faşizmin yükselişi gibi önemli olgular durmaktadır. 

60’lı yılların genci, bu olgulardan bihaber değildir. Gerçek anlamda bilgi düzeyine çıkarmamış olsa bile hepsine ilişkin malumatı vardır. Dahası, solcu olması da şart değil, ülkesinin geleceğini düşünürken geçmişteki bu olgularla yaşadığı dönem ve gelecek hakkında iyi kötü belirli bağlantılar kurmaya çalışmaktadır… 

Solculuk ve gençlikse, örneğin Mahir Çayan 20’li yaşlarının ortasına gelmeden böyle bir ortamda yazmış, analiz ve değerlendirmeler yapmıştır.

***

Şimdi günümüze gelelim: Bugün gençlik dönemini yaşayanlarla gene 30-40 yıl öncesinin olguları arasında nasıl bir ilişki vardır?

12 Eylül’ün baskıları, ANAP ve liberalizmin yükselişi, derin devlet cinayetleri, Madımak katliamı, dünyada sosyalist sistemin çöküşü, Berlin duvarının yıkılışı, tarihin ve/ya da ideolojilerin sonu edebiyatı, vb. vb.

Karşılaştırmada bizim ulaştığımız sonuç şu: 60’lı yılların gencinden farklı olarak bugünün gencinin 30-40 yıl öncesinin olgularına ilişkin olarak bilgiyi geçtik, malumatı da neredeyse yoktur; ne kadar basit düzeyde olursa olsun kafasında dünü günümüze ve geleceğe bağlayan herhangi bir doğrultu fikri ise hiç yoktur.

Dikkat: Yaptığımız karşılaştırma, özel ilgi ve merak, belirli konularda eğitim almış olma, medyadaki “(…) yıl önce bugün” gibi girdiler dışında malumat sahibi olmanın “doğallığını” ve “kendiliğindenliğini” baz almaktadır (*).

Sorunu ortaya koyabildik mi?

***

Böyle bir sorunun varlığı kabul ediliyorsa nedenleri hakkında çeşitli yaklaşımlar akla gelecektir. Örneğin eğitim sistemi denecektir, müfredattan söz edilecektir, gençleri sadece kendi özel alanlarına hapseden, bütünlük ve tarihsellikten bucak bucak kaçan “uzmanlaşma” fetişizmine değinilecektir…

Nedenlerle sonuçların birbirine karıştığı bir alana giriyoruz.

Bunlardan hangisi sayarsanız sayın, iki açıklamamız olacak. Birincisi: Günümüzün enformasyon teknolojileriyle insanların üzerine çöken malumat sisi, yön, ana doğrultu, vb. algısını fazlasıyla körelttiği gibi gençleri siyasetten soğutan bir etki yaratmaktadır: “Anlaşılmazlık, belirsizlik ve kaos ortamında ben ne yapabilirim ki?” İkincisi: İnsanların zihninde “tarihsel doğrultu ve süreklilik” adına hiçbir nosyon kalmamışsa, yaşanacak olan o gündür, o andır: Carpe diem! (günü yaşa, gerisini boş ver)

***

Çözüm? 

Eğer çözümden kastedilen iktidarların gidip gelmesiyle, eğitim reformuyla, yeni bir aydınlanma dalgasıyla, yaşanacak bir tür “kültür devrimiyle” durumun değişmesiyse hemen söyleyelim: Böyle bir çözüm olmayacaktır…

Ne kadar “çözüm” sayılır, ayrı; ama yapılması gereken ve yapılabilecek olan, günümüzün olgularına seçerek, bazılarını öne çıkaran bir sadeleştirmeyle yaklaşmak ve bunlarla yakın gelecek arasında bağlar kurmaktır.

Yüklenilecek yer bizce burasıdır.

“Kadrolar” ve “özel eğitimler” dışında yeni ve genç unsurlara ulaşılmak isteniyorsa tarihsel geçmiş ve nihai hedef, üzerlerinde özel bir odaklanmaya gitmeden, şimdilik durdukları yerde durabilir.       

__________________________________________________________________________

(*) Eklemezsek önemli bir eksiklik olarak kalır: 1960’lı yıllarda “doğallık” ve “kendiliğindenlik” dışı malumat edinme sürecinin belki de tek örneği Kürt aydınları ve yurtseverlerinin yanı sıra Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) çabaları sonucunda gündeme yerleşmeye başlayan “Kürt sorunudur.”