Geçen yazıda Crans Montana’nın zemini üzerine yazmıştım. Şimdi kaldığımız yerden devam edelim.
Takvim tarihi, 29 Haziran 2017…
Yer, İsviçre’nin Crans-Montana kasabası.
Katılımcılar, Kıbrıs garantörleri İngiltere, Yunanistan ve Türkiye. Taraflar ise Kıbrıs Türk ve Rum toplum temsilcileri. Kuşkusuz her iki tarafın da siyasi kimlikleri var. Kıbrıs Türk tarafı, KKTC olarak ve Rum tarafı ise Avrupa Birliği'nin Kıbrıs Cumhuriyeti olarak tanıdığı kimlikleriyle masanın başındalar.
Tartışılan ve uzlaşma istenen sorun ise, iki kurucu devletin siyasi eşitliğine dayalı çözüm bulma amacını taşıyor. Toplantının adı Kıbrıs Konferansı; müzakere sürecini BM Genel Sekreteri Antonio Guterres yönetiyor ve onun sunduğu bir çerçeve anlaşması masada görüşülüyor.
KKTC’yi Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı ve heyeti, Rum tarafını ise Nikos Anastasiadis liderliğindeki bir heyet temsil ediyor. Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da masadaki siyasi aktörlerden birisi…
Guterres Çerçeve Belgesi'nde, altı temel başlık var. Bunlar: “Güvenlik ve garantiler, asker konusu, toprak başlığı, siyasi eşitlik, mülkiyet ve eşdeğer muamele.”
Bu başlıklara göre ilk iki madde olan güvenlik ve asker konusunda Türk tarafının uzlaşıya yaklaşması ve tabir yerindeyse taviz vermesi gerekiyor. Diğer dört maddenin de uzlaşıya yaklaşacak ve taviz verecek tarafını Rumlar oluşturuyor.
Çerçeve belgesinin iki de eki var. Bunlar da “Çözüm Uygulamasının Denetlenmesi Belgesi" ve “Çözümün Uygulanmasının Kontrolüne Dair Belge”. İlki altı ve ikincisi de beş maddeden oluşmakta.
Konferans süreci, önce Çerçeve Belgesi'nin her iki tarafça kabulünü ve sonraki etaplarda da diğer ek belge içeriklerinin görüşülmesini öngörmekte.
Çerçeve belgesinin kabulüne ilişkin, Türkiye’nin toplantı başlangıcında çok ciddi bir siyasi hamlesi oluyor. Türkiye diyor ki, “Bütün içeriğiyle görüşülecek 'Çerçeve Belgesi'nin, iki tarafın referandumlarda evet demesiyle kabul edilmiş sayılması ve bununla birlikte, makul sayıda asker çekilmesi de gerekirse, zamanını ve miktarını Türkiye’nin belirleyerek asker çekmeyi kabul edeceği”. Yani temel koşul olarak, heyetlerin olur vermesinden sonra, bunun çift taraflı bir referandumla onaylanması ve böylece kesinleşmesi gerekliliği.
Bu hamlenin öne sürülme nedeni, esasen Guterres Belgesi'nin içeriğindeki başlıklara dayalı. Böylece Türk tarafı, vermesi gerektiği tavizler konusunda hem KKTC ve hem de Türkiye olarak hazır olduklarını baştan beyan ediyor. Ve muhtemel tıkanmanın tarafı olmayacaklarını da daha işin başından dünya kamuoyuna açıklamış oluyor.
Bu hamleyle sıkışan Rum tarafı, Türkiye teklifini anlayıp, anlamamazlıktan gelerek, ilkesel olarak BM hakemliğinde görüşmeye başlayabileceklerini söylüyorlar.
***
Sonra neler mi oluyor?
Ne olduğundan önce, Guterres Çerçeve Belgesi'nin içeriğine kısaca göz atmak gerek.
Altı madde var demiştik. Bunlar:
Güvenlik ve garantiler: Bu başlığın esasını, 1960 Anayasası'na göre garantörlere verilen “Müdahale hakkının” geçerli kalacağı bir sistemin sürdürülebilir olmadığı hususun düzeltilmesi oluşturuyor. Bu anlamda, Garanti Antlaşmaları'nın kapsadığı alanların tümünün yerini, iki tarafça üzerinde mutabık kalınan ve uygulama-izleme mekanizmalarını da yeterli düzeye taşıyacak diğer anlaşmaların yapılabilmesi esası oluşturuyor. Guterres, ayrıntılarla ilgili bazı hususlarda, garantör güçlerin de sürece dâhil olabilmesini şeklen öngörürken, kurulacak güvenlik sisteminin, Birleşik Kıbrıs’ta her iki toplumun kendisini güvende hissetmesini temin edecek ve bir tarafın güvenliğinin diğerinin güvenliği pahasına olmamasını sağlayacak biçimde olmasını vazediyor.
Asker konusu: Guterres bu konuyu, garantörlerin Kıbrıs Anayasası'na göre Ada'da bulundurdukları ve 1974 sonrası “de facto” mevcudiyetleri de içeren koşulları Garanti Antlaşması'ndan farklı olarak yorumluyor ve bu bakımdan farklı bir formatta ele alınmasını öngörüyor. Asker ile ilgili konuları, (sayı, çekilmenin söz konusu olup olmayacağı, olacaksa zamanı ve takvim vs.) zamana yayılan ve doğru zaman geldiğinde bütün taraflarca en üst düzeyde anlaşmaya varacakları bir başlık olarak değerlendirmelerini istiyor.
Toprak başlığı: Bu başlıkta belli bölgeler ile ilgili Kıbrıslı Rumların dile getirmiş olduğu endişelere cevap verebilmek için Kıbrıslı Türklerin sunduğu haritada bazı düzenlemelerin görüşülmesi öngörülüyor.
Siyasi eşitlik: Siyasi temsil işinde, nüfusu ön plana alan 2:1 oranı ile “dönüşümlü başkanlık”, Guterres’in teklifi. Ayrıca karar almada “etkin katılım” esası, yani bir olumlu oyun aranacağı salt çoğunluk mekanizması toplumlar arası siyasi eşitliğin olmazsa olmaz koşulu sayılıyor. Toplumlar için hayati öneme sahip konularda tıkanıklıkların aşılmasına ilişkin mekanizmaların kurulması da öngörülüyor.
Bu başlığın temel anlamı şu: Hükümeti oluşturacak nakanlık sayısı on. Bunun yedisi Rumlara, üçü ise Türklere ait olacak. Etkin katılım olarak bir karada bütün bakanların ittifak etmesi gerekiyor. Kısaca Türk bakanlardan birisi hayır oyu kullanırsa karar yeter sayısı sağlanamamış oluyor.
Mülkiyet: Guterres, toprak düzenlemelerine tabi olan ve olmayan bölgeler için iki mülkiyetli bir rejimi vazediyor. Buna göre; toprak düzenlemelerine tabi olan yerlerde mülkiyet rejiminin, mülkünden edilen sahiplere öncelik vermesini, toprak düzenlemelerine tabi olmayan yerlerde ise rejimin, şu andaki kullanıcıya öncelik vermesi öngörülüyor. Özgün konularla ilgili daha ileri tartışmalara da kapı açık bırakılıyor.
Eşdeğer muamele: Eşdeğer muamelede, çerçeve belgesinin öngörüsü, hizmetler ve sermayede sorun içermeyen, buna karşın malların serbest dolaşımı, gümrük birliği ve birincil tarımsal ürünler için bir kota üzerinde anlaşma sağlanması önerisini içeriyor. Kişilerin serbest dolaşımı alt başlığında da, muamele rejiminin turistlerin, öğrencilerin ve mevsimsel işçilerin girişine izin verecek düzenlemeleri kapsaması, daimi ikametgâh istenmesi söz konusu olduğunda, Kıbrıs’taki Yunan ve Türk vatandaşlarına eşdeğer muamele yapılması diğer bir öneri olarak yer alıyor.
Anlaşılacağı üzere, çerçeve belgesi, siyaseten ve iktisadi olarak son derece teknik ve diğer taraftan iki toplumu birbiriyle eşitlemeye çabalayan düzenlemeleri içeriyor.
***
Şimdi dönelim sonra ne oluyor sorusuna:
Toplantının hemen başında, Anastasiadis, kendisinin devleti temsilen cumhurbaşkanı olduğunu, Akıncı’nın ise bir toplum lideri sıfatıyla temsili eşdeğerliğinin olmadığını ileri sürüyor. Yani işi başından, sadece teknik bir görüşme olarak tıkamaya çalışıyor.
BM Genel Sekreteri'nin Kıbrıs Konferansı Büyükelçisi marifetinde, toplantının sürdürülemeyeceği anlaşılınca, Guterres, New York’tan kalkıp Crans Montana’ya geliyor, Gelişiyle beraber, her iki tarafı temsili eşdeğer olarak kabul ettiğini ve konferansın siyaseten süreceğini açıklıyor.
Türkiye ve KKTC, Guterres Çerçeve belgesinin bütün maddelerini ve eklerini görüşmek üzere kabul ettiklerini ve hazır olduklarını açıklıyor.
Anastasiadis, çerçeve belgesini kabule kısmen niyetli olan Yunan tarafını da ikna ederek, görüşecekleri sadece ilk iki başlığın olduğunu ve güvenlik ile Türkiye’nin tüm askerini Kıbrıs’tan çekerek ve garantör statüsünden çıkarılması, ayrıca Rum göçmenlerin evlerine dönmesi çerçevesinde konferansa devam edeceklerini ifade ediyorlar. Kıbrıs Türk tarafı ada coğrafyasında sahip olunan yüzölçümünü, yüzde yirmi altı buçuk düzeyine daraltma dâhil ve ancak tüm başlıkların görüşülmesi bağlamında kabul ettiklerini bir defa daha beyan ediyorlar.
İş daha başında Rum tarafı için sıkıntı arz ettiğinden, Anastasiadis çekiliyor.
Böylece şimdiye değin anlaşmayan taraf olarak hep Kıbrıslı Türkleri propaganda eden Rum tarafı, ilk kez anlaşmayan taraf olarak açığa çıkmış oluyor.
***
Anastasiadis’in açmazı neydi?
Anastasiadis’in açmazının, konferansa gelinceye değin, kendi toplumuna siyaset kurucu Rum tarafı olarak sadece iki konunun bulunduğunu vazetmiş olması görünüyor.
Bu iki konu ise, güvenlik meselesi olarak Türkiye garantörlüğünün kaldırılması ve askeri mevcudiyetinin de sıfır askere çekilmesi, Rum göçmenlerin de kuzeye yeniden dönmesi başlıklarını kapsıyor. İşte altı maddenin sadece ikisini, görüşülebilir olarak öngören Rum tarafı, kendi toplumuna da sadece ve sürekli olarak bu hususları işlemesi açmazının altında kalıyor. Bu da Rum toplumunun siyaseten eşit iki toplumlu bir Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti'ne hazır olmamasını geçmişe dayanan vadeler içinde pekiştiriyor. Ki bu husus, Crans Montana’nın neredeyse başlayamadan çökmesine de neden oluyor.
Şunu da söylemek gerekirse, Rum tarafı bakımından bu iki temel tartışma başlığının ardında, Rum Ulusal Konseyi de bulunmaktadır. AKEL dâhil bütün siyasi parti ve öznelerin içinde bulunduğu Ulusal Konsey için, iki toplumlu eşit temsiliyete dayalı bir çözüm şimdilik gündemde bulunmamaktadır. Konsey başkanlığını Kıbrıs Başpiskoposu'nun yürüttüğü bu mekanizma, özellikle toplumlararası görüşmelerde Rum tarafının belirleyici görüş merkezi olmasını da temin etmektedir.
Kısaca, federatif bir Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti'nin tesisi ve Doğu Akdeniz’in bu kronik sorununda Guterres’in öngördüğü çözüm girişimi, Rum tarafının taktik ve stratejik siyasi girişimleriyle akamete uğramış vaziyettedir.
***
Şimdiki durum nedirle ilgili olarak, sözü şöyle bağlamalıyım.
Kıbrıs meselesi federatif bir çözümün çok uzağına düşmüş vaziyette. Özellikle KKTC tarafında, toplumun bu sonu gelmez görüşmelerden büyük ölçüde beklentisi kalmamış görünmektedir.
Ada çevresinde, Rumların, Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) olarak uluslararası deniz hukukuna aykırı girişimlerde bulunuyor olması ve zengin hidrokarbon yataklarının ortaklaşa işletilmesini ve gelirlerin bölüşümünü reddetmesi, çözümsüzlüğün en büyük başlığı haline dönüşmüş vaziyettedir.
Bu durum, Türkiye’nin kendi MEB'i olarak aynı yataklar üzerinde payı olduğu gerçeğini de ortaya çıkarmış vaziyettedir. Adanın KKTC tarafındaki MEB alanlarında, petrol ve doğal gaz arama hakları, KKTC hükümetince ikili anlaşmayla Türkiye’ye açılmış durumdadır.
Türkiye’nin arama ve sondaj gemileri, donanması korumasında ve bu nedenlerle bölgede faaliyet yürütmektedir.
Garantör ülke olarak Türkiye, KKTC hükümeti aracılığıyla Geçitkale Havaalanı'na İHA ve SİHA’lar konuşlandırmış vaziyettedir.
Mağosa’ya bir askeri liman girişimi ile Kapalı Maraş’ın, tarihsel olarak vakıf arazi olma nedeniyle tekrar yerleşime açılma kararı, yaşanan sürecin başka bütünleyici girişimleridir.
Federal çözüm yerine iki devletli ve iki toplumlu konfederal bir Kıbrıs Cumhuriyeti, KKTC tarafı için şimdilerde daha öne çıkan bir siyaset olarak gündeme gelmiş bulunmaktadır.
KKTC’de yapılan kimi anketlere bakılırsa, toplumsal ciddi bir çoğunluk, Türkiye’yi askeri varlık olarak da yegâne güvence unsuru olarak gördüğünü göstermektedir.
Nisan ayında KKTC Cumhurbaşkanlığı için yapılacak seçim işi iç siyasetten çok uluslararası siyaseti de etkileyebilecek bir kıvama gelmiş görünmektedir. Zira Kıbrıs Türk toplumunun neye karar verdiği ya da hangi çözüme yatkın olduğu bu turnusol etkisinden anlaşılabilecektir.
Gerek Kıbrıs açısından ve gerekse diğer verili durumlar üzerinden, Doğu Akdeniz meselesi, çözüm bağlamında daha iyi anlaşılmaya ve tartışılmaya muhtaçtır.
Buradaki anlatım çabaları da bununla ilgilidir.