"Öpüşmek", basit bir tükürük transferi değildir. Neden burun sürtüştürmek, omuz ısırmak yerine kanımız kaynadığında öpüşmeyi tercih ediyoruz? Çünkü aşık olduğumuz, çok arzuladığımız, sevdiğimiz veya iyi öpüşen biriyle bu eylemi tecrübe ettiğimizde dünyanın en keyif verici ve en şiddetli "Lütfen, bitmesin!" dedirten hadiselerinden birini yaşamış oluyoruz. Adam Phillips “Öpüşme, Gıdıklanma Ve Sıkılma Üzerine”* adlı psikanalitik denemesinde “Biriyle ilk öpüşürken hissettiklerinizi asla göz ardı etmeyin” der. “O ilk öpüşme nasıl gerçekleşmişse, ilişkinin tamamı da öyle devam edecektir.” Su içmek kadar hayati, susuzluk kadar ölümcül olan bu eylem birlikteliğini; “gerçekleştirdiğimiz en sinsi, en ketum cinsel edim, ağzın kendine yazdığı mersiye olabilir.” diye betimler.
Demem o ki "öpüşmek" de sevişmek gibi "işteş" bir fiildir ve işteş fiilleri sevmek gerekir. (https://ilerihaber.org/yazar/istes-fiilleri-seviniz-119495.html) Öpmek, öpülmek eylemleri farklı tecrübelere tekabül eder ama ülkemizde bu hususta da ortaklaşmış bir kültür söz konusudur. Zira biz yıllardır mütemadiyen öpülüyoruz. Siyasi erk, elektrik - gaz - su - vergi zamları, her türden fırsatçılar (pandemi sürecinde akıl tutulması yaşayan hizmet sektörü dahil); tüm "tırşikçi kapitalistler" bizi öpmeye doyamıyor. Sürekli öpüldüğümüz için ön sevişmenin hakkını layıkıyla veremiyor, işteş fiillerden uzaklaşıyoruz. Halbuki biz öpülmek istemiyoruz, öpüşmeyi seviyoruz.
Gözlerini Avrupa’nın en zorlu yıllarında, büyük bir ekonomik krizin ortasında açan; 2. Dünya Savaşı sırasında -henüz 14 yaşındayken- Nazi işgali altındaki Polonya’da bulunan Auschwitz toplama kampına, oradan da Almanya’daki Buchenwald’a gönderilen Macaristan asıllı yazar Imre Kertész, tüm ailesini kaybetse de sağ kalabilmeyi başarmış azınlık arasındaydı. Yaşadığı tüm bu acı dolu tecrübeleri romanlarında ilmek ilmek işleyerek edebiyat tarihinin en güçlü kalemleri arasına adını yazdırmayı başardı. Külliyatının az bilinen parçalarından olan "Polisiye bir Öykü" gerçekten kan dondurucudur, çünkü baskıcı yönetimlerin adaletsizliğini zulme uğrayanların değil zulmedenlerin ağzından anlatmıştır. Diktatörlüğün yıkılmasıyla hapsedilmiş bir işkencecinin ağzından, baba - oğul iki muhalifin rejim tarafından nasıl düşmanlaştırıldığını ve özgürlükçü yurttaşların ortadan kaldırılması planının adım adım nasıl gerçekleştirildiğini adeta resmetmiştir bu uzun öyküsünde.
Kertész'e göre, Nazi rejimi o denli amansız bir hızla işleyen bir mekanizmaydı ki 'devam etmek' sadece hayatta kalmak anlamına geliyordu. Yazar, hayatta kalmayı başardığında tanıklığını ve deneyimlediği dehşeti - faşizmin güç yöntemlerini & siyasi erkin milleti mütemadiyen nasıl öptüğünü - yazmayı, bunları tüm dünyaya duyurmayı hedeflemiştir. "Elbette yaşamak da bir tür intihar: Yalnızca dezavantajı şu ki, korkunç uzun sürüyor." ve "Mutlu olmak... Yalnızca mutlu olmak ve başka hiçbir şey olmamak... İkiyüzlülükten başka bir şey değil. Çünkü herkesin mutsuz olduğu bir durumda biz mutlu olamayız." cümlelerini yaşanan dehşete dikkat çekmek, adaletsizliği gözler önüne sermek, ancak ve ancak hep birlikte ayakta kalınabileceğini, düşenin / tökezleyenin / adaletsizliğe uğrayanın elinden sımsıkı tutmak gerektiğini vurgulamak için yazmıştır.
Bizi her doğan gün öpmek isteyenler var. Adaletin temelini yerle yeksan etmek isteyenler, zamlarla belimizi bükmeye ve kendi açtıkları delikleri alın terimizle yamamaya niyetlenenler, ocağımıza incir ağacı dikme gayretinde olan tırşikçi kapitalistler var. Bizler mütemadiyen öpülmek istemiyoruz; el ele olmayı, mutlanınca halaya durmayı, umutlanınca göğe bakmayı ve öpüşmeyi seviyoruz. Geçişli fiilleri değil işteş olanları yeğliyoruz ve öpülmeyi değil öpüşmeyi istiyoruz.
*Öpüşme, Gıdıklanma Ve Sıkılma Üzerine, Adam Phillips, Çev: Fatma Taşkent, Ayrıntı Yayınları, 2012.
Künye: Polisiye Bir Öykü, Imre Kertész, Çev: Ersel Kayaoğlu, Can Yayınları, 4. Basım, 2021.