Kökleri Etiyopya'ya dayanan, 17. yüzyılda Venedikli tacirler yoluyla Avrupa'ya taşınan, kolonicilik sebebiyle Amerika, Asya ve Avrupa'da plantasyonlarda yetiştirilmeye başlanan, günümüzde de tropikal iklimli ve yükseltili bölgelerde tarımı yapılan kahve; kültürlere ve yaşama etki etmiş efsunlu bir içecektir. İster şekerli ister sade ister filtre ister Türk olsun kahve hayatın önemli bir parçası olmayı sürdürüyor. Çok çalışınca "yorgunluk kahvesi", sabah uyanınca "ayılma kahvesi", neşeli anlarda "keyif kahvesi", bitimsiz sohbetlerin hep bahanesi...
Günde 30 fincan kahve içen Balzac'ın sözlerini anımsayalım: "Kahve mideye iner ve ondan sonra her şey harekete geçer. Düşünceler tıpkı savaş meydanındaki büyük bir ordunun taburları gibi birbiri ardı sıra gelir; savaş başlar. Hatıralar, savaş düzeni alan askerlerin önünde ilerleyen bir bayraktar gibi koşar adım saldırıya geçerler. Hafif süvariler görkemli bir şekilde dört nala kalkar. Mantığın topçuları nakliye birlikleri ve fişek kovanlarıyla gümbürder. En zekice buluşlar keskin nişancılar olarak katılır. Karakterler kostümlerini kuşanır, kâğıt mürekkeple kaplanır, muharebe başlar ve savaşın yapıldığı meydan nasıl kapkara barut dumanının altında kalıyorsa bu muharebe de kara dalgaların akınıyla son bulur."*
Sabah - akşam kahve içen biri olarak içinde kahve geçen şarkıları, kahveyle ilgili kitapları pek severim. Belki de bu yüzden yakınlarda okuduğum "Kahve Soğumadan Önce" adlı kitabı da mutfakla salon arasında gezdirip duruyorum. Tokyo'nun arka sokaklarından birinde bir asırlık geçmişi olan bir kafede yaşanır her şey. Oldukça sıradan görünen bu kafenin gerçeküstü, efsunlu bir yanı vardır: Zamanda yolculuğa olanak tanıması. Fakat bu yolculuğun ağır şartları da vardır. Yazar T. Kawaguchi "Şimdi önüne koyduğum kahve soğuyana kadar zamanda yolculuk yapabilir ama bugünü değiştiremezsin. Bunu ister misin?" diye soruyor ve bu soruyla yola çıkıp dört farklı öykü anlatıyor. "Aşıklar, Karıkoca, Kız Kardeşler, Anne ve Çocuğu." “Kahvenizi yudumlarken karakterleri en ince ayrıntısına kadar tanıyor, mekanla sıkı bir bağ kuruyor, sunturlu laflar etmeyen bu kitabın hissettirdiklerini düşünüyorsunuz. Sevdiğinizi söylemeyi ertelemekten, öfkenizi gizlemekten, gerçeklerden kaçmaktan yaşanmıyor mu pişmanlıklar?” diye sayıklamaya başlıyorsunuz.
Geçmiş ile geleceğe koşullu yol açan kitap esasen şimdi'yi kutsuyor. İnsanların zayıf noktasının geçmiş olduğunu, yaraların oradan kaldığını, umulmadık bir yerde, umulmadık bir zamanda, bir kokuda, bir tatta, bir gülüşte, bir bakışta, bir kahkahada yahut taze bir acıda kapımızı çalıverdiğini, her şeye rağmen geçmişin hakikaten geç-miş olması gerektiğini vurgularken, geleceğin de sırrı kalkmış bir aynadan ibaret olduğunu hatırlatıyor. "Eğer böyle devam ederse ne geçmişte ne de şimdide olacağım; bir tutam buğu içinde kaybolacağım." diyen Fumiko'yu dinlerken şimdi'yi geçmişin gölgesinden, geleceğin endişelerinden arındırmanın en doğrusu olduğunu en derininizde hissediyorsunuz.
Kahve, benim için Maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisinde fizyolojik ihtiyaçlar kategorisine girer. Çünkü uyandığımda kokusuyla beni mest eden, yemekten sonra gelişi özlenen, dostlarımla ya da aynı sabaha bile uyanamadığım bir sevdiğimle birlikte içtiğimde yüreğimdeki müziği dışarıya estiren doğal migren ilacımdır benim. Ülkemizde ekonomik nedenlerle ve felaketler sonrasında dağıtılan çay paketleri sayesinde kahve tüketimi düşük, kabul ediyorum. Ama olsun, hadi kalkın. Hadi. Bir fincan kahve hazırlayın kendinize. Kokusunu içinize çekerken an'da kalın, hissedin yaşamın güzelliklerini. Zira mutluluk kısa sürer, unutmayın.
* Balzac - Bir Yaşam Öyküsü, Stefan Zweig, Çev: Ş. Sunar & Y. Tükel, Can Yayınları, 2017.
Künye: Kahve Soğumadan Önce, Toshikazu Kawaguchi, Çev. Şebnem Tansu, Epsilon Yayınları, 2021.