Rakibi zayıflatmayan hamle güçlendirir
Yasaları gündelik ihtiyaçlarına göre yap boz tahtasına çeviren siyasi iradenin amacının seçimler öncesi alan temizliği yapmak olduğu açıkça ortadayken iktidarı güçlendirecek her türlü hamleden vazgeçilmesi zorunlu bir toplumsal ihtiyaç.
Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) yeni yasama yılı için 1 Ekim’de açılır açılmaz Cumhur ittifakı yeniden hücum pozisyonu aldı. Koltuklarını korumak için ne gerekiyorsa yapacağından şüphemiz olmayan Erdoğan ve eşrafı ceplerindeki bütün kozları sırayla oynamaktan geri durmayacağını gösteriyor. Kemal Kılıçdaroğlu’nun af tartışmasıyla başlayan ve türban yasası önerisiyle devam eden “açılımları” üzerine el yükselten saray, bir yandan ana muhalefetin sunduğu zemin üzerinden anayasa değişikliği yapmak diğer yandan ise ceza infaz sürelerinden medeni kanuna uzanan yasal değişiklikler için gaza basmaya kararlı.
İktidarı zayıflatmanın yolunu iktidar gibi görünmekten geçtiğini zanneden siyasal yaklaşımın sonraki durağının saraydakine benzer bir aday çıkartma varsayımı ve tehlikesini de barındırdığını söylemek abartı olmaz. Tam da bu nedenle hem cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunun hem de genel olarak iktidarı zayıflatma stratejilerini açık ve net olarak ortaya koyma gerekliliği kendisini bir kez daha fazlasıyla hissettiriyor. Muhalefetin temel işlevi ve görevinin iktidarı zayıflatmak olduğu tartışmasızken ve üstelik meclis çoğunluğunun da cumhur ittifakında olduğu gözetilmeksizin yeni yasa ile Anayasa tartışmasına zemin açma/yol verme şeklindeki reflekslerin sarayın elini güçlendirdiği de ortada.
Çok değil daha bir ay önce LGBTİ+ nefretinin merkezinde olduğu devlet destekli mitingler yapılmışken ve başta İçişleri Bakanı ile Cumhurbaşkanı olmak üzere siyasi güç sahiplerinin düşmanca açıklamalarının ardından bu alana yönelecek saldırıları da öngörmemek mümkün değil. Sadece LGBTİ+’lara değil benzer şekilde kadınların nafaka hakkından, 6284 sayılı kanuna değin birçok kazanılmış hakkı tırpanlamak için siperde bekleyenlere cesaret veren, tehlikeli ve önü arkası düşünülmeyen siyasal çıkışların tüm topluma ağır sonuçlar doğuracak olması da bir başka sorun olarak önümüzde durmakta.
Bu tartışmalar sürerken kabineden bir diğer çıkış da geçtiğimiz günlerde İzmir’de konuşan Adalet Bakanından geldi. Bekir Bozdağ’ın; “İnfaz sisteminizde cezasızlık algısını ortadan kaldırmak maksadıyla cezası az olan suçlarda yeni bir infaz uygulamasını gündeme getirmeyi ve Türkiye’ye kazandırmayı düşünüyoruz.” açıklamasının ardından kamuoyunda gündem olan bazı adli olaylardaki cezaların “infaz” edilmemesi öne çıkartılarak ceza infaz sisteminde değişiklik yapılacağı sinyali verildi. İnfaz sistemindeki değişiklik yapılması 2020 yılındaki yargı paketi sırasında da gündeme gelmiş ancak muhalefetin itirazları sonucunda paket ten çıkartılmıştı.
Bugün açısından mahkemelerin verdikleri kısa süreli hapis cezalarının infaz edilmeyişinin iki temel nedeni bulunuyor. Birincisi mevcut kanunlar uyarınca iki yılın altındaki hapis cezalarında kişilerin sabıkasının bulunmadığı durumlarda hükmün açıklanmasının geri bırakılması (HAGB) uygulaması sayesinde cezalar infaz edilmeyerek 5 yıllık denetim süresince askıda bırakılmakta ve infaz edilmemekte. Cezaların infaz edilmemesinin ikinci ve asıl nedeni ise pandemi sürecinde cezaevlerindeki kalabalığın boşaltılması amacıyla 2020 yılında AKP-MHP ortaklığıyla meclisten geçirilen yargı paketi. Paketteki düzenleme uyarınca bu tarihten önce işlenmiş belirli suçlar (uyuşturucu, cinayet, “terör”) haricindeki tüm suçlar yönünden 6 yıla kadar olan hapis cezalarının infaz edilmesi ortadan kaldırılmıştı.
Bir yandan meclisten yasa çıkartıp cezaların infaz edilmesini engelleyen iktidar, aradan iki yıl geçtikten sonra kendi yaptıkları düzenlemeden dert yanarak yeniden değişiklik yapma çabasında. Adalet Bakanının açıklamasına göre yukarıdaki iki düzenlemenin de ortadan kaldırılması ve cezaevi nüfusunum arttırılması yeniden gündemde. Saray cephesinin derdinin cezasızlık politikalarını sonlandırmak değil esasen muhalifleri cezaevlerine doldurmak olduğu buradan da anlaşılabilir.
Yürürlükten kaldırılması gündemde olan hükmün açıklanmasının geri bırakılması (HAGB) ve infaz yasası olmasaydı bugüne kadar sadece cumhurbaşkanına hakaret suçundan ceza alan ancak cezaları infaz edilmeyen 32.000 kişi ile toplantı ve gösteri yürüyüşlerine muhalefet suçlamasından ceza alan 23.000 kişinin tamamı cezaevine girmiş olacaktı. Buna benzer politik davalardan yargılanıp başka suçlamalardan dolayı ceza alan on binlerce kişi daha olduğu düşünüldüğünde yapılmak istenen düzenlemelerle kimlere cezaevi yolunun görüneceği gün gibi ortada.
Bu tabloya meclis genel kurulunda bulunan sansür yasası da eklendiğinde hedeflenenin muhalefetin susması ya da cezaevine gönderilerek susturulması olduğu da tespit edilmeli. Böylesi bir siyasal ortamda yasaları ya da Anayasayı tartışmaya açarak değişiklik talep edilmesi politik intihardan başka bir anlam taşımıyor. Yasaları gündelik ihtiyaçlarına göre yap boz tahtasına çeviren siyasi iradenin amacının seçimler öncesi alan temizliği yapmak olduğu açıkça ortadayken iktidarı güçlendirecek her türlü hamleden vazgeçilmesi zorunlu bir toplumsal ihtiyaç.