Bu gün 23 Nisan!
Ağacın kurdu içinden olur.
1920’lerde de vardı…
Burun kıvıranları dünde ki gibi bu gün de çoktur...
Küçümsemeye kalkanları ne yaparsa yapsın, bu coğrafyaya ait bu günün önemi hiç kaybolur mu? Uğrunda kan hem dökülmüştür ve hem de toplumsal belleğe böylece kaydolunmuştur…
Yeni Osmanlı özentilerine, ya da halife bozuntularına inat, her 23 Nisan, padişahlık rejiminin yerine ikame edilen cumhuriyeti ve ilerici, devrimci bir atılımı hep hatırlata gelmektedir…
İşi sulandırmanın, 23 Nisan’ı eğreti düşürmenin senaryolarını, firavun yönetmenler, kuşkusuz bu yıl dönümünde de deneyeceklerdir.
Oysa ne yaparlarsa yapsınlar, geçen yılın bir yazısından, alt paragrafa kendimden alıntıladığım gerçeği değiştiremeyeceklerdir. Değiştiremedikleri gibi, onca gayret ve “Yeni Türkiye” hamasetlerine karşın, yıkamadıkları ve giderek kendilerinin teslim oldukları değerlere, muhtemelen bu yıl daha fazla kinleneceklerdir…
Bakalım ne demişim:
“23 Nisan’ın asli önemi, bir meclis ve onun silahlı güçleri olarak örgütlenmiş bir halkın emperyalizme karşı verdiği tarihsel bir kurtuluş mücadelesinden geçiyor. O meclisin açılış tarihi, öyle tesadüf falan da değil. İşgalci emperyalistlere teslim olan Osmanlı Padişahı Vahdettin, sömürgen efendilerinin talimatına uygun bir ferman çıkarıp, Osmanlı Meclis’i Mebus an’ını 11 Nisan 1920 de ilga ediyor. Başta Sarı Paşa ve Anadolu isyanının öncü kadroları ise Ankara’dan yanıt vermekte gecikmiyor. “Büyük Millet Meclisi”, hem siyasi iradenin ve hem silahlı halk direnişin temsilcilerinden oluşmuş bir varlık olarak, hem o ana ve hem de geleceğe damgasını basıyor. Sonrası, Meclis’in açılış günü, geleceğin kuşaklarına yani çocuklara armağan kılınıyor...”
Evet, 23 Nisan, bir devrimci kalkışmanın ete kemiğe bürünmüş en örgütlü gövdesidir. Ve 11 Nisan, gecikmeden 23 Nisan’a bağlanırken, bu yeni gövde kendi adıyla anılan, yani Büyük Meclis’in orduları için, iki cephede savaşımın ışığını da yakmıştır. Kısacası 23 Nisan, işgalci emperyalistlere ve onların yatakçı ve yardakçısı olan Osmanlı Hanedanının ayakta tutmak için direndiği rejime karşı, halkın kendi canı, kanı ve silahıyla baş kaldırışıdır…
Kurtuluş İstanbul’da bir semt, Ankara’da ise bir park adı değildir. Kurtuluş, üste serili ölü toprağından silkinip, ataletin atıldığı ve kendi geleceğini kurmak için halkın bir ordu olup, kaderin kendi eline, avuca aldığı mübarek ve toplumsal bir ivmelenmedir…
23 Nisan, nasıl bundan 92 yıl önce bir kıvılcım ateşi olduysa, bu gün bu şiarın simgesi ve geleceği kendi elinle kurmanın işaret fişeği olarak bundan böyle de daha değerlenerek kök salacaktır…
Memleket; hilafetle, Cumhuriyetin yer değiştirmesinden sonra, tarihinde görülen en gerici yeni bir saldırı ve sosyal aralıktan geçmektedir. AKP, bugüne değin, hem temsilcisi olduğu sermaye gericiliği ve hem de emperyalizme stepneliği ile en şanlı zirvesini yapmış ve halkın inancını kendine gizleme aracı kılarak da Cumhuriyetle hesaplaşmaya girişmiştir. Kuşkusuz hesap daha bitmemiş, ne mizan çizgisi atılmış, ne de defter dürülüp yan tarafa bırakılmıştır…
AKP teknesinin dümeninde oturan kaptan ve eski yerine bıraktığı ser dümenci nasıl rota tutacaklarının tadını doğrusu çoktan kaçırmıştır… Varılması arzu edilen yeni menzil için, hazretlerin ettiği kelamı işiten necip milletin kulakları da hayretten hayli şaşırmıştır. Hazret; yeni Türkiye’nin idaresinde, tek parti yönetimini yeterli bulmamakta ve kifayetsiz muhterisliğinin psikopatolojik klinik örneği olarak başkanlık sistemi arzusu ve beyanını bu gerekçeye bağlamaktadır…
Bu bağlama işi sazın teline 2/4 tezene vuruşu değildir…
Bu bağlama işi reklam arası dedikleri Cumhuriyetten, tekrar bir islamofaşist parti devleti çıkarma işidir. Nitekim buna dair hayli mesafe de kaydedilmiştir. Bu bağlama işi, kamunun kaynaklarıyla hem kendini, hem ahfadını ve hem de etrafındaki cem-i cümle şakirt hortumcularını abat ettikleri bir yiyicilik dönemini, sürgit bir mutlakıyet rejimine tahvil işidir. Bu bağlama işi, onca yılın hem içerden, hem de dıştan destekli yüklenilmesine karşın halkın Haziranda kendini düze çıkarmasıyla, korkunun ecele faydasız debelenmeye girdiği bir dağılma sürecidir…
7 Haziran’a şunun şurasında pek de bir şey kalmamıştır…
Bu defa evdeki hesaplar çarşıya uymamıştır. Hem parti olarak ve hem de teveccüh babında eridiğini görüp hissetmek, diğer taraftan, istediğini sağlayacak bir anayasal çoğunluğun Kafdağı ardında kaybolmaya yüz tutması, hesap günün yaklaşan korkusu olup çıkmış bulunmaktadır.
Gün yaklaştıkça zıvanadan çıkış da pek bir hızlanmış ve yeni güdümleme senaryoları uygulanmaya konmuş bulunmaktadır…
Başından beri hep saçılım görüntüsü veren Kürt açılımı projesinde “bir adım ileri, iki adım geri” yeni pekiştirme gösterisi, Ağrı’da akamete uğramıştır. Kendi ordusunun eratı öldürülsün beklentisi, halkın yaralı askerine sahip çıkması tarikiyle, fosa oturmuş ve böylece evdeki hesap da çarşıya uymayarak bozulmuştur…
Eh bu tutmayınca, şimdi yatak medyası aracılığıyla, darbe kışkırtıcılığına ve buradan korku salgısına müracaat edilmektedir. Neymiş; AKP gemisi istenen sularda, kaptanlarının bildiği gibi seyredemezse, yani seçim neticeleri arzu edildiği biçimde nihayetlenmezse, ordu mutlaka darbe yapma kararlılığındaymış…
Bunun Türkçede güzel bir karşılığı bulunmaktadır. Sallamada bir insaf payı olsun diye “Atma Recep din kardeşiyiz” deyimi durumun tasvirini münasip kılmaktadır…
Daha öncekilerde de tecrübe edildiği üzere, ABD’nin “he” demediğinde devranda bu memlekette, darbe marbe olmamış olup, bu defasında, Amerika’nın verdiği resme bakılırsa, buna dair en ufak bir emare izi bulunmamaktadır…
Bu uydurmasyonlardaki niyet bellidir. Eriyeme yüz tutan sandıktan bu defa istenen tavşanın çıkmayacağı rüzgârlarının anlaşılmış bulunulmasından, kaptan köşkü nevazil olmuş ve bu nedenle de şimdi darbe korkusu salarak oyları toplamaya çalışmaktadır… Seçim gününe yaklaştıkça, senaryoda yazılı olan diğer pek çok sahne de çekime girmek için muhtemelen sıra saymaktadır.
Öyleyse Birleşik Haziran’ın bu 23 Nisanda da, ne denli doğru bir yerde durduğuna bir defa daha bakılmalıdır. 8 Hazirandan itibaren AKP ya da muadilleri yerine geçecek ve gerçekten toplumsal kurtuluşu becerecek bir siyasetin kotarılmasına da “mıştır” gibi yapmadan sağlam bir omuz atılmalıdır…
Yani,
“Daha gün o gün değil, derlenip dürülmesin bayraklar.
Dinleyin, duyduğunuz çakalların ulumasıdır.
Safları sıklaştırın çocuklar,
bu kavga faşizme karşı, bu kavga hürriyet kavgasıdır.(NH)”