Yazıldı çizildi ama, şu “restorasyon (yenileme, yeniden kurma)” lâfı daha çok su kaldırır.
Etimolojisinden ve mesleki bağlamından kuşkusuz bahsetmeyeceğim; abes kaçar! Ne ki tarihi bağlamı üzerine okurun sabrına sığınıp birkaç laf da ben söylesem, acaba çok mu uzun edip tadını kaçırmış olurum?
Tarihçilere bakılırsa, restorasyon işine yüklenen anlam, genel olarak bir politik durumun yeniden kurulmasına izafe edilmektedir. Hatta tarihteki örneklerine bakarsak, bir devrim sonucu alaşağı edilmiş devrik hanedanların yeniden iktidara gelişini sembolize ettiğini de görürüz. Siyaset tarihi açısından restorasyon lâfının kullanıldığı bazı nadir örnekler de olmuştur. İç ya da dış etkiler sonucu bir biçimde kesintiye uğramış meşru bir egemenlik biçiminin yeniden kuruluşu “restorasyon” diye de açıklanmıştır…
Uzun etmeden kesiyorum ve diyorum ki, bu, restorasyon işinin akademik tarifine de uyan kısmıdır…
Yok, restorasyon işinden, var olan siyasi-ekonomik bir sistemin yeniden kendini var ediş koşullarını ve kuruculuğunu anlıyorsak, o zaman restorasyonu, bir tümce ya da kavram olarak canımızın istediği gibi bir hazır giyim ürünü yerine koymamak, yani vaziyete uygun, her kafaya geçirilebilen bir şapka saymamak gerekir.
Kapitalizm, kendi doğası gereği sermaye birikimine dayalıdır. İktisadi süreç olarak birikimin merkezi momenti, kârlılığın artırılmasını ve doruğa ulaştırılmasını ön görür. Yani sistemin özü, toplumsal emek üzerinden el konulan artı değerin sermayedar kârı olarak biçimlenmesine dayalıdır. Dolayısıyla kapitalist üretim ilişkileri kârlılıkla ilgili sürekli “krizler” de yaşar.
Sermayenin kârlılık krizi, sistemin her seferinde kendine yeni çözüm yolları bularak düze çıkma zorunluluğunu şart koşar. Yani sistem, sürecinin bütün aşamalarında, kendini var eden koşulları hem yeniden üretmek ve hem de içsel düzensizliklerini törpülemek durumundadır. Bu durum, ister sermaye krizlerinin derinleştiği dönemlerde olsun, isterse sermayenin istikrar diye okuduğu görece sorunsuz dönemlerde bulunsun, kapitalizmin sistemik sürdürülebilirliği, ancak kendini yenilemesiyle mümkün olabilmektedir. Kısaca bu kendini yeniden üretme süreci “restorasyon” diye kodlanacaksa, kapitalizm bunu, her dönemde ve her saikle hep yapmaktadır. Yoksa her hangi bir seçim dönemine özgü vaaz edilecek ve buradan kadro konsolidasyonu için sakız olarak kullanılacak bir terim değildir.
Bu meseleye böyle değinme zorunluluğu, yaklaşan Haziran seçimleri nedeniyle ortaya çıkmış bulunmaktadır. Çıkış nedeni de “ne yapacağız” tartışmalarına dayanmaktadır.
Ne yapacağız tartışmaları, bir taraflaşma sürecinin sonucudur.
Şimdiye değin çok tekrar edilmiş olsa da, bir kez daha söylemek gerekir…
AKP, 2002 den bu yana, Türkiye’yi neredeyse doğduğundan itibaren izlediği tarihsel kapitalist gelişme yolundan dip köşe ayırmış ve hayli değişik kavşaklara sürüklemiştir. Özetle, kapitalist emperyalizme daha derinden teslim eden bir siyasanın takipçisi olarak zuhur etmiş bulunmaktadır.
Bu, adrese teslim siyaset sürecinin içinde izlediği basamaklara bakılırsa, Cumhuriyeti, burjuva ilerici özne ve değerlerinden kopararak silikleştirmek ve kurumsal devlet aygıtını da bu bağlamı ile sinikleştirme politikalarını, AKP hiç hız kesmeden bu güne değin hep kovalaya gelmiştir. Kısacası, 1923 Cumhuriyetinden, 2002'lerde bakiye kalanını da kapatmak ve şimdilerde, “Yeni Türkiye” diye kodladığı islamofaşist parti-devlet inşasının son kertesine, bu seçimlerle ulaşmak ve “tek adam başkanlığını” içeren bir diktatorya tesis etmek, önümüzdeki “Haziran Seçimlerinin” hedefi görünmektedir.
Doğrusu kimi tökezlenmelerine karşın, AKP önderliği ve siyasi kadroları, meşruiyetlerini geliştiren seçim zaferleriyle bu güne değin hep önemli mesafeler kat ederek yol yürümüşlerdir.
AKP cenahındaki nispi, arızasız ve başarılı yürüyüş bir kavşağa kadar devam etmiştir…
Yani ve ta ki 2013 Haziran'ına değin…
Bu diğer cenahın, sahici bir ete kemiğe büründüğü, kocaman bir gövde ve toplumsal bir gerçeklik olduğu tarih ve taraflaşmadır…
2013; Türkiye siyasi tarihi açısındaN milât kavşaklarından birisidir. Gelecekte yapılacak tarihsel değerlendirmeler, muhtemelen 2013 Haziranını eksen alacak ve verili durumu buna göre başka bir bağlama oturtacaktır.
Şimdilerde henüz bu tarihin yazılması evresi içinde yuvarlanıyoruz.
Ve belki de tarihe, ya tarihi baştan yazan kuşaklar olarak geçeceğiz; ya da tarihin baştan yazılmasını beceremeyen bir nesilden bahsedilecek.
İşte bugün yaşanan taraflaşma bu denli sade ve coğrafyamıza özgündür.
Ara kesitlerden, ülkenin her alan ve kurumsallıkta baştan ve yeniden tasarımlanmasında köşe taşı sayılacak etmen ve olgulardan bahsetmeyeceğim.
Aşikâr olanı, AKP’nin kendi gövdesini oluşturan kadrolarıyla, her türlü yandaş ve destekçilerinden oluşan seçmen tabanı, tarif edilen yarılmanın bir yanında ve kendi içinde pek çok farklı toplumsal rengi içeren bir “Birleşik Haziran Hareketi” öte tarafta da olmak üzere iki kesimli bir toplum olarak seçime gitmekteyiz.
Birleşik Haziran birkaç gün önce “Haziran Türkiye’sini Kuralım” çağrısını çıkarmıştır. Meraklı okuyucu aşağıdaki adresten mutlaka bakmalıdır (*).
Bu çağrı, yeni bir umuda ve toplumsal kurtuluşu ören yeni bir siyasaya vurgu yapan sahici bir sestir. Bu çağrı yapılırken kendi örgütlenme sorunlarını da aşmaya çalışan Haziran Hareketi, kuşkusuz kendisini seçimin gerçek bir öznesi kılamamanın eksikliğini ve sıkıntısını da yaşamaktadır. Ancak var olan nesnellik şimdilik budur.
Öyleyse ne yapılması gerekir!
Haziran Hareketinin “Birleşik” yapısının inşası için kendini ortaya koyan her birey ve örgüt, hem siyaseten ve hem de ortaklaşa mücadele kararlılığı ve ahlâkı açısından sözünün eri ve dürüst olmalıdır. Yoksa Haziran kitlesinin kendi siyasetini öreceği seçim sonrası bir Türkiye hedeflemesini “restorasyon” kılıfı içine sokarak olayı küçültme ve küçümseme tavrı ne doğru, ne de siyasi değildir. Başka amorf bir tutumdur…
Birleşik Haziran Hareketi, gerek 2013 Haziran eylemliliğinin içerisinde ve gerekse sonrasında, kendi örgütlenme çabaları bakımından hep bir “gecikmiş zaman” daralmasını yaşamıştır. Hareket kendi öz eleştirisini ortaya koymalıdır. Ne ki kuruculuğunda pay sahibi olup, sandık kurulurken söyleyecek başka sözüm var diyerek kenara çekilmek; Birleşik yapının içinde kalanları da sisteme hizmet anlamında restorasyonculukla nitelemek, siyasette hangi ölçüye oturur, bu nasıl bir yoldaşlık hukuku olur, dikkatle düşünmek gerekir…
Halk sınıflarının kendiliğindenci kalkışması, süreç içinde sınıfsal anlamda siyasi önderlik ve rehberlikten yoksun olduğundan, bir müddet sonra sönümlenmek zorunda kalmıştır. Sonrasında, iradeyi kendilindenciliğinden alan kitlelerle bağ kurmaya çalışan sol-sosyalist örgütlenmeler de kitlelerle kendileri arasındaki asimetriden, ancak Birleşik Haziran Hareketinin ağır da olsa işleyen çarklarını ortaya çıkarabilmiştir.
Türkiye siyasi tarihinin içinde, onca yenilgi ve kadro telefatlarından sonra, sol-sosyalist siyasetlerin bir araya gelebilmesi ve bir düzlem olarak Birleşik Haziran Hareketi'nin içinde olunabilmesi bile başarı hanesine yazılabilir. Ne ki, toplumsal kurtuluş adına yeterli olmayan bu doğruluşa, hem seçim sürecinde destek olunmak ve hem de sonrası için halkın gerçekten içinde bulunmak gerekmektedir.
Seçim sandığı kuşkusuz tek seçenek değildir. Bu doğru, şimdiye değin belki bin defa yazılmış ya da söylenmiştir. Tamam da halk sınıflarıyla beraber sol bir iktidara talip olunacaksa, o zaman da başka seçeneklerin ne olduğu ortaya konmak durumundadır. Seçimden başka seçeneksizliğin, kavrayış olarak halk sınıflarınca yegâne seçenek görüldüğü bir kavşakta, halkın değişim için gösterdiği iradeye saygılı olmak gerekir.
Hafızalar unutkan olmamalıdır. Haziran günlerinin son derece somut şiarı “hükümet istifa” olmuştur. Bu yalın siyasal talep, bu seçimde de “AKP süpürülsün”e dönüşmüş bulunmaktadır. Toplumun AKP karşıtı kesimlerinde, süngüsü düşürülmüş bir AKP’nin bile diktatörlükten kurtuluş sayıldığı bir eşikte, sandıktan, bir tavşan ve bir de restorasyon çıkacağını vaaz etmek ve Birleşik Haziran Hareketinin, Haziran Türkiye’si hedeflerini küçümsemek hiç kimsenin harcı olmamalıdır…
Mücadele cenah içi bir iç dövüş değildir…
Haziran Türkiye’si çağrısı doğru bir siyasi tavır ve yoldaşlık tutumudur…
Sadece bu kadar mı? Toplumsal kurtuluş adına sınıfsal bir umuttur…