Likya Yolu ve ötesi...

Likya Yolu'nu hepiniz duymuşsunuzdur... Gidenler bilir, henüz gidememiş olanlar ise duyduklarıyla okuduklarını biriktirir ama her iki taraf için de bu yol hep bir özlem içerir. Likya Yolu... Yaklaşık 500 km uzunluğunda olan, tek seferde yürünmesi durumunda ortalama bir ay süren, üzerinde 19 antik kentin kalıntıları bulunan ve Kate adlı bir İngiliz arkadaşımızın üşenmeyip koyduğu işaretler sayesinde meraklısına kendiliğinden rehberlik yapabilen yol... Sırt çantası ve tüm konaklama ekipmanıyla yürüyebilme yeteneğine sahip doğa aşıklarını kabul eder Likya, yürüyüş sırasında sizi zaman zaman zorlar, bacaklarınız usulca titrerken mutluluktan ağlama isteğiyle dolarsınız. "Manzaraya mı bakayım?" yoksa "Fotoğraf mı çekeyim?" düşünceleriyle boğuşurken birden sakinleşip tamamen yola odaklanmak, sarılmak istersiniz.

Aslına bakarsanız yaşam da, aşk da, sevgilinin vücudu da Likya Yolu gibidir. Merak edilesi, sevilesi, öpülesidir. Kimi zaman meşakkat ve tedirginlik içerir, endişeye meyillidir ama hep özlenen ve arzu edilendir. Bir süredir Likya Yolu üzerine düşünürken iki kitap okudum: Antropolog Brian Fagan ile Arkeolog Nadia Durrani'nin kaleme aldığı "Yatakta Neler Yaptık?" ve Müzisyen ve Felsefe Profesörü olan Claus-Steffen Mahnkopf'un yazdığı "Orgazmın Felsefesi".

Kesinlikle yatak sıradan bir mobilya değildir. İnsan; ömrünün üçte birini ve genellikle de ilk ve son dakikalarını bu mobilyada geçirir. Yeni doğanların beşikleri, aşıkların haz salıncağı, hasta yatağı, ölüm döşeği... Kuş tüyünden ottan döşeğe, yamuk şilteden rahatsız sedire... Yatak hep vardır ama kaderi farklıdır. Yatak; uyku, seks, okuma, ağlama, müzik dinleme gibi yüce etkinliklerin ortak mekanıdır; fiziksel ya da zihinsel yorgunluk anında kazıp içine gömülürsünüz, mutsuzken onun tarafından yatıştırılmayı neşeliyken başınızın okşanmasını beklersiniz. Muhasebe bürosu gibidir yatak; geceleri hesap yaparsınız, görünmeyen yazılar yazarsınız. Bazen sabırhanedir, bazen de hayallere uçmak için yatay bir düzenek... Üzerinde küslük istemez. İnsanın kendiyle de sevdiğiyle de küs kalmasını kabul etmez.

Fagan ve Durrani "insanın ürettiği teknolojilerin en başında gelen ve bugün üzeri örtülen yatağın örtülerini kaldırıyor, insanlığın en görmezden gelinen eserlerinden birinin, çoğu zaman tuhaf, bazen komik ve her zaman ilgi uyandıran tarihini" ayrıntılarıyla aktarıyor. "İnsan yatakta sevişti, yatakta doğdu, öldü, yemek yedi, hükümler verdi, komplolar kurdu, korkudan titredi, rüyalar gördü..." Pek terbiyeli (!) toplumlarda 'yatak' uluorta konuşulacak bir konu değilse de, Fagan ve Durrani insanlığın yatak tarihini keyifle ve sakınmadan anlatıyor. Zira "tarih boyunca olduğu gibi bugün de yataklarımız nasıl yaşadığımızı ortaya koyuyor. Yarının yatağının üzerindeki çarşafları sıyırdıkça da dünyamızın geleceği, bütün o benzersiz kabuslarıyla ve ortak düşleriyle gözlerimizin önüne seriliveriyor."

Toplumsal düzenin biçimlenmeye başladığı çağlardan itibaren kimse dikkat etmemiş olsa da cinsellik, hele ki cinsel haz yani 'orgazm' önemli dinamiklerden biridir. Pek tabii pek terbiyeli (!) toplumlarda orgazmı, hele hele kadın orgazmını aleni konuşmak uygunsuz sayılır. Halbuki Fransızların 'küçük ölüm' dedikleri orgazm, cinsel deneyimin en üst noktası, fizyolojik ve psikolojik durumunuzun 'climax'i yani zirvesidir. Kötü deneyimleriniz/travmatik anılarınız varsa, cinsel isteklerinizi baskılamayı ya da yok saymayı öğrendiyseniz, aileniz/içinde yaşadığınız pek terbiyeli (!) toplum sert bir biçimde susturmayı hedeflemişse sizi yahut partnerinizle cinsellik anlayışınız farklıysa, seks sırasında anı yakalayabilmeniz mümkün olmayabilir.

Claus-Steffen Mahnkopf, kitabında orgazmın felsefesini açıklayabilmek için bir yöntem geliştirmeye çalışıyor, ancak akademik anlamda değil. 'Sex sells' minvalinden uzak bir biçimde konuyu fenomenolojik bakışla ele alıp ona evrim kuramı ve biyolojiyle, estetikle, toplumsal cinsiyet kuramıyla, politikayla yaklaşıyor. Dini taraflarına değinirken sanata, müziğe, sinemaya ve edebiyata uzanıyor. Tıbbi veya ezoterik bir rehber olmaktan kaçınıp etik, mantık, ekonomi ve ontoloji pencerelerinden bakıyor. Solo orgazm ve kadın orgazmına geniş yer ayırarak "Orgazm her defasında sanki ilk kez yaşanıyormuşçasına müthiş ve eşsiz bir deneyim olmalıdır. Sürekli yeniden hayret etmelidir kişi onun var olabildiğine" diyor ve cinselliğin salt hazcılık olmadığını; cinselliğin iletişim, bir aradalık, tanımak, tanışmak, keşfetmek, açılmak, anlamak, anlaşılmak, anlaşmak, her anlamda 'çıplaklaşmak' olduğunu vurguluyor.

Bir insan sevişirken altından yerin kaydığını ömrü boyunca kaç kez hissedebilir? Bunun cevabı size bağlı. Seks, bizi en derin duygularımızla ve arzularımızla yüzleştirir. Uyku veya rüyadaki rahatlamanın aksine derin seksüel rahatlama, tam bir bütünlük halinde olmayı ve tüm benliğinizle anı yaşıyor olmanızı gerektirir. 'Hardcore'u değil 'heart-core'u ve söze gerek kalmaksızın konuşup anlaşabildiğinizi hissettiğinizde, yerin altınızdan kaydığını hissedersiniz. Orgazm, ona giden yol yoksa bir hiçtir. İşte bu yüzden bırakın yatak dağınık kalsın, zaten aynı anda aynı şeyleri hissedip paylaştığınız insanla bir yatağa ihtiyacınız yok. Ama yolu öğrenmeye, yolda terlemeye, sevgilinin benlerinden başlayıp kendi Likya Yolunuzu çizmeye ihtiyacınız var.

Künye:

- Yatakta Neler Yaptık?, Brian Fagan & Nadia Durrani, Çev: Ceren Demirdoğdu, Tellekt Kitap, 2021.

- Orgazmın Felsefesi, Claus-Steffen Mahnkopf', Çev: Behlül Çalışkan, Tellekt Kitap, 2021.