'Milli bayramlar', günümüz ve gelecek

23 Nisan’ın üzerinden bir ay geçti; 19 Mayıs ise üç gün önce kutlandı. Bu yılın sonuna kadar sırada önce 30 Ağustos, sonra 29 Ekim var.

Bunlar, öteden beri bildiğimiz milli bayramlar…

Bu özel günlerin kutlanması  bir zamanlar rutinleşmişti. Ülkenin geleneksel sağı bu günlerin temsil ettiği tarihsel olgular konusunda fazla ses çıkarmazken solcular da aynı günleri kendi tarih anlayışları çerçevesinde belirli yerlere oturturdu. 

Orasını burasını fazla didiklemeden, kurcalamadan…

Son yıllarda işin rengi değişti.

Önemli dönemeçlerini 19 Mayıs, 23 Nisan ve 30 Ağustos günlerinin temsil ettiği bir sürece “Keşke Yunan kazansaydı” hayıflanmasıyla bakılınca, devletin başı sağlık sorunlarını bu günlere denk getirince, 29 Ekim de şimdi kapatılmak üzere olan bir parantezin açıldığı gün ilan edilince, “karşı taraf” da tepkisini gösterecekti. Nitekim, içinde sosyalist solun büyük bölümünü de barındıran Cumhuriyetçi kesim, bu özel günlere geçmişteki rutini aşan bir sahiplenmeyle yaklaşmaya başladı.

Sosyalist sol diyorsak, elbette farklı bir yorumu benimseyenler, bu özel günlere olumsuz atıflarla yaklaşanlar da oluyor.  Ancak, sahiplenici solun daha köklü bir geleneği vardır, yani bu sol 1920’lerden bu yana aşağı yukarı aynı şeyleri söylemektedir. Buna karşılık  reddedici solun bu konulardaki hidayeti henüz yeni sayılır. Onlara bakılırsa  ve sırasıyla gidilirse, bu günler Pontus soykırımını, Kürt direnişinin Mecliste temsil imkanlarıyla yatıştırılmasını, (sadece) Yunan ordusunun yenilmesini ve Ermeni soykırımı suçlamasını savuşturmak için Osmanlı’dan farklı yeni bir devlet kurulmasını simgelemektedir.

Aşağı yukarı hepsi bu kadardır…   

***

Bu kesimle tarih tartışmasına girecek değiliz.

Ancak, apaçık ortada duran bir gerçek vardır ki bunun mutlaka vurgulanması gerekir:  Bugün bu ülkenin halkı ileriye doğru bir hamle yapacaksa, bu ülkede köklü bir dönüşüm geniş halk kesimlerinin katılımıyla gerçekleşecekse, bu katılımın öznesi “geniş halk kesimlerinin” söz konusu özel günlere olumlu atıflarla yaklaşanlardan oluşacağı iki kere iki dört kesinliğindedir.

Öncesine ve sonrasına girmeden söylüyoruz: Türkiye’de 1919-1923 döneminin reddine, karalanmasına, hayali bir başka modelle ikamesine, vb. dayanan, sosyalizm bir yana, “ilerici” herhangi bir hamle, girişim, atılım, vb. olamaz. Olabileceğine kanıt olarak gösterilen “muhafazakar demokrat inkılabın”  bugün hangi noktaya geldiği ortadadır. 

***

Tarihe merak ve bu merak sonucu edinilen tarih bilgisi ile tarih bilinci farklı şeyleri anlatır.

Soldan söz ediyorsak, bu yazı çerçevesinde değindiğimiz özel günlere ilişkin bilgi, bu günlere olumlu atıflarda bulunanlar için de olumlu atıfları reddedenler için de aynıdır. Yani ortada bir tarafın bilip öbür tarafın bilmediği “tarihsel gerçekler” yoktur. Bu, “tarih bilgisidir”;  tarih bilinci ise,  tarih bilgisinin güncele ve ileriye doğru “projeksiyonuyla” ilgili bir durumdur. Böyleyse, biz de diyoruz ki özel günleri sol adına sahiplenenlerin, “hepsini içerip aşan” bir gelecek perspektifi olabilir; diğerlerinin “tarih bilinçleri” ise geçmişte olmamış ve olamayacak olanı bugün “oldurma” arayışlarının ötesine geçemez.

Bu açıdan anakronizmle maluldür. 

***

Neyse, az önce solun okumuş yazmış, aydın denebilecek kesiminden söz ettik.

Asıl kritik nokta ise bu kesimin dışında kalan, ancak köklü bir değişimin olmazsa olmazı sayılması gereken geniş halk kesimleridir.

Biz bu kesimlerin zihinlerine, bu yazı kapsamındaki özel günleri silip atan, laiklikten medeni kanuna, tevhidi tedrisattan tekke ve zaviyelerin kapatılmasına kadar ne varsa hepsini ikame eden bambaşka bir tarih anlayışı ve gelecek vizyonu “implant” edilebileceğini hiç sanmıyoruz.

Evet, bizim işimiz de zordur, ama imkansız değildir; diğer kesiminki ise tamamen imkansızdır.

O halde;

Anti-emperyalizmse 19 Mayıs ve 30 Ağustos’un, halkın iradesiyse 23 Nisan’ın, yeni bir Cumhuriyet’se 29 Ekim’in gelecek için sahiplenilmesinde hiçbir sakınca olmaması gerekir. Rusya’nın  Narodnik, Çin’in Sun Yat-sen, Küba’nın Jose Marti geleneğinde olduğu gibi…