Kimisi maddi gerçekler, fiilen yaşanan durumlar, kimisi de kafamıza göre yorumlayıp bir yerlere bağladığımız “ipuçları” ya da “esin kaynakları”…
Bu kez buralardan yola çıkalım diyoruz.
İnsanlarımızın önemli bir bölümünün evlerinde kaldığını biliyoruz; deniyor ki “İşte, kitap karıştırmanız, okumanız için bir fırsat…” Bunun yanında bir de tepki çeken durumlar var: Umreciler meselesi, Allah’ın evine virüs giremez diyenler, geceleri camilerden edilen dualar, çocuklara okunan ilahiler, ilk defa duyduğumuz “VİP namazı” denilen şey ve başka örnekler…
Devam edersek, salgın olayı ve bir yerlere kapanma zorunluluğu kimilerine (biz dâhil) 14. yüzyıldan kalma Dekameron Öykülerini anımsatmıştı. Ardından, sağ olsun İzge Günal 29 Mart günü İleri’de tanıttığı kitaplar arasında Rabelais’nin Gargantua’sına da yer verdi…
Bunların hepsi birlikte alındığında buradan “belirli bir şey” çıkar mı?
Biz çıkar diyoruz ve ne çıkacağını hemen söylüyoruz: Ciddi ve ödünsüz bir anti-klerikalizm…
İşin o yanına az sonra geçeceğiz. Bundan önce, hazır eve kapanmışken Dekameron Öykülerini karıştırmak isteyecekler için önerilerimiz olacak:
“Çok müstehcen” öykülere meraklı olanlar için: 3’üncü gecenin 10’uncu öyküsü (“şeytanı cehenneme tıkma”).
Zalimane intikam biçimlerine meraklı olanlar için: 4’üncü gecenin 9’uncu öyküsü (yemekte karısına, karısının aşığının kalbini servis eden koca).
İnsanın doğal arzu ve dürtülerini vurgulayan bir hümanizmin 14. yüzyıl için kayda değer sayılabilecek “feminizan” yönleri için: 2’inci gecenin 7’inci, 9’uncu ve 10’uncu öyküleri; 6’ıncı gecenin 7’inci öyküsü ve 7’inci gecenin 9’uncu öyküsü başta olmak üzere pek çok öykü…
(“Bu kadarı bize yeter de artar bile” diyenler yazının sonraki bölümünü okumayabilirler).
***
Bunların hepsinden anti-klerikalizm çıkar demiştik.
Hemen açıklık getirelim: Anti-klerikalizm din düşmanlığı ve tanrı tanımazlıktan farklı bir konuma işaret eder. İşaret ettiği ve hedef gösterdiği, bir düşünce ya da inançtan ziyade bir kurum (örneğin kilise); o kurumu temsil edenler ve bunların siyasal ve toplumsal gündemlere müdahale etmesidir.
O zaman söyleyelim: 16. yüzyıldan kalma Gargantua olsun, daha öncelere giden, 14. yüzyıldan kalma Dekameron olsun, örneğin günümüz Türkiye’sindeki (gerçekten) laik kişilerin laiklik anlayışlarının çok ilerisindedir!
Örneğin, bugün Türkiye’de “askerin, köylünün, doktorun, tüccarın topluma yararı vardır, ama rahiplerin yoktur” sözünü (Gargantua) rahiplerin yerine diyaneti, imamları, tarikatları ve şeyhlerini koyarak söyleyebilecek, “kutsal kitap iyi bir iyi uyuma aracıdır” (Gargantua) diyebilecek, komünistler, ateistler ve anarşistler hariç (ama liberaller dâhil) kaç kişi çıkar?
Neredeyse 700 yıl önce söylenmiş “Papazlar, insanlara yoksulluğu benimsetmeden zengin olamayacaklarını bilirler” (Boccaccio, Dekameron) sözü bugün tekrarlansa en uygun düşeceği ülkelerden biri Türkiye olmaz mı (elbette “papaz” yerine başka bir sözcük konulduğunda)?
***
Ne varsa her şeyin bu eksene oturtulmasını, yalnızca buradan yürünmesini vb. öneriyor değiliz; ama Türkiye’de post-korona dönemde devam edecek/verilecek mücadelenin ana temalarından biri bizce mutlaka radikal bir anti-klerikalizm olmalıdır.
Hani bir zamanlar “amasız, fakatsız post-Marksizm” oluyordu ya; şimdi de amasız fakatsız post-korona laikliği ve anti-klerikalizmi olsun. Bu bağlamda, örneğin “zamanında Müslümanlara çektirilen zulüm” gibi safsatalar, “özgürlükçü laiklik” gibi saçma sapan sloganlar akıllardan silinsin, silinmiyorsa kazınsın...
Tıp camiasında epideminin durumunu ve olasılıkları bizden daha iyi kestirebilenler arasında belki de “Laikliğe ve anti-klerikalizme tamam, ama post-korona bir dönem olmayacak” diye düşünenler vardır. Olsun; adına korona dönemi anti-klerikalizmi deriz olur biter…
Yeter ki yüzyıllar sonra Boccaccio, Rabelais gibilerinin önünde mahcup duruma düşmeyelim.